Fecir | Konular | Kitaplar

Esmâu'l-Hüsnâdan el-Azîz, el-Muızz ve el-Müzill İsimleri

Esmâu

Esmâu'l-Hüsnâdan el-Azîz, el-Muızz ve el-Müzill
İsimleri

el-Aziz: İzzet sahibi, yüce, büyük, her şeye
gâlip olan, mağlûp edilmesi imkânsız olan kimse. Allah Teâlâ'nın esmâ-i
hüsnâsından, doksan dokuz güzel isminden biridir. Allah'ın emir ve irâdesine
karşı koyacak yoktur. O her şeye gâlip gelir. O'nu mağlûp edecek hiç bir kuvvet
yoktur. Allah'ın bu ismi Kur'an-ı Kerîm'de bazen "Doğrusu Allah'ın âyetlerini
inkâr edenler için şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir, "
(3/Âl-i İmrân, 4) âyetinde olduğu gibi, azap ve intikam yerinde gelmiştir. Fakat
bir çok yerde "hakîm": hikmet sahibi ismiyle beraber zikredilmiştir (2/Bakara,
209, 220, 228, 240, 260). Bunun mânâsı; ‘Allah azîzdir, gücü her şeye yeter, her
şeye gâlip gelir, fakat hikmeti ile kötülerin cezâsını te'hir eder' demektir.

Kıymetli, değerli seçkin izzet sahibi, muhterem,
kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nâdir olmak; her
şeye gücü yetmek, hiç bir zaman yenilmemek. Aziz, Arapça "azze" kökünden
gelmekte olup, "ızz" masdarından bir sıfattır, "eızze" ve "eızzâ" şeklinde gelen
kalıpları da vardır.

Istılahta ise; "Aziz" Yüce Allah'ın isimlerinden
birisidir. O'nun mutlak hâkimiyet ve üstünlüğünü ifade eder. O hiç bir şekil ve
sûrette asla yenilgiye uğramayan, her şeye gücü yetendir. O, haksızlık
yapılamayacak kadar güçlüdür. O en üstündür, en yücedir, şeref ve izzet
sahibidir.

İzzet; tam olarak zilletin, yani aşağılık,
düşüklük ve âcizliğin zıddıdır. Aziz ve izzet ile bunların zıddı olan zelil ve
zillet kelimeleri halk arasında da kullanılmakta ve genellikle aynı lugat
anlamını korumaktadır. Bir hitap sözcüğü olarak kullandığımız "aziz" kelimesi,
hitap ettiğimiz topluluğa veya kişiye bir şeref ve üstünlük atfetmekte ve bir
iltifat ifâde etmektedir. Aynı zamanda bir saygı ve bağlılık sözcüğüdür.

Yüce Allah'ın isimlerinden olan "el-Aziz" ismi,
Kur'ân-ı Kerîm'de doksan bir yerde geçmektedir. Fakat hiç bir yerde tek başına
zikredilmemiş; daima Esmâ-ı Hüsnâ'dan diğer bir isimle beraber vârid olmuştur.
Bunların başında el-Hakîm gelmektedir ki, toplam kırk yedi yerde beraber
geçmektedir. Bunu on beş yer ile el-Alîm, daha sonra sırasıyla el-Kavî,
er-Rahîm, Zuntikâm, el-Hamîd, el-Gaffâr, el-Cebbâr, el-Gafûr, el-Vehhâb,
el-Kerîm ve el-Muktedir isimleri takip eder. Aziz isminin geçtiği doksan bir
âyetin ellisi Mekkî, kırk biri ise Medenî'dir. Burada dikkati çeken önemli bir
husus da, Yüce Allah'ın azamet ve kudretini ifade eden bu Aziz sıfatının daha
ziyade Cemâl sıfatlarıyla beraber zikredilmesidir. Bu doksan bir ayetin on
üçünde Zuntikâm, el-Kavî ve el-Cebbâr isimleriyle yani Celâl sıfatlarıyla
beraber geçmektedir. Geriye kalan yetmişsekiz ayette ise Cemâl sıfatlarıyla
beraber geçmektedir. O ne kadar merhametli ve ne kadar affedicidir. Zirâ O
azîzdir, izzet sahibidir, kullarına en çok acıyandır.

