Fecir | Konular | Kitaplar

İnfakın Fayda ve Hikmetleri

İnfakın Fayda ve Hikmetleri

İnfakın Fayda ve Hikmetleri

Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin
bulunması doğaldır. Doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi
ve sosyo ekonomik açıdan bir bakıma sünnetullah denilebile-cek bu durumun
toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin ve
fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha
zengin; fakirin daha fakir olmasının engellenmesi, hem de bu yüzden
gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi gerekir. Kur'an-ı
Kerim'de sosyal gerilimin, müstaz'af - müstekbir ikileminin engellenme yolları
belirtilmektedir. Kur'an'da cennet ehli muttakiler tanıtılırken
"...Mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır." (51/Zâriyât, 19)
buyurulur. Namaz kılan ve namazlarında devamlı olanların eline mal geçip zengin
olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek "Bunlar, sahip
oldukları mallarda muhtaç ve mahrumların belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar"
(70/Meâric, 22-25) buyurulmuştur. Bu düzenleme aynı zamanda bunun işleyişinde
son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediyor.
2/Bakara 263 ve 264. âyetlerden anlaşıldığına göre; zengin, verirken gönülsüz
davranmayacak, başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken ezilmeyecek, her
türlü meşrû sebebe yapıştığı halde, gücü geçinnmeye yetmediğinden mahcûbiyet
duyması gerekmeyecek. Çünkü, biri borcunu ödüyor, diğeri hakkını alıyor,
alacağını tahsil ediyor. Başa kakma ve mahcubiyet için hiçbir neden kalmıyor. Bu
düzenleme, bir anlamda toplumsal gerilim sigortası görevi görür.

Namaz ve oruç, bireysel ve kişisel
gelişme ve yükselişe; infak ise, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan
arındırma yanında, toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikroplardan arınmaya,
toplumsal bünyenin sağlıklı bir şekilde serpilip büyümesine, gelişmesine hizmet
ediyor. İnfakın bir ibadet oluşunun anlamı burada gerçekleşiyor; İnfak,
toplumsal ibadettir. "Onların mallarından sadaka al. Onunla kendilerini
temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun." (9/Tevbe, 113) Temizleme ve tezkiye;
bu iki kelime, zenginin ruh ve nefsinin, mal ve servetinin hem maddî hem de
manevî yönden temizlenme ve arınmasını içine almaktadır. İnfak
eden,
başta cimrilik olmak üzere birçok kötü huy ve alışkanlıktan arınır. Cimrilik,
fert ve toplum için kötü bir hastalıktır. Bu hastalık kişiyi mal uğruna kan
dökmeye, kul haklarına tecavüz etmeye, haramlarla da olsa mala hırs göstermeye
götürür. İnfak, mü'mini mala tutkunluk zilletinden temizler, paraya kulluk
bağından kurtarır. İslam, insanın sadece Allah'a kul olmasını, Allah'tan başka
her şeyin esaretinden kurtulmasını, yaratılmışların efendisi olma özelliğini
korumasını arzu etmektedir. Bunun bir yolu da, zenginin infak ederek hem
Allah'ın emrine boyun eğmesi, hem de dünya malının kendisine geçici bir süre
için tevdi edilmiş bir emanet olduğunun bilincine varmasıdır.

İnfak, Allah'ın verdiği nimetlere
şükürdür. Namaz, oruç gibi bedenî ibadetler, Allah'ın ihsan ettiği vücut sıhhat
ve selametinin şükrüdür. Her çeşit infakı içeren malî ödemeler de mal nimetinin
şükrüdür. Bu duygularla infak eden mü'min, her nimetin, mesela sağlığın, ilmin,
sanatın şükürlerinin de o nimetlerle ödeneceğinin şuuruna varır.

Sosyal dayanışma sisteminin temelini
oluşturan zekat ve diğer infak çeşitleri, bir ibadet anlayışıyla ele alınması ve
fakir, kimsesiz, muhtaç,yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yardıma muhtaç bütün
sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslam'ın toplumsal bütünleşme, kaynaşma
ve dayanışmaya büyük bir önem verdiğini gösterir. Her türlü infak, malı ve malın
bereketini artırır. Yoksul zümrelerin eline geçen para, her şeyden önce insan
onurunu geliştirir, iş gücü kalitesini artırır. Bunun yanında artan satın alma
gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi, ekonomik hayata dinamizm getirir.
İnfak sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. İslam
kardeşliği de böylece gerçekleşir.

