Fecir | Konular | Kitaplar

Kur'ân-ı Kerim'de İ'tikâf Kavramı

Kur



Kur'ân-ı Kerim'de İ'tikâf Kavramı
 
İslâmî literatürde i'tikâf
olarak meşhur olan, kendini ibâdete ve ideallerine adama eyleminin Kur'an'daki
karşılığı "ukûf"tur. İ'tikâf kelimesi Kur'an'da doğrudan doğruya kendi
kalıbından değil; kök harfleri aynı olan if'âl kalıbından türetilmiş kelimeler
şeklinde, dokuz âyette geçmektedir. Yani, İ'tikâf kavramının türediği kök olan
"a-k-f" kelimesi ve türevleri Kur'ân-ı Kerim'de toplam 9 yerde geçer. Ukûf ile
i'tikâf arasındaki anlamı belirleyen, etkenlik edilgenlik mânâsı kazandıran
türetme kalıplarının farklı olması bakımındandır. Buna göre ukûf; basit bir
ifâde ile adamak anlamına gelirken, i'tikâf adanmak mânâsına gelmektedir.
Birinin fâil ismi (o eylemi yapanın isimlendirilmesi), "âkif/adayan" olurken;
diğerinin "mu'tekif/adanan" olmaktadır. Ukûf kelimesi, dokuz âyetin altısında
olumsuz, üçünde olumlu bir bağlam içinde kullanılmıştır. Bu âyetlerin hepsinin
ortak teması; "insanların hedef ve idealleri için yoğun bir fedâkârlık
göstermeleri, kendilerini amaçlarına kilitleyip bütün benlikleri ile dünya
görüşlerine adanmaları" şeklindedir.
Ukûf, sadece Allah'a
gösterilmesi gereken bir davranış olması gerektiği halde, Kur'an'a göre i'tikâf,
müşriklerin de tavrı olabilmektedir. Putperestlerin putlarına olan sınırsız
sevgi ve bağlılık hissiyatı beslemesi i'tikâf eylemi olarak Kur'an'da anılır.[1]
Sâmirî gibi putperestler, putlarının âkifidir, taptığı putların uğrunda kendini
adamış neferleridir.[2]
İbrâhim Peygamberin babasının ve ve halkının, nihâî kurtuluşa götürmesi asla
mümkün olmayan putlara, her şeyleri ile adanmaları, tüm benlikleri ile
bağlanmaları, gönüllerini kaptırmaları tavrının Kur'an'daki adlandırılma şekli
de, bir ideal için kendini hebâ edercesine adamak anlamına gelen "ukûf" kelimesi
olmuştur. İbrâhim (a.s.)'in babası ve halkı, putları için âkifâne bir bağlılık
tavrı içinde olmuşlardır.[3]
Müşriklerin i'tikâfı; "bâtıl ideolojileri için kendilerini ve imkânlarını var
güçleri ile ortaya koymaları, bütün benlikleri ile putlarına bağlanmaları,
onlara toz kondurmak isteyenleri engellerken de hiçbir fedâkârlıktan
kaçınmamaları" şeklindedir.
Kur'an'da olumsuz anlamda
kullanılan ukûf, "insanların kendilerini adadıkları beşerî değerlere, putlara
ideolojilere olan sınırsız bir sevgi ile bağlanmaları" anlamına gelmektedir.
Diğer üç âyetteki olumlu bağlam içinde geçen i'tikâfın if'âl bâbından
fâili/öznesi olan âkif; adayan mânâsına gelmekte, edilgenlik anlamı veren iftiâl
kalıbından türetilmiş bir masdar olan i'tikâf ise adanmak mânâsını
kazanmaktadır.
"Oruç gecesinde
kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz
de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi
ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramazan gecelerinde) onlara
yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği
(aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin,
için; sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikâfa/ibâdete çekilmiş
olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar, Allah'ın koyduğu
sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini
insanlara açıklar. Umulur ki ittika ederler/korunurlar." (Bakara: 2/187)

