Fecir | Konular | Kitaplar

Dini, Kutsal Kitabı Tahrif

Dini



Dini, Kutsal Kitabı Tahrif

 

İsrâiloğullarının peygamberlerine
Allah tarafından indirilen Tevrat'ı  Kur'an tasdik eder. Tevrat'ı bir nur ve
öğüt (21/Enbiyâ, 48), hidâyet kaynağı (17/İsrâ2), bir hidâyet ve rahmet
(28/Kasas, 43) olarak vasıflandırır. Buna karşılık Kur'an, Tevrat'ın tahrif
edildiğini de haber verir. Onlar Kitabı elleriyle yazıp 'bu Allah katındandır'
diye yalan söylemektedirler (2/Bakara, 79). Allah'ın kelâmını
değiştirmektedirler (2/Bakara, 59, 75). Kelimeleri konuldukları anlamlar-dan 
çıkarmaktadırlar  (4/Nisâ,  46;  5/Mâide,  13, 41;   7/A'râf,  162).   Vahyi    
gizlemektedirler (2/Bakara, 159, 174; 5/Mâide, 15; 6/En'am, 91). Vahyi ciddi
muhafaza etmeyip unutulmaya terk etmektedirler (5/Mâide, 13-14)  

İsrâiloğullarının kitaplarını tahrif
ettiğini bizzat Tevrat'ın kendisi itiraf ederek, Yeremya peygamberin dilinden
şöyle söyler: "Allah'ımızın sözlerini değiştirdiniz." (Yeremya, 23/36)

Tevrat'ın tahrif edildiğini anlamak
için derin bir araştırma yapmaya ihtiyaç yoktur. Tevrat satırları arasında
yapılacak kısa bir gezinti, bu kitabın tahrifine dair birçok örneği gözler önüne
serecektir. Tevrat'ta Allah'a oğul isnâd edilir (Tekvin, 6/2; Mezmurlar, 2/7).
Allah'ın, yiyip bitiren bir ateş olduğu ifade edilir (Tesniye, 4/24). Allah'a
yorgunluk isnâd edilir (Tekvin, 2/2). Allah'ın, Hz. Yakub'la güreşip ona
yenildiği gibi komik hikâyeler aktarılır (Tekvin, 32/28).

İftira edilen sadece Allah değildir.
Onun peygamberleri de türlü iftiralara uğrar Tevrat'ta: Hz. Âdem, Allah'ın
dilinden ilâhlaşmış biri gibi tanıtılarak hem Allah'a hem Âdem'e iftira edilir:
"İşte Âdem iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden birisi gibi oldu." (Tekvin,
3/22-23). Hz. Nuh'a içki içiren kızlarının onunla zina ettikleri ve öz
kızlarının bu peygamberden hamile kaldığı söylenir (Tekvin, 19/30-36). Yine aynı
peygambere yapılan bir başka çirkin isnat da torunu Ken'an tarafından sarhoşken
tecavüze uğradığıdır (Tekvin, 9/20-25). Hz. İbrahim de Tevrat'taki iftiralar-dan
payını alır. Bu yüce peygamber, hanımı Sâra'yı kendi elleriyle Firavun'a peşkeş
çeken biri olarak gösterilir (Tekvin, 12/14-19).

Hz. Yakub, Allah'a başkaldıran ve onu
azarlayan biri olarak gösterilir (Sayılar, 11/10-15). Hz. Harun, Tevrat'a göre
altın buzağı putunu yapıp buna tapılmasını emreden biridir (Çıkış, 32/1-5; 24,
35). Hz. Dâvud, Uriya adlı bir komutanının hanımıyla zina eden, ondan gayrı
meşru çocuk sahibi olan ve onunla evlenmek için kocası Uriya'ya komplo kurarak
öldürten bir zorba olarak takdim edilir (II. Samuel, 11/2-27). Hz. Süleyman,
hanımlarından putperest olanların oyununa gelerek puta tapan biri olarak
gösterilir (Krallar, 11/4). Yine aynı peygamberin ağzından şuh ve müstehcen
şiirler verilir (Neşideler Neşidesi, 1/1-4).