Rasulullah'ın benzetmesiyle
müslümanlar bir vücut, bir bünye gibidir. Vücudun bir âzâsı sızlayınca bu ağrıyı
öbür organların duymaması, bu derdi paylaşmaması mümkün mü? Hayır, çünkü böyle
bir durum, vücudun fıtrî -doğal- yapısına terstir. Toplumda fakirlerin haklarına
riayet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde tedbir
alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı
şekilde fakirlerin haklarına tecavüz, sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler
alınmazsa canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını yitirmesine yol
açacaktır. Bu durum, toplum üzerindeki ilahî yardımın, rahmet ve bereketin
çekilmesi demektir. Bugün toplumumuzda görülen ekonomik problemlerin önemli bir
kısmı bu hastalıkla ilgilidir.

Mü'min, Allah yolunda dağıtmanın bir
görev ve sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir. Her çeşit
malı ve nimetleri, asıl kaynağı olan
Allah'a nisbet eder. "Onlara rızık olarak verdiklerimizden..." ifadesi
mü'minin özel mülk ve gerçek mâlik anlayışını düzenler. Böylece infak eylemi,
dağıttığı şeylerin kendi özel malı olmadığını, kendi özel mülkiyetinden
tasarrufta bulunmadığını hatırlatarak onun bağış bencilliğini kırar. Mü'minlerin
tüm yaptıkları, Allah'ın verdiği rızıktan infak etmektir. Bir postacıdır, bir
veznedardır, bir emanetçidir mü'min. Bu telkin, asıl verenin, asıl sahip olanın
Allah olduğunu hatırlatır. Böylece mü'min, Allah'ın kendisine verdiği
rızıklardan sorumlu olduğunu anlar. Mü'min, malını istediği biçimde, dilediği
şekilde özgürce harcayamaz. Sadece malını değil; rızık kelimesinin, mülk
kelimesinin kuşattığı tüm maddî ve manevî nimetler konusunda aynı bilinç ve
davranış söz konusudur. İnfak, insanın sahip olduğu her enerjiyi, her gücü
kapsamına almaktadır. İlme sahip olanlar, ilme muhtaç olan insanlardan
ilimlerini saklamamak ve ona ihtiyacı olanlara bu ilmi dağıtmak
zorundadırlar.

Makam, şöhret, çalışma, tecrübe ve
diğer konulardaki imkânlar da böyledir. Bu tür imkânları olanlar, onları sırf
kendileri için saklamamak, aksine buna ihtiyacı olan insanlara dağıtmak
mecburiyetindedirler. Bu sorumluluk, arta kalan bir şeyi verme niteliğinde ve
nafile bir ibadet değil; bir görevi yerine getirme sorumluluğu, bir farzı eda
etme bilincidir.

Mü'minler; Karun gibi toplayıcı değil;
Harun gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar. Verirken tükeneceğinden
korkmazlar. Çünkü veren Allah'tır; "ver" diyen de Allah'tır. "Siz Allah için
bir şey verdiğinizde Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en
hayırlısıdır." (34/Sebe', 39) Mü'min, İblis gibi fakirlikten korkutup
cimriliği emretmez (2/Bakara, 268); İdris gibi cömertliği emreder.

Ne kadar verelim sorusuna Bakara 219.
âyette ihtiyaç fazlasının verilmesi gerektiği; nereye verelim sorusuna 215.
âyette anne-babaya, yakınlara, yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara diye cevap
verirken bunların müslüman veya kâfir oldukları bildirilmemiştir. Hatta, Bakara
26. âyeti kâfirlere hidayet vermek
sana düşmez; sana infak etmek düşer
anlamındadır.

Allah yolunda infakda oran yoktur.
Zekâtta sınır vardır ama sadakada sınır yoktur. Sadaka infakının sınırını İsra
suresinin 29. âyeti göstermiş ve eli boş kalacak şekilde saçıp savurmayı da
yasaklamıştır.