İbn Kesîr, bu âyet ile ilgili
olarak şunları kaydetmiştir: Ali bin Abû Talha, İbn Abbas'tan nakleder ki; bu
âyet Ramazan'da veya Ramazan dışında mescidde i'tikâfa giren kişiler
hakkındadır. İ'tikâfa girenlere i'tikâf süresi bitinceye kadar, gece veya gündüz
kadınlara yaklaşmayı Allah yasaklamıştır. (...) İbn Ebû Hâtim der ki; İbn Mes'ud;
Muhammed bin Ka'b, Mücâhid, Atâ, Hasan, Katâde, Dahhâk, Süddî, Rebî' bin Enes ve
Mukatil'in, i'tikâfta iken hanımlara yaklaşılmayacağını söylediklerini nakletti.
Bu nakil, ulemâ katında ittifak edilmiş olan bir husustur. İ'tikâfa giren
kişiye, mescidde bulunduğu sürece hanımına yaklaşmak haram olur. (...)
Fukahâ oruç kitabından sonra
i'tikâf kitabını tasnif ederlerdi. Bunu yaparken Kur'ân-ı Azîm'e uyarlardı.
Çünkü Kur'ân-ı Azîm orucu zikrettikten sonra, i'tikâfı bahis konusu yapmıştır.
Oruçtan sonra i'tikâfın zikredilmesi Allah Teâlâ tarafından i'tikâfın oruçlu
iken yapılmasına dikkatleri çekmek içindir. Ya da Ramazan ayının son günlerinde
i'tikâfa girmeyi teşvik içindir. Sünnet-i seniyyede sâbit olduğuna göre,
Rasûlullah (s.a.s.) Ramazan ayının son on gününde i'tikâfa girerdi. Allah Azze
ve Celle onu kendi katına yücelttiği zamana kadar böyle yapmıştır. (...) Âyet-i
kerimede geçen, "yaklaşmak"tan maksat, cimâ (cinsel temas)dır. Cinsî temas ve
bunun gerekleri olan öpme, sarılma vb. hallerdir.[4] 

"O zaman Biz Beyt'i (Ev'i,
Kâbe'yi) insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak
yapmıştık. Öyleyse İbrâhim için vaktiyle belirlenen yeri ibâdet mahalli edinin.
Nitekim Biz, İbrâhim ve İsmâil'e emrettik: ‘Mâbedimi, onu tavaf edecekler için,
âkifîn (Mescid-i Haram'da duranlar ve i'tikâf edenler) için ve (namazda) rukû ve
secde edecekler için temiz tutun." (Bakara: 2/125)
Âyet-i kerimedeki "âkifîn"
kelimesi hakkında es-Sâbûnî: "Âkif kelimesinin çoğulu olup, bir yerde durmak ve
ondan ayrılmamak" mânâsına gelen ukûf kökündendir. İbâdet maksadıyla Harem'de
ikamet edenler ve oradan ayrılmayanlar demektir"[5]
şeklinde açıklama getirirken, Hasan Basri Çantay, kelimeye "ibâdet kasdıyla
orada kalanlar, Elmalılı Hamdi Yazır ise "ibâdete kapananlar" mânâsını
vermiştir.
Bazı müfessirler, âyet-i
kerimedeki "âkifîn" kelimesi ile "i'tikâfa girenlere de işaret edildiğini
belirtenler bulunmaktadır. Üstelik, bu âyet-i kerime, -Allah Teâlâ Hz. İbrâhim
ve İsmâil'e hitap ettiğine göre- eski ümmetlerlerin şeriatlerinde de i'tikâfın
mevcut olduğunu göstermektedir.[6]
Katâde'den rivâyet edilmiştir ki; "önceleri bir adam i'tikâfa girerdi ve arada
çıkar, eşiyle yatar, yine geri dönerdi. Bu nass ile bu durum yasaklanmıştır."[7]

"Mûsâ ile otuz gece (Bana
ibâdet etmesi için) sözleştik ve bu otuz geceye on gece daha kattık. Böylece
Rabbinin tâyin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı." (A'râf: 7/142)




 



[1]
A'râf: 7/138; Tâhâ: 20/91, 97; Enbiyâ: 21/52; Şuarâ: 26/71; Fetih: 48/25.



[2]
Tâhâ: 20/97.



[3]
Enbiyâ: 21/52; Şuarâ: 26/71.



[4]
İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Y. c. 3,s. 737-738. 





[5]
Safvetu't-Tefâsir, İz Y. c. 1, s. 170.



[6]
Sâbûnî, Kur'ân-ı Kerim'in Ahkâm Tefsiri, Şamil Y. c. 1, s. 176; V. Akyüz,
Mukayeseli İbâdetler İlmihali, İz Y. c. 2, s. 431.



[7]
Elmalılı, a.g.e. c. 2, s. 19.