Fecir | Konular | Kitaplar

Nerdesin Ey Güzel İsyan?.

Nerdesin Ey Güzel İsyan




Nerdesin
Ey Güzel İsyan?

 

Olumlu İsyan: Olumlu anlamda isyan,
gerekli şekilde ve gereken yerlere gösterildiğinde cihad farîzasını içerir.
Küçüğüyle büyüğüyle, silâhlısı ve silâhsızıyla, dış düşmanlara, iç düşmanlara,
şeytana veya nefse karşı olanıyla, kâfire veya münâfığa, yani her çeşidiyle
cihad, bir isyandır. Dinin müsaade etmediği durumlardaki isyan ise, fesattır,
fitnedir, anarşi ve terördür. İsyanın gerektiği yerleri tespit, İslâm'a göre
farklı; câhiliyyeye göre farklı olduğundan, nice cihad eylemi, câhiliyye bakış
açısına göre isyan, ayaklanma, terör ve fundamentalizm yaftası yiyebilmektedir.
Müslümana göre de, namaz kılmayan veya tesettüre uymayan, ya da içki içen birisi
Allah'a isyankâr, yani fesatçı, anarşist bir kimse kabul edilir.

Tevhidî çevre içinde, toplumun ve
yönetimin Allah'a itaati şiar edindiği yerde  mü'mine yakışan "işittik ve itaat
ettik" demek olduğu gibi; şirkin ve Hakka isyanın hâkim olduğu yönetim ve çevre
şartlarında mü'mine yakışan "ne işittik, ne de itaat ettik" , yani
"dinlemiyoruz, itaat etmiyoruz!"   demek, kutsal isyanı öne çıkarmaktır.
İslâm'ın hâkim olduğu yerdeki müslümanın temel tavrı ile İslâm'ın mahkûm olduğu
konumdaki tavrı elbette aynı değildir. Bunu Âsiye ismi ile örneklendirebiliriz:
Peygambermiz, câhiliyye döneminde müşrik babaları tarafından çocuklarına
verilmiş olan, manası  şirki çağrıştıran isimleri; anlamı kötü ve ahlâksızlığı
hatırlatan adları değiştirirdi (Bkz. Buhâri, Edeb 108; Ebû Dâvud, Edeb 62; İbn
Mâce, Edeb 32). Bu kabilden olmak üzere "isyankâr, isyan eden kadın" anlamına
geldiği için "Âsiye" ismini değiştirmiştir. Müslüman olmuş bir kadının ismi
Âsiye idi. Rasûlullah (s.a.s.) onun adını Cemile olarak değiştirdi ve ona:
"Sen Cemile'sin" dedi. (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/18; Dârimî, Sünen,
İsti'zân 62). Ama aynı Rasûl, Kur'an'da ismi belirtilmeyen "Firavun'un hanımı"
nın "Âsiye" olduğunu bildirmiş ve ondan övgüyle söz etmiştir  (Buhâri, Enbiyâ
32, 46; Müslim, Fezâilu's-sahâbe 70). Bundan şöyle bir çıkarım yapmak herhalde
yanlış olmaz: İslâm'ın hâkim olduğu, yönetimin ve çevrenin Allah'a itaat
edenlerden teşekkül ettiği ortamda Âsiye/isyankâr olmak büyük bir yanlıştır. Ama
Firavunların hâkim olduğu ve Allah'a itaat etmeyenlerin egemen olduğu ortamlarda
Âsiye/isyankâr olmak; dünyevî açıdan riskli olsa da en temel, kurtuluş için en
emin tavır, Rasûluullah'ın övgüsüne mazhar olan en doğru yoldur.   