'Sizden birine ölüm gelip 'Ya Rabbi
keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem' demeden önce
size verdiğimiz rızıkdan veriniz."
(63/Münâfıkun, 10) İlminizin sadakasını verin. Makam ve mal varlığınızın
sadakasını verin. Allah yolunda yapılan infakın verildiği zamanlar da önemlidir.
Müslümanların dar ve zor durumlarında yardım edenle, bol günlerinde yardım eden
bir değildir. Rabbimiz Mekke fethinden önce infak eden ve harb edenlere Mekke
fethinden sonra infak ve harb edenlerin denk olmadığını haber veriyor.
(57/Hadîd, 10)

Mü'min, canını yaratanın Allah
olduğunu, malını verenin Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla
cihad eder. Bakara suresi 3. âyetindeki "onlara verdiğimiz rızıktan infak
ederler" ayetini okuyunca, biz verdiğimizi kendi malımızdan değil; Allah'ın
bize emaneten verdiğinden infak ettiğimizi anlıyoruz. Düğün evinde yemek
kazanının başındaki aşçı yemek dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi,
kimsenin başına kakamadığı gibi, "ben malımdan dağıtıyorum" diyerek övünemediği
gibi infakda bulunan kişi de haddini bilir.[1]

Kur'an'dan faydalanabilmenin
şartlarından biri, kişinin, Allah'ın ve insanların hakkını vermek üzere
Kitap'taki talimatlara uygun olarak parasını başkalarıyla paylaşmaya hazır
olmasıdır. Bu çok önemli bir şarttır. Çünkü bir cimrinin veya parayı her şeyden
çok seven bir servet düşkününün, İslam uğrunda malî fedakârlıklar yapması
beklenemez.[2]

Cimrilik, yahudilerin ve
yahudileşenlerin, kapitalistlerin özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun
eğdiğinden paranın mahkûmudur. O yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım
içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir. Fedakârlığın, vermenin tadına varmanın ne
kadar güzel olduğunu, ahiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini
bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul
kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir
endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir eden
para mahkûmları vardır. Halbuki para, mal Allah'ın nimetidir ve bu nimet yerli
yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında da, Allah
katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. "Onlar ki hem
kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın
kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen
nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık." (4/Nisâ, 37)

Rasül-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle
buyurmaktadır: "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki
milletleri helak etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlahi,
infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver
(malını yok et), diye dua ederler." (Riyâzü's-Sâlihin, 1/ 253) "Cimri
kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır."
(Tirmizî, Birr 40)

Paralarından ve mallarından en az
yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler
için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayaca-ğı
serveti biriktirirken; infak sahibi cömert gökyüzünde kendisi ebedî
yararlanacağı serveti biriktirir. İnfak
eden mü'min, istikbalini düşünen
kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü
hazırlamaktadır.

İnsan, malına cimrilik ettiği nisbette
şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için herkesin
kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı herkesin kalbinde
yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen
cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla sadece
kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer
insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü, Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka
veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine
verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenab-ı Hakk'ın ihsanıdır.
Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi
O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. "Allah'ın verdiklerinden
cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar;
bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü
boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah
işlediklerinizden haberdardır." (3/Âl-i İmran, 180)

İnfak, mutluluğun merdivenidir. Alan
kimse, nimetlerden geçici ve sınırlı bir şekilde yararlanırken; veren mü'minin
hazzı kısa sürede sona ermez. Mü'min kalp, mal ile değil; iman ile mutmain olur.
Allah yolunda infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz. Kendi hiçbir şey
değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler
bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah'a aittir. Öyle ise Allah'a
güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızası için malını infak etmekten
çekinmez. Kalpler, cömertlikle, infak sayesinde temizlenir. (Bkz. 92/Leyl,
17-20) Çünkü, küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan sebeplerden biri de aşırı
mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de;
"Serveti de düşkünce seviyorsunuz." (89/Fecr, 20) buyrulur. İşte bu sevgi
ile insan, "ben bu malı infak edersem bana bir şey kalmaz" korkusuna düşer ve
hemen şeytan harekete geçer: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği
emreder." (2/Bakara, 268) Oysa Allah'ın bildirdiğine göre: "mal ve servet
insan için bir imtihandır." (Bkz. 39/Zümer, 49-52) Bu imtihandan başarılı
çıkmanın yolu da cömertlik ve infaktır (bkz. 64/Teğâbün, 15-17).

