Fecir | Konular | Kitaplar

İslâmî Harekette Kadın.

İslâmî Harekette Kadın



İslâmî Harekette Kadın

 

Kur'an, hayatı yönlendiren, hayatın her
alanına müdâhale eden bir hidâyet rehberidir. Bu rehberi hayatının düstûru
edinmiş ve yaşadığı çağı Kur'an ile aydınlatmış Rasûlullah (s.a.s.) ise
mü'minler için en güzel örnektir. O, vahyi sadece insanlara aktarmakla kalmamış,
vahyî ilkeleri hayata nakşetmiştir. Bu yüzden, Kur'an'a sadece bilgilenme ve
teorik bazda yaklaşım, Rasûl'ün bütün bir ömür boyunca verdiği mücâdeleyi
anlamamaktır. Bu nedenle Kur'ânî bilginin pratik hayattan kopuk olmaması
gerekir. Çünkü Kur'an ilk elde kişiyi tevhîdî bir bilince ulaştırmayı, tevhîdî
şuur da imanı eyleme dönüştürmeyi gerektirir.

Teori ve pratiğin ayrılmazlığı gereğince,
müslüman kadının Kur'an ve sünnet çizgisinde belirtilen konumunu, hayat alanı
içerisinde ne şekilde yerleştireceğini ve bu noktada karşılaşılan problemleri
değerlendirmek gerekmektedir. Emânetin, kadın-erkek ayrımı yapılmadan tüm
müslümanların sorumluluğu olduğunu biliyoruz. Bu sorumluluğun bilincine varmış
müslümanların inançları gereği olarak toplumu dönüştürme hedeflerini nasıl
gerçekleştirecekleri, nasıl çözüm bulabilecekleri ve bu konuda
karşılaşabilecekleri engeller, bugün hepimizin cevaplamaya çalıştığı soruların
başında gelmelidir.

Yüzyılların verdiği sinmişlikle, toplumun
gidişâtını yönlendirme konusunda yaşadığımız coğrafyada gerçekleştirilmiş ciddî
ve sürekliliği olan bir çaba ve örnek olmadığı için, İslâmî hareket mensupları;
kadınıyla, erkeğiyle bu konuyu ciddî bir şekilde gündemlerine almaları
gerekmektedir. Biz, her şeyden önce inancımız gereği olan tevhîdî yaşam biçimini
kendimizde ve çevremizde doğru birliktelikler oluşturarak yaşayabiliriz. Bunun
için de toplumumuza egemen sistemi Kur'ânî ilkeler doğrultusunda
değerlendirmemiz ve tevhidî mücâdeleyi hep birlikte yüklenmemiz gerekmektedir.



Bu konuda öncelikli görevimiz, tarihsel
yanlış birikimlerin şartlanmışlığını terkederek ve Kur'an dışı sistemlerin
etkisini aşarak Kur'an bütünlüğünden çıkaracağımız mücâdele metodunu hayata
uygulamamızdır. Bu alanda erkeğin öğrenme ve mücâdelesi kadar, kadının da gayret
göstermesi, öncelikle fikrî açlığını gidermesi, Kurânî bilgi ve eğitimi alarak
güncel sorumluluklarını îfâ etmesi gerekmektedir. Toplumdaki yanlış inanışları
değiştirmek, siyasî ve ahlâkî fitneyi kaldırmak, yerine alternatif bir sistem
kurup, toplumun her alanına yaygınlaştırmak hedefinin zorunlu gerekleri
bunlardır. Bu görevleri yerine getiremeyen kadın, İslâmî harekete katılamayacağı
gibi, hareketin gelişimini engelleyici bir rol de alabilmektedir. Toplumun
yarısını teşkil eden önemli bir kitle için düşünsel gelişimini sağlayacak
ortamların hazırlanmaması ve İslâmî mücâdelede âtıl bırakılmasının harekete ket
vurması doğaldır.