Müslüman; ıslah adına, tebliğ adına
dininden ve dâvâsından her çeşit tâvizi verebilen, Allah'ın hor gördüklerini hoş
gören, "gelene ağam, gidene paşam" diyen, tepkisiz, buğzsuz, nefretsiz,
dolayısıyla kişiliksiz insan değildir. Düşünmeyen, hakkı yaşamayan bir çevrede,
mü'min boyun eğen, sesini çıkarmayan, tepki göstermeyen, silik bir şahsiyet
olamaz. "Münkerler" etrafını kuşattığından, en azından kendini kurtarmak,
bulaşıcı mikroplara karşı mücadele ederek koruyucu hekimlik tedbirlerini almak,
yani "nehy-i anilmünker" yapmak mecburiyetindedir. Tevhid eri olabilmek için;
Allah'ın dışında politik, medyatik, sosyal, sanatsal, sportif, maddî, fikrî,
nefsî... alanlardaki tüm ilâhları reddetmek, putların ve putçuluğun her
tezâhürüne, endâdın her görüntüsüne, fanatikliğin her çeşidine tavır almak
olmazsa olmaz bir zarûrettir. Muvahhid olmak, mü'mince yaşamak ve müslümanca
ölmek için tâğutlara, zorbalara, ilahlık taslayan şahıs, ilke ve kurallara,
kısacası Allah'a itaat etmeyenlere "lâ" isyan bayrağını çekmek şarttır. Bu tavır
takınılmadan, izzet ve onurunu korumak da, mü'min kalıp mü'min ölmek de mümkün
değildir (2/Bakara, 256). Trafik ışığı olarak kırmızı lamba konusunda
itaatsizliğin cezası değerlendirilir de, Allah'ın koyduğu helal-haram hududuna
itaatsizlik, her iki dünyada cezasız mı kalır dersiniz?     

İsyan, kıyam, ayaklanma, savaş ayrı
şeylerdir; itaatsizlik ayrı. Küfre isyan edemeyen müslüman,  en  azından 
itaatsizlik  yapmalıdır.  Zâlim   otoritelere   karşı   sivil   tepki   ve  
sivil itaatsizliğin en  güzel  destanlarını  peygamberler  yazmıştır. 
Nemrutlara itaat  etmeyip  putlarını kıran İbrahim, Firavunlara başkaldıran
Mûsâ, câhiliyye şirkine karşı en şanlı direniş, en anlamlı tepki ve en güzel
savaş sayfalarını yazan Hz. Muhammed...

Yeşilciler, çevreciler, hayvan
severler, sendikalar, spor fanatikleri... kadar bile tepkilerini dillendiremeyen
dâvâ adamları(!); sayıları kırkı bulur bulmaz sivil itaatsizlik ve tepkilerini
sokağa taşıran, sloganlar atarak, tevhidi gülle gibi meydanlara savurarak kutsal
isyana giden yolu açanları sadece tarihte yaşanıp bir daha tekrarlanamayacak
masal gibi değerlendirirler. Onların çoğu, zenginliğin ihtiraslı rüyalarının
mahmurluğu içinde dünyevîleşme çarkında veya hor gördüğü müslümanları bırakıp
müşriklere hoşgörüler dağıtmakta, bazıları da tâğutları, kâfirleri darıltmamaya
özen göstermekte, hatta kimse inanmasa da büyük putları sahiplendiğini ilân
etmede veya etliye sütlüye karışmadan gününü gün edip, suya sabuna karışmadan
temizlik(!) peşinde.... Allah'a iman edip tâğuta kulluk yapmak, küfre dolaylı da
olsa hizmet etmek, Allah'a itaat etmeyene muhâlefet bile yapamadan ot gibi
yaşayıp gitmek, her konumdaki ve her zihniyetteki âmire itaat edip emir kulu
olmak, bütün bunlar Allah'a hakkıyla kul olmak isteyen bir müslümandan, cehennem
kadar uzak olması gereken hususlardır.

İbâdetin üç unsuru (kulluk, itaat ve
sadâkat) üzerinde dururken, üstad Mevdûdî, belki bazılarımızın biraz abartılı ve
karikatürize edilmiş bulabileceği bir örnekleme ile ibâdet-itaat ilişkisini ve
bu dengenin kayboluşunu şöyle açıklar:

"Önce ibadet'in bu anlamını kafanızda
tutun, sorularıma ondan sonra cevap verin: Efendisinin  kendisinden  yapmasını 
istediği  işleri  yapmayıp  daima  elleri   bağlı,   efendisinin