Aziz isminin geçtiği ayetlerden birkaç tanesi
şunlardır: 2/Bakara, 129, 209, 220, 228, 240 ve 260; 3/Âl-i İmrân, 6, 18, 62 ve
126; 11/Hûd, 66; 26/Şuarâ, 9 ve 68; 34/Sebe', 6; 38/Sâd, 9 ve 22; 40/Mü'min, 2;
44/Duhân, 49. (4)

"Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen
sanma. Gerçekten Allah azizdir,
intikam sahibidir."
(14/İbrâhim,
47). Allah'ın 'Aziz' sıfatı, O'nun hiçbir
zaman mağlup edilemeyeceğini, her zaman gâlip olanın Kendisi olduğunu ifade
eder. Allah kâinatta mutlak kuvvet sahibidir ve O'ndan üstün hiçbir güç, hiçbir
kuvvet yoktur. Kâinattaki tüm düzeni, insanların sırrını kavramaya güç
yetiremedikleri veya yeni yeni keşfedebildikleri her türlü kanunu yaratan
Allah'tır. Ve bunun yanı sıra yeryüzünde bulunan her canlıyı yaratan da O'dur.
Allah'ın kâinatta Kendini gösteren sonsuz gücü ve kudreti karşısında,
yarattıklarının âcizliği ise apaçıktır. Yarattığı tüm varlıklar ancak O'nun
emriyle hareket edebilmekte, yaşamlarını sürdürebilmekte, belirli bir düzen
içinde var olabilmektedirler.

Kuşkusuz bu âcizlik yeryüzüne hâkim olduğunu
zanneden insan için de geçerlidir. Bir insan ne kadar güçlü, zengin ve itibar
sahibi olsa da, Allah karşısında âcizdir, güçsüzdür. Ne malı, ne parası, ne de
ona itibar eden insanların sayısı, onu Allah'a karşı koruyamaz. Ancak Allah'a
teslim olan, O'nun emirlerine uygun yaşayan, rızâsını kazanmaya çalışanlar
hariç... Allah Kuran'da her zaman kendi taraftarlarına üstünlük vereceğini vaat
etmiştir.

Azîz, ızz masdarından sıfattır. Izz bazen
galebe, bazen şiddet ve kuvvet, bazen değer yüksekliği veya nâdir olmak
anlamlarına gelir. Allah'ın bu vasfını târif eden zâtlar, bu mânâları göz önünde
tutarlar. El-Hattâbî, birinci olarak, "Kendisine üstün gelinemeyen Güçlü",
ikinci olarak da "Eşi, benzeri olmayan" tarzında tanımlar. Et-Taberî, yalnız
galebe ve kuvvet mânâları üzerinde durarak, "İrâde ettiği hiçbir şey Kendisine
mümtenî olmayan, cezâlandıracağı ve intikam alacağı hiçbir kimsenin elinden
kurtulamadığı" şeklinde târif eder. Gazzâlî'nin, sadece üçüncü anlamı göz önüne
alarak, "Ender, ulaşılması güç olan" olarak tanımlayıp galebe ve kudret
mânâlarını hiç düşünmemiş olması şaşırtıcıdır.

Izz maddesinin Kur'an'da fiil şekilleri çok
azdır. Sadece 3 âyette vârid olmuştur: Fe azzeznâ (takviye ettik)
(36/Yâsîn, 14), Tuızzu (azîz edersin) (3/Âl-i İmrân, 26) fiillerinde fâil
Allah'tır. Azzenî (bana üstün geldi) (38/Sâd, 23)'de ise fiil, insana
izâfe edilmiştir. Bu kökten isim olan "izzet" ise 11 yerde görünür; 6'sı Allah
hakkındadır. Bu âyetlerde: İblis Allah'ın izzetine kasem eder (38/Sâd, 82),
"bütün izzetin Allah'a âit olduğu" bildirilir (35/Fâtır, 10; 10/Yûnus, 65).
Allah, Rabbu'l-ızzeh (izzet sahibi Rab)dir (37/Sâffât, 180). Medenî olan bir
âyette "izzet Allah'ın, Rasûlü'nün ve mü'minlerindir" buyrulur (63/Münâfıkun,
8). Aziz olan Allah'a tabiyyet cihetiyle, böylece mahluklara da bu sıfat
verilmiş olmaktadır. Bu şart gerçekleşmezse, izzet "kibir" mânâsına gelen mezmûm
bir vasıf olur (2/Bakara, 206); 38/Sâd, 2). Bir âyetten de, Firavunlar
Mısır'ında yeminin, tanrılaştırılan Firavun'un "izzeti" üzerine yapıldığını
öğreniyoruz (26/Şuarâ, 44). Bu kökün ism-i tafdîl şekli, e'azz, üç yerde
mukayese ifâde eder; "daha güçlü", "daha kıymetli" anlamlarından (63/Münâfıkun,
8; 11/Hûd, 92; 18/Kehf, 34), Allah hakkında olmaksızın getirilmiştir. Müennes
ism-i tafdîl şekli el-Uzzâ, müşriklerin taptığı bir putun adıdır (53/Necm, 19).
Hadis-i şerifte "Ve mâ kaderullahe hakka kadrihî..." (6/En'âm, 91)
âyetinin tefsirinde Cenâb-ı Allah'ın "Ene'l-Azîzu, ene'l-Cebbâru,
ene'l-Mütekebbir = Azîz Benim, Cebbar Benim, Mütekebbir Benim" buyurduğu
bildirilmektedir.