İnsanların cömertlikten ve infaktan
kaçmasının sebepleri başında: "benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?"
duygusu ile, "başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret zamanında
zahmete düşerim" düşüncesi gelir. İslam dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden
kaldırmıştır. İslam'a göre mal ve servet herhangi bir şahsın tekeli altında
değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teala'nındır. Her şeyin gerçek mâliki
Allah'tır (3/Âl-i İmran179; 57/Hadîd, 10). Kur'an-ı Kerim'de bu durum yirmiyi
aşkın ayette vurgulanmaktadır. Mülk Allah'ın olduğuna göre, tabiî olarak
sahibinin yolunda sarfedilmesi, mü'min için en makul bir olay olarak
değerlendirilir. Mü'mindeki infak ve cömertlik duygusu da bu düşünceden
kaynaklanır.

Hesap gününü düşünen her mü'min, malın
bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mâlî ibadetlerini eda etme hususunda titiz
davranır. Tüketim hırsının alabildiğine kamçılanması ve hesap günü şuurunun yok
edilmesi, başlı başına bir fâciadır. "Kâfirler/inkâr edenler (dünyada)
zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir."
(47/Muhammed, 12). Rasul-i Ekrem de: "Mü'min, bir midesi ile yer; kâfir ise
yedi mide ile yer." (Sünen-i İbn Mâce, hadis no: 3256) buyurmuştur.
Buradaki yedi rakamının mübalağa için olduğu ve mü'minlere darb-ı mesel olarak
zikredildiği âlimlerce belirtilmiştir. Mü'min, dünyaya karşı zâhiddir. Kâfir ise
hırsla doludur. Dolayısıyla mü'min, yemeği, hayatını devam ettirebilmek ve
ibadetlerini eda edebilmek için yemektedir. Kâfirler ise; hırs, şehvet ve lezzet
duygularını tatmin edebilmek için yemektedirler. Elbette yemek ihtiyacı insandan
insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin zorluğuna veya kolaylığına
göre de değişebilir.

Kur'an-ı Kerim'de: "Onların
mallarında isteyenin ve (iffetinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı
vardır." (51/Zâriyât, 19) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü'minlerin mallarıyla,
dilleriyle ve canlarıyla cihad etmeleri, kat'i nasslarla emredilmiştir. İşte
cihadın ilk ve vazgeçilmez çeşidi olan malla cihada infak adı verilir. İnfak
amelinin eda edilmesi için ilk rükûn, imandır. "Kıyamet gününde cehennem
ehlinden olan kimseye denilir ki: ‘Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan
kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?' O kimse, azabın şiddetini
gördüğü için: ‘Evet!.. Muhakkak verirdim' der. Allahu Teala şöyle buyurur: ‘Ben
(dünyada) senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar
âleminde iken, bana hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım.
Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin."
(S. Buhâri, K. Rikak 49; Ahmed b. Hanbel, III/ 218)

İnfak amelinin edası için ikinci
rükûn, ihlastır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de mü'minlerin infak hususundaki
tavırları izah buyurulmuştur: "Yemeğe olan sevgilerine rağmen; yoksulu,
yetimi ve esiri doyururlardı. ‘Biz size ancak Allah'ın rızası için yediriyoruz.
Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz. Çünkü biz Rabbimizden, o
suratların ekşiyeceği çetin günden korkarız' derlerdi. İşte bundan dolayı
Allah, o günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (kalplerine)
sevinç vermiştir." (76/İnsan, 8-11) İhlasdaki seviyelerinden dolayı,
sahabe-i kiram, infak amelini eda için, genellikle gece karanlığından
faydalanmıştır. Buna imkân bulamazlarsa, fakir kimse uyurken, infak edecekleri
malı yanına bırakıp oradan hızla uzaklaşmışlardır. Rasül-i Ekrem'in: "Sağ
elin verdiğinden, sol elin haberi olmasın." (S. Müslim, I/715; Tirmizî,
Tefsiru'l Kur'an 96) tavsiyesi, farz olan zekâtın dışında bütün infak için
geçerlidir.

