Fecir | Konular | Kitaplar

Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Kölelik Anlayışı

Muharref İncillere Göre Hz



Muharref İncillere Göre Hz. İsa'nın Kölelik
Anlayışı

 

Hıristiyan yazarlar tarafından sürekli olarak
tekrarlanan ve her vesile ile örnek diye gösterilen "Biri bir yanağına vurursa
ona karşılık verme, sen öbür yanağını da çevir" mealindeki Hz. İsa'ya atfedilen
sözün, sosyolojik ve psikolojik yönden tahlilini yapmak gerekir. Bu ifadeyi
psikolojik yönden ele alırsak; bu sözün insanlara kendilerini savunma, kim ne
yaparsa yapsın karşılık vermemek sûretiyle kendini ezdirme, hatta yok olma
duygusunu aşıladığını görürüz. Eğer bir toplumda zâlimler, insanların mallarını
haksız yere gasbedenler, insanlara eziyet edenler hiç karşılık görmeyip her
istediklerini istedikleri zaman yapabilirlerse, yaptıklarına hiç ceza verilmez
ve yaptıkları sürekli olarak yanlarında kâr kalırsa elbette bu çeşit hareketler
yaygınlaşır, sonunda toplumda huzur ve sükûn kalmaz. Haksızlığın ve zulmün ceza
görmediği bir toplumun ayakta durması ve varlığını sürdürmesi imkânsızdır.
Muharref İncilllere göre Hz. İsa, zina ve hırsızlık gibi suçları işleyenleri
dahi cezalandırmamak eğilimindedir (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 8/1-11). Böyle
olunca hukukî kuralların hiç uygulanmadığı, zâlimlerin serbestçe zulmettiği ve
mazlumların haklarını aramadıkları bir toplum ayakta kalabilir mi?

Yukarıda aktardığımız Hz. İsa'nın sözleri,
haksızlığa ve zulme uğrayan insanlarda pısırıklık, miskinlik ve tam teslimiyet
fikrini aşılamakta, insanları kaderciliğe doğru sürüklemektedir. İnciller,
Hinduizmin kendi kast sisteminde alt tabakalardaki insanlara aşıladığı kaderci
ve teslimiyetçi zihniyetin aynısını, işçilere ve kölelere aşılamaya
çalışmaktadır. Hz. İsa'ya nisbet edilen şu sözden, başka nasıl bir mânâ
çıkarılabilir? "Ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin, sağ yanağınıza bir
tokat atana, öbürünü de çevirin. Size karşı dâvâcı olan mintanınızı almak
isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım
yürüyün." (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 8/1-11)

Muharref İncillere göre Hz. İsa, verdiği
örneklerin çoğunda kölelik motifini kullanmakta ve köleliği râzı olunması
gereken bir kader gibi takdim etmektedir. Hz. İsa, insanın Allah'a itaatini,
kölenin efendisine itaati ile sürekli olarak mukayese etmektedir. Onun köleliğe
bakışı şu sözlerinde açıkça görülebilir: "Hangi birinizin çif süren, ya da
çobanlık eden bir kölesi olur da, tarladan dönüşünde ona, ‘çabuk gel, sofraya
otur' der. Tersine ona, ‘yemeğimi hazırla, kuşağını bağla ve ben yeyip içerken
bana hizmet et. Ondan sonra da sen yeyip içersin' demez mi? Kendisine verdiği
buyrukları yerine getirdi diye köleye teşekkür eder mi hiç?" (Kitab-ı Mukaddes,
Luka, 12/42-44). Hz. İsa'nın İncillerde verdiği örneklerdeki köleliğe bakışı bu
tarzdadır. İncillere göre Hz. İsa, kölelerin herhangi bir hakka sahip
olduklarını kabul etmemektedir. Ona göre kölelerin görevi her durumda
efendilerine hizmet etmektir, onların efendilerine karşı hiçbir hakları yoktur.

