Fecir | Konular | Kitaplar

İman-Amel İlişkisi

İman

İman-Amel İlişkisi:

-İman amelin bir parçası mıdır, iman azalır,
çoğalır mı ?

Eylemin imandan sayılıp sayılamayacağı meselesi
akâid ilminin daha ilk taorisyenleri arasında bir tartışma konusu olmuştur.

Bilindiği üzere Kur'an ve Sünnete bağlı inancın
mensupları olan müs­lümanların çoğunluğu itikad konusunda genel olarak ya
Matüridî veya Eş'arî'dirler. (Ayrıca Selefilik olarak bilinen üçüncü bir azınlık
grup daha vardır.) Aslında bu üç itikad mezhebinin görüşleri arasında pek önemli
farklar yoktur. Bu nedenledir ki hepsinin mensupları bir­birlerini tanımakta ve
hak yolda olduklarını onaylamaktadırlar.

Şirk koşmak ya da şirk olarak yorumlanabilecek
bir davranışta bu­lun­mak hariç, bir fiil işlemek, iyi veya kötü bir iş yapmak,
acaba imanı et­kiler mi, etkilemez mi konusu haklı olarak âlimlerin zihnini
eskiden beri meş­gul etmiştir. Çünkü insanın vereceği bir karar, eyleme
dönüş­tüğünde eğer onun inancını şu veya bu şekilde etkiliyorsa, daha doğ­rusu
Allah, Peygamber (sav) ve kitap gibi önemli iman unsurları hak­kında insanın iç
dünyasında herhangi bir değişikliğe neden oluyorsa bu, gerçekten üze­rinde
durulması gereken bir mesele demektir.

Aslında bu mesele, yalın bir mantıkla zihinde
kritik edilecek olursa inanmak ile yapmak, ya da yapmak ile inanmak arasında bir
bağın, bir il­gi­nin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü -istisnâî durumlar
hariç- in­san düşünüp taşınarak, tasarlayarak ve amaçlayarak bilinçle iş­lerini
ya­par, aynı zamanda amacına inanarak planını uygulamaya ko­yulur. Dolayısıyla
inanmak ile yapmak arasında kesinlikle bir ilgi var­dır. Hedefi hayırlı da olsa
şerli de olsa kişi, bu hedefe inanmış olarak işe başlar. Ancak kişinin
eyle­miyle ilgili olarak:

1)
Amaçlamak,

2)
Amaca inanmak,

3)
Amacı gerçekleştirmek, yani eylemde bulunmak gibi üç önemli nokta vardır ki bu
üç noktadan özellikle amaçla eylem arasındaki ilişki, inançla eylem arasındaki
ilişkiden çok daha farklı ve güçlüdür. Çünkü in­sanın, he­defe ulaşıp ulaşamama
ihtimalleri üzerindeki hesapları ve kuş­kuları, ama­cın bir parçası ise de,
amaçtan biraz daha ötedeki inancın el­bette bir parçası değildir. İşte belki de
bu ilgiden hareketle Matürîdî Grubu, amelin, yani iş ve eylemin, inancın bir
parçası olamayacağı ka­naatindedir.[1]
Matüridilere göre bir kimse imanın esaslarına inanı­yor ve bunları bü­tün
içtenliği ile ka­bul ediyorsa o kimsenin, yaptığı çir­kin iş ve eylemler,
imanının eksilmesine, neden olamayacağı gibi, yap­tığı faydalı ve güzel iş­ler
de inancını artır­maz. Şu varki hayırlı iş ve çalış­malar kişideki imanın
güçlenmesinde, onun Allah (cc)'a ve kutsal de­ğerlere bağlı kalmasında et­kili
olur; Kötü ve çirkin davranışlarda bu­lunmak da aynı şekilde imanın
zayıflamasına neden olabi­lir.

Eş'arîler ise bu noktada değişik bir kanaata
sahiptirler. Onlara göre kişi çirkin fiiler işledikçe onun inancında da bir
azalma olur; Tersine hayırlı amellerde bulundukça da imanı artar.

[2]

Ancak şuna çok büyük bir ihtimal vermek gerekir
ki, Eş'ariler'le Matüridiler arasında bir görüş ve kanaat farkı gibi görünen bu
nokta üze­rindeki yorumları arasında -esasına bakılacak olursa- pek de büyük bir
ay­kı­rılık yoktur. Belki de farklı anlatım üsluplarıyla aynı gerçeği ifade
etmiş­ler­dir. Nitekim insan, bir şeyi gerçek bildiği ve ona bütün iç­tenliği
ile inandığı halde o gerçeği açık şekilde yalanlamadığı sürece il­kelerine
aykırı davran­ması o inancın ortadan kalktığı anlamına gel­mez.

Örneğin ateşin yakıcılığına kesin şekilde inanan
doğuştan âmâ bir kimse, elini bilinçli olarak alevlere tutsa bile yanacağı
konusundaki ke­sin inancında onun hiç bir kuşkusu olamaz. Binaenaleyh onun,
böyle tehli­keli ve çirkin bir fiili işlemekle ateş hakkındaki kanaati değişmez.
Yani elini ateşe doğru uzâtmakla ateşin onu yakacağı gerçeğini inkâr etmez,
meğerki bunu diliyle açıkça söylemiş olsun. Keza yemeğin, ateşe kon­makla
pişece­ğine, madenin ateşte kızdırılarak şekillendirilebilece­ğine ina­nan insan
da bu inanç doğrultusunda hayırlı ve güzel olan bir­takım üre­timlerde bulunsa
bu suretle onun da ateşle ilgili inancı artmaz. Bu inanç, ateşe perva etmeyen
insanda da, ondan yararlanan insanda da aynıdır. Ancak kişi, ateşi faydalı
amaçlarla sık kullandığı oranda onun ne kadar yararlı bir araç olduğunu düşünmek
durumunda kalacak, do­layısıyla kişideki bu inanç âdetâ pekişecektir. Buna
karşın ateşi olumsuz işlerde ve kötü niyetle kullanan insan ise onun
yakıcı­lığına ilişkin inançtan çok, yaptığı işlerin sonuçları üzerinde tek
taraflı ola­rak dü­şünmek durumunda kalacak, bu nedenle ateşin hayırlı amaçlarla
da kullanılabileceğini bile belki zamanla artık düşünemeyecektir.