İsrâiloğullarının peygamberlerine önce
çamur atıp sonra onu kutsal kitaplarına geçirmele-rini Kur'an şiddetle yerer.
Tevrat'ta yer alan peygamberlerden birçoğu Kur'an'da da yer alır. Ne ki, Kur'an,
kendisinde adı geçen hiçbir peygamber hakkında onların peygamberlik şeref ve
haysiyetiyle bağdaşmayacak hiçbir rivayete yer vermez. Üstelik, tevrat'ta
iftiraya uğrayan kimi isimleri de aklar. Bunlardan biri Tevrat'ta puta tapmakla
itham edilen Hz. Hârun'dur. Kur'an, olayın doğrusunu vererek, Hz. Hârun'un putçu
yahudilere engel olmaya kalktığını, lâkin buna güç yetiremediğini aktarır
(7/A'râf, 150; 20/Tâhâ, 90-94). Tevrat'ta iftira edilip de Kur'an'ın akladığı
İsrâiloğulları peygamberlerinden biri de Süleyman peygamberdir. Tahrif edilmiş
Tevrat' ta sırf boy asabiyeti uğruna Hz. Süleyman, küfre düşen ve putperest olan
biri olarak lanse edilir (I. Krallar, 11/5, 9). Kur'an ise, yahudilerin bu
iftirasını "Onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular" diye
reddederek Hz. Süleyman'ı "Süleyman kâfir olmadı, lâkin (onu tekfir eden)
şeytanlar kâfir oldu" ifadesiyle aklar (2/Bakara, 102).

Ayrıca yaratılış kıssası, Âdem
kıssası, Nuh kavmi ve kıssası, Lût kavmi ve kıssası, Kur'an'da, Tevrat'ta
geçtiği gibi yalan yanlış değil; doğru ve nübüvvet makamına yakışmayacak isnat
ve iftiralardan uzak bir biçimde anlatılır. Burada esas olan, asıl Tevrat'ta
doğrusunun anlatıldığından kuşku duymadığımız peygamber kıssalarının niçin
tahrif edildiği ve yahudileşen İsrâiloğullarının hayatlarına vâkıf oldukları
kendi peygamberlerine böylesine iğrenç isnat ve iftiraları hangi sebeple
yaptıklarıdır. Bu sebeplerden biri siyâsî idi: İsrâiloğulları âlimleri, uzun
süren sürgün ve işgal yılları sırasında her türlü tecavüz ve ahlâksızlığın revaç
bulduğu yahudi toplumunu kendilerine bağlayabilmek için böyle yalanlar
uyduruyorlardı. Güya böylelikle zulme ve tecavüze uğramış toplumu teskin ederek
millî bir görev icrâ ediyorlar ve toplumu moralize ediyorlardı. İkinci sebep
ekonomik idi: İsrâiloğulları  âlimleri aslî  görevleri olan dini tebliğ etme
vazifesini bırakıp işi yatırımcılığa, hatta halktan topladıkları parayla
tefeciliğe dökmüşlerdi. Bu kötü alışkanlıklarından millî felâketler sırasında
dahi vazgeçmiyorlardı. Bunun için halkın bozulan ahlâkını dine uydurmak yerine;
dini tahrif ederek halka uyduruyorlardı. Sonuçta, ahlâksızlık yapan insanlara
"bakın bunu yapan sadece siz değilsiniz, falan büyük, filân ulu kişi de böyle
yapmış" yollu teselli metotları geliştiriyorlardı.

Bu tür bir tahrif yönteminin farklı
bir biçimde günümüz İslâm toplumları arasında da revaçta olduğunu müşâhede
ediyoruz. İlkesizliğin pençesinde olan kimi sorumsuz âlimler, ucuz bir popülizmi
bayraklaştırıp halka ve yöneticilere şirin görünmek için dinin değişmez
değerlerini zorluyorlar. En azından iyiliği yayma ve kötülüğe engel olma
noktasında görevlerini tavsatıyor-lar. Halkı dine uydurmak yerine; dini halka
uyduruyorlar. Câhil yığınların önünde onlara klavuzluk edecekleri yerde
yığınların ardına takılıp sürüden biri haline geliyorlar.