Kadın unsurunun İslâmî harekete engel
olması yerine, bizzat İslâmî mücâdelenin bu alandaki boşluğunu doldurması
elzemdir. Müslüman kadının, özellikle yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan bu
kesimin pasifize oluş nedenlerinin araştırılması, İslâmî mücâdeledeki eksiklik
ve ihtiyaçlarının tesbit edilmesi gerekir. Bundan sonra da, kadının yeniden
aktif hale getirilmesi yolları araştırılmalıdır. Bu yapılırken din iyi
tanınmalı, Kur'ânî eğitim alınmalı ve bayanların fikrî seviyesinin
yükseltilmesine çalışmalıdır. Müslüman kadın her şeyden önce kendi konumunu
belirlerken de kulluk görevi olan toplumu dönüştürme hedefini gözönünde
bulundurmalıdır.  Toplumsal hayatı yönlendirmede fikrî aydınlanma kadar, sosyal
hayatı tâkip edip doğru yorumlamak da önemlidir. Yani kadın da siyasî bir
sorumluluğa sahip olmalı, yaşanan olaylarla Kur'an arasında bağlantılar kurarak
Kur'ânî mesajı güncelleştirebilmelidir.

Siyasî sorumluluğunun farkına varmış ve bu
bilinçle İslâmî görevlerini yerine getiren kadın, müslümanlara âit karar
mekanizmalarında ehliyeti oranında yer alabilmelidir. Mücâdele sahasında
toplumun önemli bir kesimini temsîlen istişârî organlara katılmalıdır. Bu
yetkinliğe erişmiş müslüman kadının, ehil olduğu bir konuda söz sahibi olmasına
ve birtakım görevleri üstlenmesine kadın olduğu için engel konulamaz.
Kanaatimizce kadın, yönetim için ehliyetli ise, yani İslâmî sorumluluğunun
bilincinde, yeterli Kur'an bilgisine sahip, siyasî konulara ve siyasî tarihe
vâkıf ve toplumun yapısını tanıyan, yönetme işini yapabilecek kapasitede ve
genel yeterlilikte ise, cinsiyetinden ötürü gerekli yönetim görevlerini almasına
engel olmak doğru değildir. Yönetme, temsilcilik gibi görevlerde esas olan
ehliyettir ve en ehil kim ise görev ona verilir. Kadının böyle bir görevi
almasına engel olacak kesin bir nass yoktur. Hz. Peygamber döneminde kadınların
biatı, savaşlara bizzat katılımı, yine halifeler döneminde bir Peygamber
hanımının ordu komutanlığı ve siyasî muhalefe liderliği yapması konu için önemli
işaretlerdir. Kaldı ki o döneme çok yakın câhiliyedeki kadının konumunu
hatırlarsak verilen haklar ve katedilen mesâfe oldukça önemlidir. Bu bağlamda
herhangi bir görev için yetkinliğe sahip müslümanın o görevi üstlenmesi gerekir.



Tabii müslüman kadınları bugün öncelikle
ilgilendiren sorumluluklarını dar bir çerçeveden çıkarmak ve onu en iyi şekilde
yerine getirebilecek bilinç ve yetkinliğe ulaşmaktır. Buna, sorumluluk ve
haklarını bilmek, Kur'an'ı iyi tanımak, sosyal ve siyasî olaylarla ilgilenerek
kendilerini ve çevrelerini aydınlatmak şeklinde işe başlayabilirler. Yükselen
İslâmî mücâdeleye katılmak, katkıda bulunmak ve ona ivme kazandırmak için
yapılaması gereken öncelikli görevler bunlardır. Ancak, gösterilen gayretlerin
istişârî bir denetimle birbiriyle irtibatlı, ölçülü ve her kesimden müslüman
kadına ve kıza hitap edebilecek kapsamlılığa ulaşabilmesi de şarttır.