önünde duran ve onun ismini anan bir
köle hakkında ne düşünürsünüz? Efendisi ona, ‘git şu şu işleri yap' diyor; köle
bulunduğu yerden kımıldamıyor, eğilip efendisini on kez selâmlıyor, tekrar ayağa
kalkıp elleri bağlı öylece duruyor. Efendisi ona, ‘git falan yanlışlıkları
düzelt' diye tâlimat veriyor; ama adam yine yerinden kıpırdamıyor, efendisinin
önünde eğilmeye devam ediyor. Efendisi ‘hırsızın elini bu kötü işten kes' diye
emrediyor. Bunu duyan köle, hırsızın elini keseceği yerde efendisinin
söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor ve ‘hırsızın elini bu işten
kes' emrini yüzlerce kez tekrarlıyor. Şimdi bu kölenin efendisine gerçekten
hürmet ettiğini söyleyebilir miyiz? Sizin kölelerinizden bir tanesi böyle
davransaydı ne yapardınız Allah bilir! Allah'ın kullarından böyle davrananların
kendilerini Allah'a ibadete adamış olarak kabul etmelerine şaşmıyorum! Böyleleri
sabahtan akşama kadar Allah bilir, kaç kere Kur'an'daki ilâhî emirleri okurlar,
ama bunları yerine getirmek için kıllarını bile kıpırdatmazlar. Diğer taraftan
ha bire nâfile namaz kılar, ellerine binlik bir tesbih alır ve Allah'ın adını
anarlar. Çok acıklı bir makamla Kur'an okurlar! Onları bu halde gördüğünüz
zaman; ‘ne kadar müttakî, ne kadar dindar adamlar' dersiniz. Bu yanlış anlamanın
temelinde ibadetin gerçek anlamını bilmemek yatar. (9)   

Bir örnek de M. İslâmoğlu hoca'dan:
Allah'a inandığını söylediği halde O'na itaat etmeyenlerin durumu, şu askerin
durumu gibidir: Komutan kendisine hayatî önemi olan bir planı verdikten sonra
planın yerine getirilmesi için gerekli emirleri de vermiştir. O planın doğru
olduğunu bilen, buna kalbiyle de inanan ve diliyle komutanın emirlerine
uyacağını taahhüd eden bu adamın verilen emir ve tâlimatların hiçbirini
tutmamasının iki sebebi olur: Ya inanmamıştır, ya da inandığı halde zaafları
yüzünden emri aksatmıştır. İki halde de cezaya çarptırılır; Birinci durumda
inanmayanların cezasına, ikinci durumda da âsilerin cezasına. (10)           



Allah ve O'nun peygamberine isyan,
O'nu tanımamak, O'nun koyduğu kanunları hiçe saymak demektir. Bu da insanın
İslâm'dan uzaklaşmasına sebep olur. Her  tarafından  küfrün  her çeşidiyle her
şekilde kuşatılan günümüzün müslümanı,  müslüman  kalmak  ve  müslüman ölmek
için ateşten gömlek giymeye hazır olmalıdır. "Müslüman" ismini benimsemek, ciddî
ve büyük bir iddiadır. Bu iddianın isbatı, tüm iç ve dış zorluklara rağmen,
itaat ve isyan sınavlarını başarmaktır. Cennetin bedeli itaat; cehennemin sebebi
isyandır.

Allah'ın emirlerini öğrenir öğrenmez
"dinledik ve itaat ettik" deyip hemen eyleme geçen; Allah'ın itaati yasakladığı
ilke, görüş, kural ve kişilere karşı da  "ne dinliyoruz, ne de itaat ediyoruz!"
deyip sözünün eri olan cihad erlerine selâm olsun. 

İsyanınız kâfirlere, zâlimlere ve
hevânıza; itaatiniz Rabbinize olsun!

 

1- Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel
Kavramları, 320-323

2- A. R. Demircan, İslâm Nizamı,
2/173-174

3- M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, 
80-81

4- Mevdûdî, Tefhimu'l Kur'an,
1/370-373

5- A. el-Luveyhık, Dinde Ölçülü
Olmak,  426

6- Seyyid Kutub, Fî Zılâlil Kur'an,
2/482-483

7- Abdülhamid Bilali, Eğitici Dersler,
75-76

8- Ekrem Sağıroğlu, Kur'an'da İnsan ve
Toplum, 92-97

9- Ebu'l Hasan Ali Nedvî, İslâm'ın
Siyasi Yorumu, s. 77 (Mevdûdi'nin Fundamentals

    Of İslam adlı   eserinden naklen)

- M. İslâmoğlu, İman Risâlesi,  345