İnsanın fıtrî hallerinden birisi de,
iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğü kimseden de uzaklaşmaktır. Bu,
esasen her canlıda bulunan bir özelliktir. Fakat bazen öyle iyilik edenler olur
ki, yaptığı iyiliği başa kakarak, insanı "keşke bu iyiliği yapmasaydı"
dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Mallarını (Allah
yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve eziyet
etmeyenler (yok mu?) Onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir
korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir." (2/Bakara, 262)
buyurulmuştur. Yapmış olduğu iyiliği her fırsatta gündeme getiren ve
karşısındaki insanın hislerini rencide eden kimse "infakını iptal etmiş"
hükmündedir. Zira iyiliği başa kakmayan ve diliyle eza vermeyenler için korku
kaldırılmıştır. Diğerlerine gelince, Allah Teaala: "İyi (ve güzel) bir söz
veya bir ayıbı örtme; ardından eziyet gelen (başa kakılan) bir sadakadan
hayırlıdır. Allah (kullarının infaklarından) müstağnidir, halimdir."
(2/Bakara, 263) hükmünü beyan buyurmuştur. Bilindiği gibi, güzel bir söz veya
bir ayıbı örtmek için, mutlaka zengin olmak gerekmez. Her mü'min (zengin veya
fakir) bu ameli eda edebilir. Bu ayette, beliğ bir üslupla, önce infakta
bulunan, daha sonra (bu sebeple) eziyet eden mükellefin, amelinin (sevap
açısından) iptal edildiği haber verilmiştir. Dolayısıyla infak amelinin
değişmeyen iki rüknü vardır. Birincisi, iman; ikincisi ihlastır.

Kimlere infak edilmesi gerektiğini
Kur'an açıklar: "Onlar hangi şeyi (ve kimlere) infak edeceklerini sana
sorarlar. De ki ‘maldan vereceğiniz nafaka, öncelikle annenin, babanın,
akrabanın, yetimlerin, yoksulların ve ibn-i sebil'in (yolcunun, misafirin)
hakkıdır. Her ne işlerseniz, şüphesiz ki Allah onu çok iyi bilendir."
(2/Bakara, 215) Ayetteki sıralamaya ve önceliklere dikkat edilmesinin
önemini de tekrar hatırlatalım. Peyğamberimiz de infak hususunda tercih
önceliklerini şöyle bildirir: "Evvela kendinden başla (kendi ihtiyacını
karşıla)! Şayet bir şey artarsa ailene, ailenden de bir şey artarsa akrabana
ver. Akrabana verdikten sonra bir şey artarsa şöyle ve şöyle yap buyurdu. Ve
önünde, sağında, solundaki muhtaçlara ver diye işaret etti." (S. Müslim,
Hadis no: 41 -997-)

Kur'an-ı Kerim'de: (Sadakalar,
infaklar) Allah yolunda kendisilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar
yeryüzünde dolaşmaya muktedir olamazlar. (Hallerini) Bilmeyenler, iffet ve
istiğnalarından (hallerini gizlemelerinden) dolayı onları zenginlerden sanır.
Sen (ey Peygamber) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük
edip de bir şey istemezler. Siz ne mal harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla
bilendir." (2/Bakara, 273) buyurulmuştur. Rasül-i Ekrem, gerçek fakiri şu
şekilde tarif etmiştir: "Asıl fakir, ortalıkta dolaşıp dilenen, kendisine
bir-iki hurma veya lokma, ya da ekmek parçası verilen kimse değildir. Kendisine
yetecek kadar rızık bulamayan, hali bilinmediği için sadaka da verilmeyen,
kimseden de bir şey talep etmeyendir." (S. Müslim, I/719; Ahmed bin Hanbel,
I/384; Muvatta, II/924)

İslam toplumu, "iyilik ve takva
hususunda yarışma"yı esas alan fertlerin bir araya gelmesiyle hayatiyet kazanır.
İman eden, salih amel işleyen,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar hüsrandan kurtulabilirler.
İnfak amelinde, riayet edilmesi gereken en önemli prensip şudur: Mükellef, en
sevdiği şeyi infak edecektir. Bu husus, kat'i nasslarla sabittir: "Siz
sevdiğiniz şeylerden infak edinceye, (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla
birr'e, iyiliğe ermiş olamazsınız. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu
bilendir." (3/Âl-i İmran, 92) Bu ayet-i kerime inzal olunca, sahabe-i kiram
infak hususunda birbirleriyle yarışmışlardır. Ensardan Hz. Talha (r.a.) Mescid-i
Nebi'nin karşısında bulunan ve Beyraha denen çok kıymetli bahçesini infak
etmiştir. (S. Müslim, K. Zekât 42) Hz. Ömer, malının en iyisi olan Hayber
hurmalığını vakfeder. Hz. Câbir (r.a.): "Ben hicret edenlerden veya ensardan mal
sahibi olup da infakta bulunmayan hiç kimseyi hatırlamıyorum" diyerek, sahabenin
bu husustaki tavrını izah etmiştir.