Bu kökün az kullanılmasına rağmen "Azîz" sıfatı
çok görünür. 99 yerden 90'a yakını hep Allah'ı tavsif eder. İzzet masdarının
başta saydığımız belli başlı üç anlamı, sıfat şeklinde de vâriddir. Aziz vasfı,
büyük bir ekseriyetle Allah'ın mutlak kudret ve üstünlüğünü belirten
muhtevâlarda yer alır: "Tan yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve
ayı vakit ölçüsü kılandır. İşte bu, Azîz, Kadîr olanın nizâmıdır." (6/En'âm,
96) gibi birçok âyette durum böyledir. Fakat meselâ Zu'ntikam ismine
bitiştiğinde, galebe mânâsı ağırlık kazanır: "... Alllah'ın rasullerine
verdiği sözden cayacağını sanma; doğrusu Allah Aziz u Zu'ntikamdır"
(14/İbrâhim, 47), yani mutlak gâlip ve cezâlandırandır. Üçüncü anlam olan "ender
olmak, eşi benzeri bulunmamak" ise, Allah'tan başka şeyler hakkında gelmiştir:
"Andolsun, size, içinizden azîz bir rasûl geldi" (9/Tevbe, 128);
"Muhakkak ki O, azîz bir Kitab'dır." (41/Fussılet, 41) gibi. Fakat Allah
hakkında, sarîh olarak böyle bir muhtevâda geldiğine rastlamadık. Azîz, bazen
güç, zor anlamına da kullanılmıştır: "Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yeni
mahlûklar getirir. Bu, Allah'a güç (azîz) değildir." (35/Fâtır, 17) âyetinde
görüldüğü gibi. Bu ismin Allah hakkında kullanılması şu özellikleri gösterir:

Münferid olarak hiç gelmemiştir.

İlk olarak 27. sıradaki el-Burûc sûresiyle
başlayarak, vahyin bütün safhalarında görünmüştür.

Esmâ-i hüsnâdan en fazla Hakîm ismine iktiran
etmiştir: "Azîz Hakîm" 16 defa Mekke, 31 defa ise Medine'de görünür.
Mekkî olanların ekseriya tâbî (sıfat) durumda irad edildiği görülür.

"Azîz Rahîm"
şekli 13 defa görünüp, Mekke devrine inhisar
eder.

"Azîz Alîm"
yalnız Mekke'ye inhisar olup 6 âyette yer alır.
Bu 6 zikirden 4'ünde mevsufsuz, yani özel isim durumundadır.

"Kavî Azîz"
şekli 2 Mekkî, 5 Medenî âyette yer alır.

"Azîz Zu'ntikam"
2 Mekkî, 2 Medenî âyette gelmiştir.

"Azîz Ğaffâr"
sadece 3 Mekkî âyette bulunur.

"Azîz Hamîd"
3 Mekkî âyette görülür.

"Azîz Ğafûr"
2 Mekkî âyette bulunur.

"Azîz Vehhâb"
sadece 1 Mekkî âyette vârid olmuştur.

"Azîz Muktedir"
yalnız bir defa Mekke'de vârid olur; özel isim
durumundadır.

Demek ki "Azîz" ismi, esmâ-i hüsnâdan değişik 10
isimle terkip edilerek geniş bir alana yayılmıştır. Bu isimler bazen birbirini
te'yid eder ("Kavî Azîz", "Azîz Muktedir", "Azîz Zu'ntikam"),
birçok hallerde birbirini dengeler ("Azîz Hakîm", "Azîz Rahîm",
"Azîz Ğafûr", "Azîz Ğaffâr") veya âyetin muhtevâsını hülâsa etmek
gibi başka özellikler ortaya koyarlar.

