Fecir | Konular | Kitaplar

İktisad; Harcamada Orta Yol

İktisad



İktisad; Harcamada Orta Yol

 

Arapça bir kelime olan iktisad; Orta yolu
tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok
harcamaktan kaçınmak anlamına gelir. İktisad kelimesinin türediği "k-s-d" ve
türevleri Kur'an'da 6 âyette geçer (5/Mâide, 66; 9/Tevbe, 42; 16/Nahl, 9;
31/Lokman, 19, 32; 35/Fâtır, 32). 

İslâmiyet, yeme, içme, giyim, kuşam, eşya
kullanımı gibi her hususla aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiştir.
Savurganlık ve cimriliği yasaklamıştır. İşlerin hayırlısı orta olanıdır. Kur'an-ı
Kerîm'de şöyle buyurulur: "Yürüyüşünde ölçülü ol; sesini kıs (bağıra bağıra
konuşma)" (31/Lokmân, 19); "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme;
büsbütün açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur, açıkta kalırsın" (17/İsrâ,
29). İktisadın karşıtı israftır. İsraf aşırı gitmek, gereğinden fazla yemek,
içmek ve harcamaktır. Bu ise dinimizce yasaklanmıştır. Tutumlu olanlar kimseye
muhtaç olmazlar, rahat ve huzur içinde yaşarlar. "Tutumlu olan fakir olmaz."

İslâmiyet insanlar arasında eşitliğe, güçsüzü
korumaya özel bir önem vermiştir. Zekât ve sadaka övülen davranışlardır. toplum
teşvik edilmiştir. Fakat servet ve refahın tabana yayılması esas alınmıştır.
Servetin, çoğunluğun aleyhine bir azınlığın elinde toplanması yasaklanmıştır.
"Servet içinizde zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın" (59/Haşr,
7) âyeti bunu ifade eder. İslâmiyet özel mülkiyeti korur ve teşvik eder. Emeğe
üretim faktörleri içerisinde büyük değer verir. "Gerçekten de insan ancak
kendi çalıştığını elde eder" (53/Necm, 39) âyeti bunu ifâde eder.

Peygamber efendimiz en kutsal kazancın el emeği
ürünü olduğunu belirtmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/466, IV/141).
Tembellik ve başkalarının sırtından geçinmek yasaklanmıştır. Bu nedenle fâiz
yasak kılınmıştır (bkz. 2/Bakara, 275-279). Teşebbüse de büyük değer
verilmiştir, sermaye emekle beraber değerlidir.

İsraf (savurganlık) yasağı, temel ilkelerden
biridir. Ticarete önem verilmiş ve kâr haddi geniş tutulmuştur. Karaborsacılık
ve haksız kazançlar yasaklanmıştır. Tüketicileri aldatacak faâliyetlerden
kaçınılması istenmiş; malların üreticilerden tüketicilere en kısa yoldan
ulaştırılması amaçlanmıştır (bk. Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre
Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 125-202; Günümüz Ekonomik
Problemlerine İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s. 10 vd.; Orhan Oğuz-İlhan
Uludağ, Genel Ekonomi, İstanbul 1981, s. 39-41; Abdullah Yücel, Şamil İslâm
Ansiklopedisi, c. 3, s. 125-126)

İktisat, amelde itidaldir. İstediğini iyi bilen,
eğilip bükülmeden onu gerçekleştirmeye çalışandır iktisatlı. İktisat, istenen
şeyi iyi bilmek mânâsına geldiğine göre, müslümanın istediği ye Allah rızâsıdır,
öyle olmalıdır. Allah rızâsı Allah'ın emirlerine uymakla elde edilir. Allah'ın
emirlerine uymada, yani ibâdetlerde para ve mal gibi şeyler önemli bir yer
tutar. Her ibâdetin içinde para, mal, mevki, şöhret gibi şeyler vardır. Bunları
müslümanca değerlendirmeyen kimsenin ibâdetleri ne derece kabul olur?

Bedir Savaşının pek çok hikmetlerinden biri de
düşman kervanını vurmak, müşrikleri zayıflatmak, müslümanları iktisâden
güçlendirmekti. Peygamberimiz'le birlikte başlayan dönemdeki İslâm tarihinin ilk
savaşı içinde iktisâdî bir sebebin bulunması dikkat çekicidir. Zaten başta
Peygamberimiz (s.a.s.) olmak üzere, sahâbîlerin tümü, diğer insanlar gibi "dünya
hayatı" yaşadılar. Dünya hayatında paranın, malın, olmadığı yer olabilir mi?
Onlar, her işlerini İslâm'a uygun hale getirdiler, kısa zaman içinde müşriklere,
Pers ve Bizans İmparatorluklarına galebe çaldılar, devirlerinin işlerini İslâm'a
uygun hale getirdiler ve tek süper güç oldular.