Belki peygamberlerine yahudileşen
İsrâiloğulları gibi doğrudan iftira etmiyorlar, lâkin ne hayatlarıyla, ne
davranışlarıyla ve ne de duygu ve düşünceleriyle peygamberi hatırlatan "örnek"
olabiliyorlar. Aksine "örneği" unutturuyorlar. Dinin özünü değiştirip
peygamberin hâtırasını tahrif ediyorlar. Böylece peygamberlerini mânen
"öldürmüş" oluyorlar. Tabii bu da peygamber-lere yapılabilecek dolaylı bir
hakaret anlamına geliyor. Birgün birileri çıkıp peygamberlerine ve onun
yakınlarına en olmadık iftiraları yapıştırıp, ağıza alınmayacak küfür ve
ithamlarda bulununca, aynen İsrâiloğulları toplumu gibi "neme lazımcılıkla"
sineye çekiyorlar.

Tevrat'ın tahriften korunamamasının
temel sebebi, Allah'ın onu korumayı Benî İsrâil âlimlerine vermiş olmasıdır:
"Rabbânîler ve ahbâr da Allah'ın kitabını korumakla görevlendiril-dikleri için,
onu koruyup kolluyorlardı. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun da
âyetlerimi basit bir ücret karşılığı satmayın. Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir." (5/Mâide, 44). Ne ki, Allah'ın
Tevrat'ı koruma işini kendilerine emanet ettiği İsrâil oğulları âlimleri
Allah'tan korkmayıp emanete ihanet ettiler. Görevlerini yerine getirmediler.
Allah'ın hükmü ile hükmetmediler. Dolayısıyla Allah'ın hükümleri ve o hükümlerin
içinde yer aldığı vahiy unutuldu.

Musa ümmetinin Tevrat'a yaptığının
benzerini Muhmmed ümmeti de Kur'an'a yaptı. Onu taşıması ve iki ayaklı Kur'an
olması gerekenler Allah'tan değil de, yöneticilerden korktukları için
görevlerini ihmal ettiler. Toplum içerisinde hükmedilmek için indirilen âyetler,
para karşılığı ölülere okunmaya, muskalar yazılmaya, anma günlerinde "müsekkin"
olarak kullanılmaya başlandı. Ümmet-i Muhammed, ümmet-i Musa gibi yahudileşme
temayülüne kapılsa da, Kur'an'ın metni, Tevrat gibi tahrif edilemedi. Çünkü bu
iki kitap arasında bir fark vardı. Allah Tevrat'ın korunmasını daha önce
verdiğimiz âyette görüldüğü üzere İsrâiloğulları âlimlerine tevdi etmişken,
Kur'an'ın korunmasını bu ümmetin âlimlerine bırakmayıp bizzat kendisi
üstlenmişti: "Elbette biz, biz indirdik Zikr'i (Kur'an'ı) ve elbette onu
koruyacak olan da biziz." (15/Hicr, 9).

Kur'an, Tevrat'ın tahrifini ifade
ederken, tahrifin hangi şekillerde yapıldığını farklı kavram ve terimlerle ifade
eder:

a- Tahrif yoluyla: Tahrif,
"geri dönmek, yolu değiştirmek, yoldan çıkmak, bozmak, eğilmek, ayağı kaymak"
anlamlarına gelir.  Kur'an'da hepsi de yahudileşenler için kullanılır:
"Allah'ın kelâmını kökünden bozup değiştiriyorlar." (2/Bakara, 75)
"Kelimeleri konuldukları mânâdan çıkarıyorlar." (4/Nisâ, 46; 5/Mâide, 13,
41)