Hz. İsa'nın muharref İncillerde geçen
teslimiyetçi, kaderci ve tam itaat esasına dayanan kölelik anlayışına, Yeni
Ahidin diğer kitaplarında da rastlamaktayız. Bu kitaplarda köleliğin mâhiyeti
daha net olarak görülür. Özellikle Pavlos'un Mektuplarında köleliğin bir kader
olduğu, onun bütün vecibelerinin yerine getirilmesinin gerekli olduğu tekrar
tekrar anlatılır. Pavlos bu konuda şunları söylemektedir: "Boyunduruk altında
olan kulların hepsi kendi efendilerini tam hürmete lâyık saysınlar, ta ki
Allah'ın ismine ve talime küfrolunmasın ve iman etmiş efendileri olanlar, kardeş
oldukları için onları hor görmesinler, fakat daha ziyade hizmet etsinler, çünkü
bu hizmetten istifade edenler iman eyliyen sevgililerdir." (Kitab-ı Mukaddes,
Timoteos'a I. Mektup, 6/1-2)

Pavlos gibi Petrus da, yazdığı risalelerinde
kölelerin efendilerine kayıtsız şartsız itaat etmelerini şu şekilde
emretmektedir: "Ey hizmetçiler! Efendilerinize, yalnız iyilere ve mülâyimlere
değil; fakat ters huylu olanlara da tam korku ile itaat edin. Çünkü eğer biri
haksız yere elem çekerek Allah'a karşı vicdanından ötürü hüzünle dayanırsa bu
makbuldür... İyilik işleyerek elem çekip sabrederseniz, Allah nezdinde bu
makbuldür." (Kitab-ı Mukaddes, Petrus'un I. Mektubu, 2/18-20)

Gerek Petrus'un ve gerekse Pavlos'un
mektuplarındaki bu sözler, daha çok köle sahibi zenginlerle üst tabakadan
insanların işlerini kolaylaştırmak için kaleme alınmış olmalıdır. Biz, M.S.
birinci ve ikinci yüzyıllarda hıristiyanlığın daha çok fakir, işçi ve köleler
arasında yayıldığını, zenginlerin ve nüfuzlu insanların bu dine pek rağbet
etmediklerini, zengin ve üst tabakadan insanların bu dine üçüncü asırdan
itibaren girmeye başladıklarını biliyoruz. Böyle olunca biraz önce aktarmış
olduğumuz pasajların M.S. birinci veya ikinci asırda yazılmış olması uzak bir
ihtimaldir. Bu pasajlar, muhtemelen üçüncü asırdan itibaren Hıristiyanlığa
girmeye başlayan zenginlerin ve köle sahibi kişilerin işlerini kolaylaştırmak
üzere başka yazarlar tarafından kaleme alınmış ve bunlar Petrus ve Pavlos'un
ifadeleri imiş gibi onların risalelerine sokulmuştur.

İmparator Kostantin'in dördüncü yüzyılın birinci
yarısında hıristiyanlığı kabul etmesi, imparatorlukta gitgide çoğalan hıristiyan
nüfusun, kendisine bu din kanalı ile bağlanmasını sağlamak ve böylece tahtını
sağlama almak gayesini taşıyordu. Kostantin, hıristiyanlık vâsıtası ile bir
yandan imparatorlukta dinî bir birlik sağlamayı hedef edinirken, öbür yandan
topladığı konsiller vâsıtası ile o sırada hıristiyanların ellerinde bulunan
bütün İncilleri ve Risaleleri imhâ ettirmiş, bu kitaplardan sadece şu anda
hırisitiyanların ellerinde mevcut olan kitapları yeniden yazdırtmıştır. Ancak
onların da asıllarını imha ettirmiştir. Kanunî kabul edilerek yeni nüshaları
kaleme alınan bu eserlerin yeni yazmalarına, devlet adamlarına, hükümetlere
itaat fikrini ilâve ettirerek kendi yönetimine bu yolla destek sağlama cihetine
gitmiştir. Bu ilâvelerin en canlı örneği Pavlos'un Titus'a yazdığı mektupta
görülmektedir. Bu mektupta şöyle bir ifadeye rastgelmekteyiz: "Reislere ve
hükümetlere tâbi olmayı, itaat etmeyi... onlara ihtar et." (Kitab-ı Mukaddes,
Titus'a Mektup, 3/1-2, s. 225). Bu ifadenin, birinci asırda hükümetin ve
reislerin zulüm ve işkencesi altında inleyen ve sonunda öldürülen Pavlos
tarafından söylenmiş olması imkânsızdır. Eğer o dönemde Pavlos, hıristiyan
mü'minleri mevcut hükümete itaat etmeye çağırmış olsa idi, hükümet onu elbette
öldürtmez, aksine korurdu. Pavlos bu sözleri söylemiş olsaydı Roma yönetimi
tarafından baştacı edilirdi. Kostantin ve daha sonra gelen imtaparatorlar
özellikle bu vb. ifadeleri, Yeni Ahid'in kanonizasyonundan sonra bu kitapta yer
alan eserlerin yeniden yazılması sırasında bunlara ilâve ettirmiş olmalıdırlar.