İslâmiyet, paraya, mala, sokağa, çarşıya, pazara
müdâhale eden bir dindir. Kapitalizmle, sosyalizmle İslâm'ın alâkası yoktur.
İslâm, insanlarla ilgili her şeyi kendine uygun hale getirmek ister. İslâm'da
önemli olan, öncelikle "şirkten ve haramlardan kaçmak"tır. Şirk ve haramdan
kaçan müslümanlar farz, vâcip ve sünnet sıralamasıyla ibâdetlerini yerine
getiriyorsa, dünya onlar için terakkî ve sınav yeri, âhiret de ebedî saâdet
diyarı olur. Hiçbir müslüman, iktisadın dışına çıkamaz. İnsanın ihtiyaçları,
iktisat ile sıkı sıkıya bağlı olduğu gibi, ihtiyaçların helâlinden temini de
önemli ve sürekli bir ibâdettir.

Kur'ân-ı Kerim, cimriliği de, isrâfı da haram
kılmıştır. "Akrabâya, miskîne/yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de
saçıp savurma... Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır,
(kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın. Çünkü Rabbin rızkı dilediğine çok,
dilediğine az verir." (17/İsrâ, 26, 29-30). Zenginlikte, fakirlikte ve
ibâdette iktisad iyi şeydir. Âyet ve hadislerde geçen, yani İslâmî literatürdeki
iktisaddan kasıt, tutumluluk değildir. Zira, hayırda israf, israfta da hayır
yoktur. İslâm, hem kazandığımızı, hem de harcadığımızıkendi ölçüleri
dâhilinde tutmamızı ister. İslâm'ın dışına çıkan her işlem, iktisaddan çıkıp
ekonomiye girmiştir. Nitekim Kur'an'da şöyle buyrulmuştur: "Biz (servete
kavuştukları için) maîşetlerine/refhlarına şımarmış nice memleketleri helâk
ettik." (28/Kasas, 58). Bir bakıma, şu âyet bu konuya açıklık getirmektedir:
"Allah güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin
(halkının) rızkı, her taraftan bol bol gelirdi. Fakat, Allah'ın nimetlerine
nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve
korku elbisesini tattırdı." (16/Nahl, 112). Bu anlatılanlar bizim için büyük
ibret taşımaktadır. Şu âyet, meseleye iyice açıklık getiriyor: "(Cezayı hak
etmiş bir toplumu) Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik
sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada
kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; Biz de orayı darmadağın
ederiz." (17/İsrâ, 16). Yani, Peygamber lisânıyla, "Nasılsanız, öyle
(bulunduğunuz ve lâyık olduğunuz hale göre) yönetilirsiniz." O yüzden
zenginlik veya fakirliğin hangisinin kendimiz açısından hayırlı olduğunu
bilemediğimizden, "Yâ Rab, beni rızâna uygun noktada bulundur, hakkımda
zenginlik ve fakirlikten hangisi hayırlı ise onu ver" diye duâ etmek en doğrusu
olsa gerektir. Zaten müslüman halkımız da, atasözü olarak şöyle duâ eder:
"Allah, çok verip azdırmasın, az verip gezdirmesin."

İktisat, İslâm nizamı içindedir. "Bir şey,
bütünüyle elde edilemezse, tümüyle de terk edilmez" sırrınca, İslâm nizamı
içinde bulunmayan günümüz müslümanlarının çoğu, imkânı varsa kapitalistçe,
imkânı yoksa ona özenerek yaşamaktalar. Halbuki, hangi düzen ve ortam içinde
bulunurlarsa bulunsunlar, müslümanlar, en azından kendi özel hayatlarında, ev ve
işyerlerinde İslâm iktisadını yaşayabilirler. İslâm'ı yaşayan birkaç kişi bulup
bunlarla bir araya gelebilirler. İslâm'ı yaşayanlar, aralarında işbirliğine
giderek, hem maddî, hem mânevî açıdan kazanabilirler de. Biz, yaşantımızla
İslâm'ı izhar etsek, diğer dinlerin toplumları kitleler halinde İslâm'ı kabul
ederler. En etkili ve tekzip edilmez tebliğ, İslâm'ı yaşamaktır. Zaten ya
inandığımız gibi yaşarız veya yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Parayla, malla
ilgili ibâdetler hayli zordur. Müslümanların çoğu bu hususta başarısızdır.
Felâketlerin çoğu da buradan kaynaklanmaktadır.