Hamîd, Rahîm, Alîm, Ğafûr, Vehhâb, Muktedir,
Ğaffâr isimleriyle birleştirilmesi Mekkî sûrelere mahsustur. Medenî sûrelerde
yeni şekiller ortaya çıkmamış, ancak Kavî, Zu'ntikam, Hakîm isimleriyle terkip
edilmesi orada da devam etmiştir. "Azîz Hakîm" neredeyse tek şekil halinde
kalmıştır. Bu şekil 47 defa görünmesine rağmen, mevsufsuz olarak hiç
gelmemiştir. Halbuki çok az sayıda iktiran ettiği müteaddit isimlerle mevsufsuz
özel isim durumunda kullanılmıştır. Toplam olarak 10 kadar âyette özel isim
durumunda görünür ki, bu onu, er-Rahmân, Rabbu'l-âlemîn vasıflarından sonra, en
fazla mevsufsuz kullanılan isim durumuna getirir. Dolayısıyla ulûhiyetin başlıca
husûsiyetlerinden birini ifâde ettiğini, neredeyse bizzat O'na alem olduğunu
gösterir. (5)

el-Muızz: Allah'ın kullarını üstün kılıp
onurlandırdığını, onlara şeref bahşettiğini ifade eder. İnsanları hidayetle
onurlandırdığı için Muızz adı da ancak O'na mahsustur.

el-Muzill: Herhangi bir konuda yetki ve söz
sahibi kişilerin bu durumlarını yitirmeleri ve itibarlarını tamamen kaybederek
haysiyetsiz duruma düşmeleri Müzill isminin tecellisidir.

Bu isim asıl âhirette tecellî edecektir. O gün
zillet içinde bırakılanlar artık telâfîsi mümkün olmayan bir perişanlığa mahkûm
olmuşlardır. Kâfirlerin, nankörlerin ve mücrimlerin seçtikleri yol budur.
Kurtuluş sadece iman ve teslimiyet ile mümkündür.

Muzill: Zillete düşüren, hor ve hakir eden.
"Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve
bilin ki Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor
ve aşağılık kılıcıdır." (9/Tevbe, 2)

Hor ve hakir edilme, Allah'ın inkârcılara
tattırdığı "dünya azâbı"nın bir parçasıdır. Tüm hayatlarını başkalarına gösteriş
yapmak, onlardan takdir toplamak için sürdüren inkârcılar için 'hor ve aşağılık
kılınma', son derece büyük bir azaptır. Allah Kuran'da dünyada verilen bu azâbın
özelliğini şöyle bildirir: "Onlardan öncekiler de yalanladı; böylece azap
onlara hiç şuurunda olmadıkları bir yerden gelip çattı. Artık Allah, onlara
dünya hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı' taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı,
âhiretin azâbı gerçekten daha büyüktür." (39/Zümer, 25-26). İşte Allah, bu
hor ve aşağılık kılıcı sıfatını mü'minlerin ve özellikle de elçinin eliyle
gösterir. Bu gerçeğe, yani müminlerin inkârcılara musallat kılınmasına Kuran'da
şöyle işaret edilmiştir: "... Allah, onları sizin ellerinizle azaplandırsın,
hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun
göğsünü şifâya kavuştursun.
Ve kalplerindeki
öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir."
(9/Tevbe,
14-15)

Kuran'da bize bildirildiğine göre, Hz. Süleyman
kendi iktidarında, inkârcılara korku salmış ve onları hor ve aşağılık kılma
konusunda hiç tâviz vermemiştir. Hz. Süleyman inkârcı kavme yolladığı mesajda
şöyle demişti: "Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların
karşı koymaları mümkün değil ve biz onları oradan horlanmış, aşağılanmış ve
küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (27/Neml, 37)

Öte yandan Allah pek çok âyetinde, âhirette
inkârcılara alçaltıcı bir azap olduğunu haber verir. Bu, inkârcıların dünya
hayatındaki kibir ve büyüklenmelerine karşılık Allah'ın takdir ettiği bir
cezadır. Çünkü dünya hayatında inkârcının en büyük hedeflerinden biri, başka
insanların kendisini takdir etmeleridir. Bu nedenle de hayatını Allah'ı övmekle
değil, kendisine övgü toplamakla geçirmiştir. Allah da cehennemdeki azaplarını
bunun üzerine kurmuştur. Cehennemde müstekbir inkârcı korkunç şekilde rezil
olur, en büyük yıkımı ise insanların karşısında küçük düşüp aşağılanınca yaşar.

"İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara
şöyle denir:) ‘Siz dünya hayatınızda bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi
tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere
büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı
bir azap ile cezalandırılacaksınız."
(46/Ahkaf, 20)

Allah'ın cehennemde hazırladığı horlanma ve
aşağılanma benzersizdir ve bin bir çeşidi vardır. Cehennemdeki bu aşağılanmanın
inkârcıların ruhunda yarattığı küçülmüşlük, fiziklerine de yansır, yüzlerini bir
zillet sarıp kaplar. "O gün, öyle yüzler vardır ki, zillet içinde
aşağılanmıştır." (88/Ğâşiye, 2) "Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları
Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık
gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada
süresiz kalacaklardır." (10/Yûnus, 27)