Bugün elde mevcut olan en eski Yeni Ahit
yazmasının, M.S. dördüncü yüzyılın ortalarında yazılmış olan bir yazmadan kopye
edildiği söylenen bir yazma olduğunu biliyoruz. Kanunî kabul edilen kitapların
dahi bu tarihten önce yazılmış olan bütün nüshaları yok edilmiş ve ortadan
kaldırılmıştır. Bugün sahih olduğu kabul edilen kitapların ilk nüshalarında
yukarıda aktarmış olduğumuz pasajlar muhtemelen mevcut değildi. Bunlar bu
kitaplara eklendikten sonra, yapılan bu ilâvelerin anlaşılmaması için daha önce
yazılmış olan bütün nüshalar devlet eli ile kasden yok edilmişlerdir.



Hıristiyanların, hıristiyan olmayan toplumlar
üzerinde devamlı olarak hâkimiyet kurmaya çalışmaları ve bu milletlerin en meşrû
haklarını dahi gasbetmeyi olağan saymalarının temelinde İncillerde ve
Risalelerde geçen bu pasajların büyük tesiri vardır. Hıristiyan mentalitesinde
hıristiyan olmayanların hiçbir hakları yoktur, onlar hıristiyanların köleleri
mesabesindedirler. Hz. İsa'ya nisbet edilerek İncillere alınan pasajlarda
belirtildiği gibi, köle itaat etti diye ona teşekkür edilmez. Hıristiyan olmayan
milletler ve devletler, hıristiyanlarla yaptıkları anlaşmalara ne kadar
riâyetkâr olurlarsa olsunlar onlara teşekkür dahi gerekmez; zaten onlar böyle
yapmak zorundadırlar. Sonradan hıristiyanlığı benimseyen milletler ve devletler
de daha önce hıristiyan olmuş devletlerin köleleri olmak durumundadırlar. Bunlar
hıristiyan olmakla kölelik statüsünden hemen çıkamazlar. Dolayısıyla efendi
durumunda olan devletler, yeni hıristiyan olmuş bu devletleri kendi çıkarları
doğrultusunda istedikleri gibi kullanabilirler. Yeni hıristiyan olmuş bir
devletin veya milletin ortaya çıkarak "biz de hıristiyanız, eşitlik istiyoruz"
demeye hakkı yoktur. Bu yeni hıristiyan olmuş devletlerin görevi, efendilerine
itaat ve onların söylediklerine bir köle zihniyeti ile harfiyyen riâyetten
ibârettir.

Hıristiyan misyonerlerinin hıristiyanlığı
yaydıkları yerlerde kurulan kiliselerin işleyiş tarzı konusunda hıristiyan
dünyasında ihtilâflar çıkmış; yeni hıristiyanlığı kabul edenler, merkezî Kilise
otoritesine tam olarak tâbi olmayan mahallî kiliselerin kurulmasını ve bu
şekilde faâliyet gösterilmesini isterlerken, bazıları mahallî kiliselerin
tehlikelerine işaret ederek bunlara tam bir serbestlik verilmesinin doğru
olmayacağını, bunların ne olursa olsun, merkezî bir otorite tarafından
denetlenmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Bu merkezî otoriteyi tesis
etme fikrinin temelinde ise sömürgeci, köle kullanıcı ve başkalarının haklarını
gasbetmeyi meşrû gören ve gösteren Yeni Ahit mantığı vardır. (4)