Rasül-i Ekrem'in: "Veren el, alan
elden daha hayırlıdır." (S. Müslim, K. Zekât 32; hadis no: 94 –1033-)
buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü'minler, en sevdikleri mallardan, ihlasla
infakta bulunmalıdırlar. İslamî mücadelenin hedefine varabilmesi için iyilik ve
takva hususunda birbirleriyle yarışan, muttakî mü'minlere ihtiyaç vardır. Bu
husus asla unutulmamalıdır.[3]

Kur'an'ın koyduğu ilkelerin başında
yer alan infak konusu oldukça önemli bir konudur. Bir insanı tanımak
istiyorsanız, o insanın hayatında infakın yerini araştırınız. Araştırınız, çünkü
çok önemli bir ipucu yakalamış olursunuz. O, insanın kalitesini anlamada
yardımcı olur. Evet! Allah için vermek, infak etmek, çok büyük bir meziyettir.
İnfak, sahibini yüceltir, Allah katında sevimli kılar. Allah Rasulü, bir çok
hadislerinde vermeyen, infak ruhu gelişmeyen ve Allah için vermeyi bir vicdan
zevki haline getirmeyenleri uyarmış, ikaz etmiştir. Hatta cimri olan bir âlime,
cömert olan fakat İslam adına fazla bir şey bilmeyen insanları tercih etmiştir.

Rabbimiz Kur'an'da sıkça arınan ve
sakınanlardan bahseder ve onlara özel iltifatlarda bulunur. Ayrıca arınmanın
yolunu da gösterir. Bu konuda Rabbimiz infak ederek arınacağımız konusunda
telkinde bulunur. "O (mü'min) ki, malını (Allah için) vererek arınır,
yücelir." (92/Leyl, 18) Demek ki arınmanın yolu infak etmekten geçer. İnfak
edersek kalben ve ruhen arınırız. İnfak ederek manen yüceliriz. Gerçek iyiliğe
kavuşuruz. Olgun bir kişilik, emin bir şahsiyet oluştururuz. Mallarımızdan O'nun
için infakta bulunursak arınırız. Peki, arınanlara Allah'ın yardımı nedir
sorusuna başka bir ayet cevap vermektedir: "Eğer siz arınır ve sakınırsanız,
Allah sizlere iyilikle kötülüğü birbirinden ayıracak ince bir anlayış verir."
(8/Enfâl, 29) Ahiretteki büyük nimetinden başka bu dünyada gaybî yardımları ile
destekleme taahhüdünde bulunmuştur. Basiretimizi açmayı, gerçekleri görecek gözü
ihsan edecek doğru yol üzere bulunmamızda yardımcı olacaktır. İnfak edenler,
Allah ile aralarında özel bir bağ oluşturacaklardır. Yalnız Allah için vermek,
yalnız O'nun rızasını gözeterek vermek, insanı Allah'a yaklaştıracak, Allah için
olma ve Allah için yapma, amel işleme alışkanlığı kazandıracaktır. Zira Allah
için infak edince insanların duyarak reklamını yapmalarına engel olacak, Rabbim
bilsin yeter diyecektir. Bu anlayış, onu ihsan makamına erdirecek, ruhî bir
olgunluk kazandıracaktır. "Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu hakkıyla
bilendir." (3/Âl-i İmran, 92) Yani, yaptıklarınızı, yardımlarınızı insanlara
duyurmaya, afişe etmeye kalkışmayın. İnfak edeceğiniz şeyleri değersiz şeylerden
seçmeyin. Çünkü Allah hakkıyla bilendir. Ne verdiğinizi ve niçin verdiğinizi
bilir.