Burada, üzerinde önemle durulması gereken
bir nokta da, kadınları bilinçlendirme, birbirleriyle ve diğer müslümanlarla
irtibatlı bir şekilde hareket etme sürecinde kadın-erkek ilişkilerinde
oluşturacakları gelenek veya kurumlaştıracakları örnekliktir. Gelişen İslâmî
hareketlerin karşılaşabilecekleri önemli aksaklıklardan biri de bu alanda
görülebilmektedir. İslâmî bilgilenme ve faâliyet gösterme süresince fıtrî
özellikler gözönünde bulundurulmalı ve kadınlar öncelikle hemcinsleriyle
ilgilenmelidir. Zira tebliğ ettiğimiz vahyî mesaj, muhâtabın bütün hayatını
kuşatmaktadır. Kişinin yaşantısını, özel sorunlarını, özel alışkanlıklarını
kuşatabildiğimiz oranda muhâtabımızı daha iyi tanımış olur ve mesajımızla
hayatını kuşatabiliriz. Kişiyi bu yakınlıkta tanımak ise, onun mahremi olmakla
yakından ilgilidir. Muhâtaplarımızla ilgilenme ve onlara tebliğ etme konusuna ve
bu konunun süreklilik gerektirdiğine dikkat edecek olursak, tebliğde yakın ilgi
kurma olayı, kadınlar ve erkekler arasında kendiliğinden bir iş bölümünü zorunlu
kılmaktadır. Bu, meydana gelebilecek olumsuzlukların önlenmesi açısından dikkat
edilmesi gereken önemli bir husustur.

Kadınların her alanda olduğu gibi, faâliyet
sahasında da diğer kesimden tamamen ayrı ve arada geçilmez duvarlar tesis
edilmesi ifrat çizgisidir. Geleneksel kesimin düştüğü bu yanlış örf düzeltilmeli
ve aşılmalıdır. Ancak, geleneksel düşünce eleştirilip aşılmaya çalışılırken
ikinci bir yanlışa düşülmemelidir. Müslüman kadınların kendi aralarında iletişim
kurma, çalışma yapma ve faâliyet gösterme imkânları varken ve bu yeterliliğe
sahiplerken bu imkânı kullanmayıp erkeklerle birlikte denetimsiz, örneklik
teşkil etme açısından bütünlükten kopuk ve sorumsuz ilişkiler kurulması veya
çalışmalar yapılması gereksiz ve beraberinde sakıncalar taşıyan bir durumdur.
Ancak, sözlerimiz İslâmî mücâdelede kadınlarla erkeklerin irtibatsızlığı
şeklinde de anlaşılmamalıdır. İslâmî hareketin bütünlük içinde ve her alanda
sürdürülebilmesi için böyle bir irtibat gerekli ve aynı zamanda zorunludur.
Ancak, bu irtibat ölçülülük, saygı, iffet duygularıyla kurulan denetimli ve
sınırlı bir ilişkiye dayanmalıdır.

İslâmî mücâdelede gerek bilgi, gerekse
tecrübe açısından erkeklerin birikimi daha fazladır. Bu hüküm, olanı
mutlaklaştırmayı değil; olanı ifâde etmeye yöneliktir. Ve bu birikimlerden,
tecrübelerden faydalanılması zorunludur. Kadınların bu alandaki eksikliğini
gidermesi ve uygun bir seviyeye gelmesi için mârufu gözeten irtibatlar
oluşturulmalıdır. Ayrıca, kadınların kendi alanlarında gösterdikleri
faâliyetlerinin gelişme ve sonuçlarının değerlendirilmesi, hareketin diğer
alanlarıyla irtibatlandırılması ve genel politikaların belirlenmesi için, tabii
ki istişâreye ve temsil sorumluluğuna ehil kişilerin uygun form ve birimlerde
bir araya gelmesi de kaçınılmazdır.[1]      

 

 



[1]
H. Koç, F. Candan, a.g.m. sayı 34, Ocak
94, s. 19-20.