Fecir | Konular | Kitaplar

B- Hareket

B




B- Hareket

 

Yani cahiliyyeti temsil eden maddi güçlere karşı
İslam'i bir güç hazırlamak ve cahiliyyeti ortadan kaldırıp onun yerine İslamı
yerleştirmektir.

Hedefi bu şekilde belirttikten sonra şu
meselelerin de göz önüne alınması gerekir:

1)
Cahiliyyet ile çarpışma kaçınılmaz olduğu için, buna karşı daha önceden
hazırlıkta bulunmak vaciptir.

"Bütün cahiliyyetler kulların kullara kulluğu ve
Allah'tan başkalarının ilahlaştırılması temeline dayanır. Veya Allah'tan başka
ilahların bulunduğu esasına istinat eder ki cahiliyetin yapısı itibarı ile hiç
fark yoktur. Cahiliyyet inancı ister birden fazla ilahların varlığına inanmak
şeklinde, ortaya çıksın isterse Allah'ın yanında başka güç ve sulta
kaynaklarının mevcudiyeti esasına istinat etsin hiç fark yoktur. Bu ikincilerde
de nihayet birincini özellikleri insanlara verilmektedir.

Rasullerin daveti ise her zaman Allah'ın birliği
ve sahte ilahların yıkılması esasına dayanır. Yani yalnız ve yalnız Allah'ın
dinine bağlanıp Allah'tan başka ibadete layık ilahın bulunmadığı ve yegane
hakimiyet ve saltanatın Allah'a ait olduğu esasına dayanır. İşte bunun için
temelden cahiliyyetin dayandığı esaslarla çatışır. Ve bu yüzden onun varlığı
cahiliyyetin varlığı için en büyük tehlike olur. Hele bir de tevhid
temsilcilerinin özel bir birlikleri olur da cahiliyyet birliklerinden fertler
kopmaya başlarsa, inanç ve hareket yönünden cahiliyiyyet erbabından tamamen
ayrılıacak olursa, ayrı bir kumandaya ve ayrı kaynak noktasına sahip olacak
olursa o zaman bu sataşma daha da sert olur. Aslında her zaman ve her yerde
mevcut olan tevhidçi hareketin sahip olması gereken asıl hususlar da bunlardır.

Cahiliyyet birliği birbirine bağlı organik bir
yapıya sahiptir ve itikadi yönden kendi varlık temelini tehdit eden, varlığına
hücum eden ayrı ve kendi başına birlik olmuş bir tevhidi inanç sistemi
bağlılarını görecek olursa; işte o zaman cahiliyyet erbabı tevhid ehli
karşısında hakiki tutumunu takınır. Ve çatışma başlar.

Aslında bu çatışma aralarında barış ve anlaşma
için de yaşama imkanı olmayan iki varlığın arasındaki çatışmadır... Bu savaş her
biri diğerine tamamen zıt iki inanç sistemi arsındaki sürekli bir savaştır."



(Fi-Zilal-il Kur'an c:13 s:142)

2)
Cahili düzenle karşılıklı çarpışma için ciddi bir şekilde hazırlanmak gerekir.
Zira bu çarpışmanın zamanını ve yerini tayin etmek müslüman cemaaten arzusuna
bırakılmamıştır. Kafirlerin müslümanlara alçakca ve sinsice bir darbe
indirmeleri her zaman ihtimal dahilindedir. cahiliye, herhangi bir zamanda elini
çabuk tutarak onlara bir darbe indirebilir ve bizzat kendisi erken hareket etmek
sureti ile dizginleri elinde tutmak isteyebilir. Ancak bu, acelecilik etmek ve
düzensizlik içinde bulunma anlamına gelmez. Sadece herhangi bir cimriliğe veya
tembelliğe düşmeksizin sürekli olarak ve gerçekten samimi gayretler harcamak
anlamındadır. Bu gayret ve çabanın hedefi İslam'i gücün; cahiliyyeden daha üstün
olmasa bile en azından ona denk bir güç haline gelmesidir.

"Beşerin hakem olduğu ülkeyi yıkıp, yer yüzünde
Allah'ın ülkesini inşa etmek, Allah'ın saltanatını gasb eden kulların elinde bu
saltanatı alıp bir tek Allah'a teslim etmek, insanların sistemlerini yok edip
yalnız Allah'ın sistemini hakim kılmak... Evet bütün bunlar tek başına " tebliğ"
ve "açıklamak" yoluyle yapılacak işler değildir. Çünkü insanların omuzuna binen
ve musallat olanlar, Allah'ın yeryüzündeki saltanatını gasbetmek isteyenler
sadece tebliğ ve açıklama metodlarıyla, ellerine geçirmiş oldukları bu
sultalardan vazgeçmezler. Eğer böyle sadece tebliğ ve beyanla vazgeçecek
olsalardı rasuller Allah'ın dinini hakem kılmak için bu kadar zorluk
çekmezlerdi. Halbuki rasuller tarihi (Allah'ın salat ve selamı onların üzerine
olsun) ve nesiller boyu bu dinin karşılaştığı engeller tamamen bunun aksini
gösteriyor.