Tahrifin bu çeşidini yahudiler sık sık
yapıyorlardı. Kur'an'dan öğrendiğimize göre, Rasulullah'a gelip "bizi dinle"
diyorlar, hemen arkasından da "dinlemez olasıca" gibi hakaret
ifadesini ekliyebiliyorlardı. (4/Nisâ, 46)  "Bizi gözet,  kolla" 
manasına  gelen  "râınâ"   ifadesini, dillerini ayın harfinde kırarak
çobanımız anlamında "raînâ"ya çeviriyorlardı (2/Bakara, 104).
"Hıtta" yani, "Ya Rabbi bizi affet" demeleri gerekirken, "buğday" anlamına
gelen "hınta" dedik-leri de bu örnekler arasındadır (Buhâri, Tefsir 4;
Müslim, Tefsir 54/1). Peygamberimiz dönemin-de Medine yahudileri de bu tahrifi
gündelik hayatlarında bile yapıyorlardı. Hz. Âişe'nin şahid olduğu bir olaydan
öğreniyoruz ki, onlar Rasülullah'a verdikleri selâmda dahi tahrifat yaparak
"es-selâmu aleyküm" yerine "es-sâmu aleyküm" (kahrol) kelimesini geveliyorlardı
(Buhâri, Edeb 35; Müslim, Selâm 8, 10-12).

Bazı müslüman âlimlerin kelimeleri ve
harfleri değiştirerek yaptıkları tahrife ilginç bir örnek verelim: "De ki,
ben de yalnızca sizin gibi bir insanım" (18/Kehf, 110) âyetindeki
"innemâ" daki "mâ"ya olumsuz anlam vererek, âyeti "De ki, ben
sizler gibi (sıradan) bir insan değilim" gibi tam tersi bir manaya tahrif
etmişlerdir (Mevdudi, Tefhim I/239). İlginç olan da şudur ki, Kur'an'ın
anlamında  bu açık tahrifi yapanlar, Hz. Peygamber'i yüceltme adına bu cinayeti
işliyorlardı.

b- Tebdil yoluyla:
Değiştirerek tahrif etmek manasına gelen tebdil, Kur'an'da iki yerde geçer:
"Onu kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler." (2/Bakara, 59).
"Kelâmı, kendilerine söylenmeyen bir lâfla değiştirdiler." (7/A'râf,
162).

Bu tip tahrif Kur'an'da görülmez.
Ancak aynı tipte tahrif, aynı gerekçelerle hadis külliyatında çok görülür.
Açıklama ve şerhlerin sonradan hadisin metnine dahil edildiğinin sayısız
örnekleri vardır. Bu türden rivayetlere hadis ilminde "müdrec" denir.
Bazılarınca tek lafzî mütevâtir olarak anılan "Kim benim adıma yalan söylerse
cehennemdeki yerine hazırlansın." hadisine belki de öncekilerin tefsir
olarak düştüğü "müteammiden (kasıtlı olarak)" notunun, sonradan metne
eklenmesi bunun en çarpıcı örneğidir.

c- Gizleme yoluyla:
İsrâiloğulları Hz. Musa'ya indirilen kitabın çoğunu gizliyorlardı (6/En'am, 91).
Kitaptaki delilleri ve hidayeti gizliyorlardı (2/Bakara, 159, 174). Kitap
ehlinin gizlediği ilâhî bilgilerden birçok şeyi Kur'an açıklıyordu (5/Mâide,
15). Bile bile gerçeği gizliyorlardı (3/Âl-i İmran, 71).

d- Unutma yoluyla:
Kendilerine gönderilen vahiyle
hükmetmeyip onu unutulmaya terkediyorlardı. "Uyarıldıkları şeyden bir payı
unuttular." (5/Mâide, 13).

e- Uydurma yoluyla:
Uydurdukları yalanları, ya da
tefsirleri bir müddet sonra Kitab'ın metnine ilâve ediyorlar, sonraki kuşaklar
onu da Kitab'ın metninden zannediyorlardı. Her tahrif, "tahlit"i (karıştırma)
beraberinde getiriyordu. Kur'an buna dikkat çeker: "Ey ehl-i kitab, niçin
hakka bâtılı karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?" (3/Al-i
İmran, 71).