Zararlı fiillerin, kalp kararttığı ve sevapların
silinmesine neden ol­duğu hakkında âlimlerin, sahip bulunduğu kanaati burada
aramak doğru olur.

Netice itibariyle, amelin imandan bir parça olup
olmadığı ve ima­nın azalıp çoğalmasında bir etkisi bulunup bulunmadığı
meselesinde, Kitap ve Sünnete bağlı müslümanlar arasında hemen hemen görüş
ayrılığı de­nemeyecek kadar yaklaşık kanaatlar vardır ve bu kanaatlar farklı
izah tarz­ları­nın doğal birer sonucudur.

[3]
Dolayısıyla imânî konularda müslüman ço­ğunluğun arasında sanki derin
uyuşmazlıklar varmış gibi bu meseleleri bü­yüterek irdeleyenlerin iyi bir niyete
sahip bulunmadıklarını bizzat kendileri açığa vurmuş olacaklardır.!

İslam âlimlerinden çoğunun, özellikle ameli,
imanın bir parçası ola­rak görmemeleri, onların sahip olduğu derin ferâset ve
dirâyeti gös­ter­mektedir. Nitekim kötü amel işleyen bir müminin bu yüzden
iman­sız­lıkla suçlan­ması ve gelişebilecek fitne ve anarşinin süreklilik
ka­zanması bu suretle ön­lenmiştir. Bu görüş Kur'ânî hikmete pek uygun­dur.
Ancak şirk amacıyla yapılan eylemleri bunun dışında tutmak ge­rekir. Açıkça
Allah Teâlâ'ya or­tak koşan, ya da sözleri ve davranış bi­çimleriyle bu yol­daki
inancını bir yandan ortaya sererken diğer yandan mümin olduğunu ileri süren
kimsele­rin eylemlerini yorumlamak ve hâlâ mümin oldukla­rına inanmak safdillik
olur !

Ehl-i sünnet'in diğer bir bölümünü oluşturan
Selefîler'e gelince onlar amelin, imandan bir parça olduğu ve imanın azalıp
çoğalabileceği nokta­sında Merhum İbn Teymiyye'ye uymaktadırlar.[4]
Bilindiği üzere İbn Teymiyye radikal görüşleriyle tananmaktadır.

[5]



[1]
"El-Bidâye'tu Fi Usûl'id-Dîn" adlı eserin yazarı Nuruddîn es-Sâbûnî bu
noktaya pek kısa ve öz bir anlatımla ideal bir açıklama getirmiştir. Yazar
diyor ki :

"Ameller imandan değildir. Çünkü Allah Teâlâ
(meâlen) "İman edenler ve yararlı işler yapanlar" dediği sözünde
"işler"'i "iman"'a bağlamıştır. Nitekim (âyet-i kerîmede) bağlayan,
bağlanandan ayrı şeydir."

Evet yazarın bu çarpıcı örnekte çok isabetli
bir tesbiti vardır. Bunu şu şekilde biraz daha açmak yararlı olur :

Ayet-i kerîmede görüldüğü üzere "İman
edenler" sözü ile "Faydalı işler yapanlar" sözü arasında bir bağlaç
bulunaktadır. Bu da iman etmenin ayrı, faydalı işler yapmanın ise yine ayrı
bir şey olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla aralarında çok sıkı
bir bağ bu­lunsa bile amelin imandan bir parça olamayacağı âdeta kesinlik
kazanmaktadır.

Bk. Nuruddîn es-Sâbûnî, El-Bidâye'tu Fi
Usûl'id-Dîn, (Bölüm :El-Kawl'u Fi Hakıyka'til-İmân.) İstanbul, Lâleli
Kütüphânesi No. 2271 ;

Ayrıca Bk. Muhammed bin Süleyman el-Halebî,
Nukhbe'tul-Leâli Lişerhi Bed'il-Emâlî Beyit No.43 S.95. Işık Kitabevi,
İst-1979


[2]
Muhammed Emin el-Kurdî el-Erbilî, Tenvir'ul-Kulûb S.83. Mısır-H.1384

[3]
Ali b. Ali b. Muhammed b. Ebi'l-İz Ed-Dımışkıy, El-Akıyda'tu-Tahaviyya Şerhi
1/470 Muassasa Ar-Risala, Beyrut-1988 (Birinci basım)

[4]
a) İbn. Teymiyye Ahmed Bin Abdilhalim, Kitab'ul-İman S.195,
Dar'ul-Kutub El-İlmiyye, Beyrut-1983 (Birinci basım)

b)
Nâsır Abdulkerim, Akıyda'tu Ahl'is-Sunna v'al-Jamaa S.41 Dar'ul-Vatan
l'in-Naşr, Riyad-H.1412.

c)
Muhammed Abdülhadi El-mısrî, Akıyda'tu Ahl'is-Sunna v'al-Jamaa S.91 Dâr'u
Tıyba l'in-Naşr, Riyad-M.1988.

[5]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 99-102.