Allah'ın birliğinin ve alemlerin Rabbi oluşunun
ilanı ile yeryüzünde Allah'ın saltanatından başka bütün sultalara karşı ilan
edilen ve bütün dünyayı içine alan hürriyet fermanı rastgele felsefi bir
terorinin ilanı değildir. Bu ferman pratik olayları, meşru ihtiyaçları
karşılayan bir hareketin ilanıdır. Bu ilahi ferman; ancak hareket ile, beşerin
hayatına hakim olan ilahi nizamla kulları kullara kulluktan kurtarıp eşi olmayan
bir tek Allah'a kulluk ettirmeye sevkeder.

Bu sebeple İslam; insanların pratik ve zaruri
ihtiyaçlarını bütünüyle karşılamak için tebliğ prensibinin yanında hareket
prensibini de kullanmayı ihmal etmez.

İslam'ın tebliğ prensibi inanç ve düşünce
ihtiyaçlarını karşıladığı gibi hareket prensibi inançda da diğer maddi
engellerin yok edilmesini sağlar. Bu engellerin başında da birbirlerine bağlı ve
bitişik olan inanç, düşünce, ırk, tabaka, sosyal ve ekonomik etkenler üzerine
oturan siyasi sultalar bulunmaktadır. Tebliğ ve hareket prensibi ikisi birlikte
insanlığın her türlü pratik ve ameli ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılar.
Yeryüzünde "insanlığın hürriyeti" hareketinin yayılması için "tebliğ" ve
"hareket" prensiblerinin birlikte kullanılması lazımdır."

(Fi-Zilal-il Kur"an: c:9 s:170-171)

3)
İslami teşkilatın bu hazırlıktaki rolü çok önemlidir. İslami teşkilattan maksat;
fertleri arasında organik bağ bulunan ve bu organik bağı idare eden bir lidere
sahip olan islam'i topluluktur. Bu topluluğun fertleri tam bir uyum ve
yardımlaşma içerisinde bulunurlar.

Rasulullah (s.a.s)'ın hayatını dikkatle
incelediğimizde İslam'i teşkilatın önemeni daha iyi anlarız. Allah (c.c) hicret
etmeyip Mekke'de kalan  müslümanlara Medineli müslümanların yardım etmesini
yasaklamıştır. Çünkü bunlar müslüman cemaate katılmamışlar, onlarla hereket
birliğinde bulunmamışlardır. Hatta müslümanlarla antlaşma halinde bulunan
kafirler, hicret etmeyen müslümanlara eziyet ettiğinde de Medineli müslümanların
bunlara yardım etmesi yasaklanmıştır.

"Sonra bazı insanlar da, akide olarak bu dini
kabul ettiler, fakat fiilen İslam toplumuna katılmadılar. Allah'ın şeriatının
hakim olduğu, herşeyin İslam prensipleri dahilinde yürütüldüğü İslam yurdu
Medine'ye hicret etmediler. İslam, Allah'ın şeriatını yürütecek bir vatan sahip
olduğu, Mekke'deki kuruluşunu Medine'de de tamamlama imkanı bulduğu halde
burada, cahiliyyet toplumundan uzak, enerjik İslam toplumunu meydana getirmesine
rağmen bu topluma katılmadılar.

Gerek Mekke'de gerek Medine'de etrafında öyle
inananlar vardı ki, bu akideyi kabul ediyorlar, fakat bu akideye dayanan topluma
katılmıyorlar ve onun önderliğini fiilen benimsemiyorlardı...

Bu insanlar; İslam toplumunun şerefli bir üyesi
olmaya tenezzül etmediler. Allah da onların bu toplumlar olan dostluklarının her
çeşidiyle yasakladı. Çünkü onlar fiilen İslam toplumuna mensup değildiler.
İşte bu insanlar hakkında şu hüküm nazil oldu:

"... İman edip hicret etmeyenlerle, hicret
edinceye kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse
yardım etmek üzerinize borçtur. Fakat sizinle aralarında anlaşma bulunan bir
kavmin aleyhinde değil..." (Enfal:
72)

Bu hüküm gayet mantıklıdır ve bu dine, onun
hareketli ve gerçekçi nizamına gayet uygundur. Evet, onlar İslam toplumunun
üyesi değildirler. Fakat beri tarafta bir akide beraberliği vardı. Evet ama,
sadece bu beraberlik, onları İslam toplumunun üyeleri haline getirmeye kafi
değildir. Ancak kendilerine din hususunda tecavüz edilir ve akideleri tehlikeye
maruz kalır da İslam yurdundaki müslümanlardan bu hususta yardım isteyecek
olurlarsa, o zaman sadece bu hususta onlara yardım etmek müslümanların borcu
olur. Ancak, bu hareket, müslümanların diğer bir devlet, din ve akidelerinde o
insanlara tecavüz etmiş olsun... Burada asıl olan; İslam toplumunun, kendi
maslahatını, faaliyet planını ve düzenlenmiş anlaşmalarını korumasıdır. Birince
derece gözetilmesi gereken husus budur... Hatta, tevavüz; iman ettikleri halde,
İslam toplumuna fiilen katılmayan mü'minlere yöneltilmiş olsa bile, bu hususa
yine de riayet etmek gerekir...

Bu mesele bize; bu dinin, hakiki varlığını
temsil eden hareketli bir nizama verdiği ehemmiyeti gösterir."

(Fi-Zilal-il Kur'an c:10 s: 72-73)