Aynı tip tahrifi müslümanlar da kendi
şeriatlarında yaptılar. Hadis uydurmacılığı bunun en tipik örneğiydi. Allah'ın
koyduğu haramlarla yetinmeyip uydurma hadislerle yeni haramlar ihdas ettiler.
Allah tarafından korunmuş kitaplarının tahrif olduğu sonucunu doğuracak yalan
rivayetleri en güvenilir kitaplarına (tefsirlerine, hadis kitaplarına) aldılar.
Selman Rüşti ve Turan Dursun gibi kendi inancına düşman edilmiş zavallıların
elinde İslâm'a karşı kullanacakları birer koza dönüşecek "Garanik" türü
rivayetlerle doldurdular kitaplarını.

Nâsih-mensûh ile ilgili tuhaf ve
Kur'an'dan şüphe uyandıracak rivayetlerle, tefsir ve te'vil adı altında nice
tahrifat içinde Kur'an'a yaklaşımlar söz konusudur.

Müslüman İsrâiloğullarının yahudileşme
alâmetleri, ümmet-i Muhammed içerisinde de tezahür etmiştir. Bunların başında
din âlimlerinin Kitab'ı birtakım gerekçelerle keyfî yoruma tâbi tutmaları
gelmektedir. Bu eğilimin günümüzdeki temsilcileri,  Allah'ın hükmüyle
hükmetmemek, faiz, zina, içki, piyango, heykel ve tesettür gibi konularda tam
bir yahudileşme temayülü sergilemektedirler. Özellikle Bel'am kılıklı âlim
müsveddeleri âyetleri işine geldiği gibi yorumla-yarak tahrif etmeye
çalışmaktadırlar.

"Yoksa, siz Kitab'ın bir kısmına
inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?"
(2/Bakara, 85) Ümmet-i Muhammed,
özellikle nesh konusunda İsrâiloğullarının düştüğü yanlışa düştü. Kur'an'ın iki
kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur.
Şeriatların maksatlarından biri olan "tedrîcilik" sünnetini göz önüne almayan
bir kısım ulemâ, bazı âyetler arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir
kısmıyla mensuh addetmişlerdir. Lâkin, Hz. Peygamber'den Kur'an'da metni bulunan
hiçbir âyet için "bu âyet mensuhtur" biçiminde sahih bir rivayet gelmemiştir.
Ayrıca, mensuh olduğu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak ettikleri bir tek
âyet yoktur.

Sünnetin tahrifi ve İsrâiliyât (hem
yahudi ve hıristiyan kaynaklarından ve hem de modern hurâfeler/çağdaş
İsrâiliyat) tahrif ve tahripleri insanımızın zihinlerini ve gönüllerini allak
bullak etmeye yetmiştir. Çağdaş tahrif akımlarından Bahâilik, Kadıyanilik,
Hurufîlik, Ebcedcilik, Cifircilik, Ondokuzculuk, İskender-i Ekber taraftarları,
devlet âlimi (kapıkulu ulemâsı) olan Bel'amlar, modernist muharrifler
(reformcular) ve daha niceleri sayılabilir. (5)

Yahudileşme temâyülü, yahudilerden
daha tehlikelidir. Çünkü bu ümmet, yahudileşmek-ten korunabilirse, yahudilerle
baş edebilir. Birkaç milyon nüfusla 250 milyonluk Amerika'yı, dolayısıyla
dünyayı yöneten yahudilerden daha korkunç olanı, bu ümmetin yahudileşmesidir. Bu
ümmet, öncelikle yahudilerle değil; yahudileşmeyle mücadele etmelidir. Bugün,
kendi nefislerimizde olan "yahudileşme temâyülü" sonucunda ümmet olarak
geldiğimiz vahim nokta ortada. Ümmetin kıyameti, yahudileşme sonucunda koptu.
Ümmet coğrafyasının çeşitli bölgelerinden gelen feryatlar, bunun acı habercisi.
Her kıyamete bir yeniden diriliş gerek. Eğer nefislerimizde   olan 
"yahudileşme   temâyülü"nü   frenler,   onu  "müslümanlaşma  temâyülü"ne
dönüştürebilirsek, o zaman çölde âvâre kasnakçasına dönüp duran İsrâiloğulları
gibi sıkıştığımız şu zaman çölünden "çıkış"a kadir olup, "arz-ı mev'ûd"a değil
ama Kur'an'da va'dedilen "nasr-ı mev'ûd"a ulaşabiliriz. (6) 

