Fecir | Konular | Kitaplar

Kadının Okumasının Câiz Görülmeyişi

Kadının Okumasının Câiz Görülmeyişi

Kadının Okumasının
Câiz Görülmeyişi:

İslâm'a yapılan saldırılarda,
bu dinin kadınların okumasını uygun bulmadığı iddiâsı sıklıkla kullanılır. Bunun
için de Hz. Âişe'ye atfedilen şu hadis rivâyetine sıklıkla başvurulur:
"Kadınları göze çarpan mevkîlere oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin
ve Sûre-i Nûr'u da iyi öğretin." (Râmûzu'l-Ehâdîs, c. 2, s 480). Kadınlara
okuma yazma öğretilmemesi, onların yanlış şeyler okuyup yazabileceği, yazı
vâsıtasıyla yabancılarla temas kurabileceği, mektuplaşabileceği gibi gerekçelere
dayandırılmıştır. Oysa, ilim öğrenmenin hem erkeğe hem kadına farz olduğu
bilinir/bilinmelidir. Kur'ân-ı Kerim'e göre, bilenlerle bilmeyenler hiçbir zaman
bir tutulmazlar (39/Zümer, 9). Ve Rasûl-i Ekrem, ilim için bir yola giren
kimseye Allah'ın cennet yolunu kolaylaştıracağını (Ebû Dâvud, İlim 1; Tirmizî,
İlim 19; İbn Mâce, Mukaddime 17) belirtmiştir.
Dindarlık adına veya dindarlığı
öne sürerek kadınlara ilim yolunu kapatmak isteyenler ise, İslâm'a saldıran yarı
aydınlara ve müşteşriklere hizmet etme yolundan, dine iftira atmak ve kadınların
cehâletinin vebaline ortak olmaktan öte gidememişlerdir.
Örneğin, müsteşrik Goldziher,
yukarıdaki hadis rivâyetini öne sürerek İslâm tarihinde kadınlara yazı öğretme
işine aralarında ahlâksızlığa yol açacağı gerekçesiyle kısıtlama getirildiğini,
kadınlara yazı öğretilmemesi konusunda resmî düzeyde tâlimatlar yayınlandığını
savunmuştur. Her ne kadar Goldziher bu görüş ve tutumların İslâm'ın temel
öğretilerine uygun prensipler olamayacağını ve zâten kadınlara yazı
öğretilmesine karşı yaygın olan görüşün Şam'ın birçok bilgin kadını tarafından
çürütüldüğünü kaydetse de; bu konudaki incelemesinde "kadınların işi ip
eğirmektir, bunun için ilme gerek yoktur" ve "yazı öğretilen kadın zehirli yılan
gibidir" tarzındaki halk arasında yaygınlıkla kullanıldığını belirttiği
deyişlere, atasözlerine itibar etmekten geri durmamıştır.
Kadınları fitne ve fesat
kaynağı telâkki eden, onlara okuma ve benzeri hakları çok gören yukarıda
örneklerini verdiğimiz sözlerin önyargılı bir yazar için nasıl kolay ve uygun
malzeme teşkil ettiğinin somut ve ibret verici örneklerinden biri, İlhan
Arsel'dir. Şeriat ve Kadın adlı bilimsel olmaktan uzak kitabında yazar, her
türlü kitaptan rastgele derlediği deyişlere hiçbir kayıt koymadan dayanarak ve
bazen de açıklamakta yetersiz kaldığı hadis ve âyet-i kerimeleri keyfince
yorumlamak sûretiyle İslâm'ın temel kaynaklarına ilişkin güvenleri sarsmak gibi
bir amaç taşıyor görünmektedir.
Kur'anî ruhla uyuşmayan,
çakışmayan tarihsel ve geleneksel bir anlayış; müslüman kadını hurâfelerin
belirlediği gibi yeniden câhiliyyenin karanlıklarında tanımlamak istiyordu.
Tebaaya hilâfet vesâyeti adına yaklaşan saltanat geleneği, âile içine de erkeğin
kadına vesâyeti adına, dayatmacı ve buyurgan bir hiyerarşi anlayışını
meşrûlaştırmıştı. Sonuç olarak Hz. Peygamber'in risâletiyle yeniden câhil ve
unutkan insanlığa hatırlatılan kadının insanî hak ve ödevleri, bir kez daha
"istismar ve fitne ihtimali" öne sürülerek sınırlandırılmış; böylece kadının
Kur'an'la ilişkisinin yok olmaya gittiği; âile içinde Kur'anî istişare anlayışı
yerine tek taraflı vesâyetin hâkimiyet kazandığı, eşlerin birbirine "dost,
arkadaş ve yardımcı" olacak yerde "efendi-kul" oldukları bir sürece girilmişti.[1]

Yüce Allah, ilk emrini
"Oku!" olarak indirirken, kadın-erkek ayrımı yapmamıştır. "Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?" (39/Zümer, 9) derken de cinsiyet ayrımı yok.
"Allah'tan ancak âlim kulları hakkıyla korkar" (35/Fâtır, 28) âyetinde Allah
"kulları" kelimesini kullanıyor; bu kelime de kadın ve erkeği içine
alıyor. Kur'an âyetlerini tefsir eden, hadis rivâyet eden, hukukî konularda
görüşüne mürâcaat edilen kadınlarımızın sayısı az değildir. Halife Hz. Ömer'in
halka konuşurken yaptığı hukukî bir hatayı düzelten kadın sahâbeyi hemen hepimiz
biliriz. "İlim, her müslüman erkek ve kadına farzdır." Hükmüne dayanarak
İslâmî bir devlette zarûrât-ı dîniyye dediğimiz ilimlerin beşikten mezara kadar
her ferde öğretilmesini zorunlu kılmıştır. Günümüzde hiçbir devlet on sekiz
yaşına kadar öğretimden kaçmayı başarmış birine bu yaştan sonra okumayı ve
eğitimi zorlayamaz. Ama İslâm devleti, her imkânını kullanarak ölüm ânına kadar
dinin gerekli bilgilerini insana ulaştırmak mecbûriyetindedir.


[1]
C. Aktaş, a.g.m. s. 246.