Elde avuçta olanı paylaşmak, iman
kardeşliğini ve imanda kemali gösteren bir yüceliktir. Tıpkı Medine'li ensar'ın,
Mekke'li muhacirler ile paylaştığı gibi. İşte gerçek infak böyle olur. Asr-ı
saadetteki infak ile ilgili somut olaylarla kendi durumumuzu karşılaştırmalıyız.
Belki yaptıklarımızın, infak adına yaptığımız teberruların basitliğini, gerçek
infak olmadığını o zaman daha iyi anlamış oluruz. Belki de verdiğimiz küçük
bağışların, vicdanımızın baskısından kurtulmanın aracı ve kendimizi tatmin
yöntemi olduğunu göreceğiz.

Bilindiği gibi Hz. Ebubekir (r.a.)
iman etmeden önce Mekke'nin en zenginlerindendi. İslam ile tanışıp, gerçek
imanın haz ve lezzetini alınca, imanın bir gereği olarak olabildiğine
yardımsever bir kişilik olarak göründü. Nerede yardıma muhtaç biri varsa yanı
başında yardımına koşan biri de vardı: Hz. Ebubekir! Hz. Bilal'ler her türlü
zulüm ve işkence altında inlemeye, mahkûm edilmeye dursun, onları hürriyetine
kavuşturmak için dünyalık adına sahip olduğu tüm varlığını seferber eden biri
vardır: Hz. Ebubekir! Hicret etmek zorunda kalmıştır, ancak yarı yolda karşısına
çıkan Mekke'li müşrik İbni Duğine; "ne olur gitme, ne kadar hayırsever olduğunu
herkes biliyor, bu insanların sana ihtiyacı var. Senin yardımına, fedakârlı-ğına
ihtiyacımız var." diyerek himayesinde Mekke'ye geri getirdiği insan da yine Hz.
Ebubekir (r.a.)'den başkası değildir.

Aslında Peygamber'e gönül veren tüm
ashabda bu ruhu görmek mümkündür. Ancak Hz. Ebubekir'de bu şuur daha bir
belirgin idi. Bunun için misalimizi ondan verelim: Tebük seferine çıkılmak
üzeredir. İslam savaşçılarına silah ve mühimmat gereklidir. Bunun için sevgili
Peygamber, müslümanlardan infak etmelerini istemiştir. Hz. Ömer uzun zamandan
beri Hz. Ebubekir'in infak anlayışına gıbta etmektedir. İşte fırsat doğmuş,
ondan daha fazla infak etmenin sırası gelmiştir. Herkes gücü yettiğince infak
eder ve geçer. Sıra Hz. Ömer'e geldiğinde: "Ya Rasulallah! İşte malım, tam
yarısını Allah için infak ediyorum." diyerek gönüllerde taht kurmuştur. Ancak
sıra Hz. Ebubekir'e gelmiştir. Büyük bir özveri ve fedakârlık ile: "Ya
Rasulallah! İşte malım, tamamını infak ediyorum." dediğinde, Efendimiz (s.a.s.)
itiraz etmişti: "Ya Ebabekir, ehline, çoluk-çocuğuna bir şey bırakmadın mı?" Hz.
Ebubekir: "Allah ve Rasulü'nü bıraktım, yetmez mi ya Rasulallah, kâfi gelmez mi
ya Rasulallah?" diyordu. Malının tamamını infak etmek her babayiğidin kârı
değildi. İşte gerçek infak bu ve benzerler idi. Şimdi kendi yaptıklarımızın ne
kadar komik kaldığını, aylık gelirimizin yüzde kaçına tekabül ettiğini görerek,
kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir.[4]

İslâm hukukunda infakın kapsamı
geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını
kapsamına aldığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekat; sadaka ve
benzeri yardımları da anlamı içine alır. Zekât gibi miktarı belli yardımlaşma
hükümleri gelmeden önce, ashab-ı kiram, yoksullar için ne kadar
harcayacaklarını bilmiyorlardı.

"Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda
harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz."
(3/Âl-i İmran, 92)

"Sarfettiğiniz her hangi bir şeyin
yerine O daha iyisini koyar."
(34/Sebe', 39)



[1]
Şifa Tefsiri, 1/ 85-86.


[2]
Tefhimül Kur'an, 1/ 49.



[3]
Kelimeler Kavramlar II / 78-82.


[4]
Ahlak Bilinci, 86-90.