Yahudilerden mü'min olanlara, artık
nasıl yahudi denmezse, müslümanlardan yahudileşenlere de artık müslüman
denilmesi yanlış olur, o artık "yahudi(leşmiş)" bir kimsedir. Kendisiyle münâfık
(itikadî anlamda) alâmeti bulunanlar, hadis-i şerifteki ifadeyle nasıl hâlis/tam
bir münâfık oluyorsa, kendisinde yahudilik alâmetleri bulunanlar da tam bir
yahudi olurlar. Yoksa, yaratılış ve ırk olarak yahudi olmak, ne başlı başına bir
üstünlük, ne de alçaklıktır. İnsanın, kendi elinde olmayan bir sebepten dolayı,
şu veya bu ırka mensup olmasından ötürü gazab edilmesi ve lânetlenmesi Kur'an'ın
bütünlüğüne uygun bir anlayış değildir. İnsan, irâdesini iyiye veya kötüye
kullanmasından, kendi yaptıklarından dolayı ödül veya cezayı hak eder. Önemli
olan Kur'an'da ifadesini bulan yahudi karakterine sahip olup olmamaktır. Aynen,
müslüman bir anne-babadan doğmak, yani ırk olarak müslüman çocuğu olmak,
müslüman sayılmak için kâfi olmadığı gibi.

Batılı kâfirlere, hıristiyan ve
özellikle de yahudilere ait Kur'an'da beyan edilen nice olumsuz özellik, bugün
"müslümanım" diyenlerde hiç eksiksiz bulunmaktadır. Dolayısıyla hıristiyan ve
yahudilere verilecek dünyevî ve uhrevî cezalar, mü'minlerden onları örnek alan
taklitçilere de verilecektir. Bu, ilâhî adaletin gereğidir. Lânete, gazaba
uğrama ve dalâlet/sapıklık hükümleri/damgaları da. Bu değerlendirmeler, fertler
için olduğu kadar; toplum için de geçerlidir. Toplumların, devlet ve rejimlerin
lânetli ve sapık yolu izledikleri zaman, helâkleri ve cezaları tarihtekinden
farklı olmayacaktır.  Sünnetullah'ta  (Allah'ın  toplumsal  kanunlarında) bir
değişiklik olmaz. Saâdeti asra taşımak ve sahâbeleşmek mümkün olduğu gibi,
İsrâil'leşmek de mümkündür. Bu tercih, mutluluk veya felâketi, cennet veya
kıyameti seçmektir. Dışımızdaki yahudiden daha tehlikeli olan, içimizdeki
yahudidir. Kalp ve kafamızdaki, el ve dilimizdeki küfürdür dünyamızı perişan,
âhiretimizi zindan edecek olan. "Ey iman edenler! Siz (önce) kendinize bakın.
Siz hidâyet üzere/doğru yolda olunca dalâlette olan kimseler size zarar
veremez." (5/Nisâ, 105).  Gönüllerdeki yahudiliğe savaş ilân edip içimizdeki
işgali kaldırmadan, dıştakine tavır almak mümkün değildir.   

"Ey iman edenler, iman edin!"
(4/Nisâ, 136) Gâvurlaşmaya, yahudileşmeye, maymunlaşmaya giden yolu bırakıp,
kendilerine nimet verilen peygamberlerin, sıddıkların, şehid ve sâlihlerin
yolunu takip edenlere ne mutlu!

 

İsrailoğulları, Adnan Adıgüzel, Haksöz
Dergisi, sayı 33, Aralık 93, s. 32-35

A. g. yer, s. 35

M. İslâmoğlu, Yahudileşme Temâyülü, s.
24-47

A.g.e. s. 167-175

A.g.e. s. 176-253

A.g.e. s. 13-14