Fecir | Konular | Kitaplar

2- İstihaza ve Hükümleri

2

2- İstihaza ve
Hükümleri:

İstihaza, âzil
diye adlandırılan bir damardan sızıntı şeklinde zamanı dışında kanın akması
demektir. İstihazalı kadının durumu ay hali kanının istihaza kanına
benzemesinden ötürü müşkil bir durumdur. Kan böyle bir kadından sürekli yahut
çoğunlukla akmakta ise bu kadın hangisini ay hali kanı kabul edecek, hangisini
istihaza kanı kabul edecek bundan dolayı orucu ya da namazı terk etmeyecek? Bu
sebeple istihazalı kadın hakkında temiz kadınların hükümleri muteberdir. Buna
göre istihaza kanı gören kadının üç hali söz konusudur:

Birinci hal:
Onun istihaza musibetine uğramadan önce bilinen bir adetinin olması halidir.
Yani istihazalı hale düşmeden önce mesela ayın başında ya da ortasında beş ya da
sekiz gün ay hali oluyordu. Böylelikle ay hali günlerinin sayısını ve vaktini
bilmiş oluyordu. Böyle bir kadının adeti kadar ay hali kabul edilir, namazı ve
orucu bırakır ve onun hakkında ay hali hükümlerine dikkat edilir. Adeti sona
erdi mi gusleder namaz kılar geriye kalan kanı istihaza kanı olarak
değerlendirir .Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Umm Habibe'ye
şöyle demiştir: "Daha önce adetin seni alıkoyduğu kadar bekle; sonra gusl et
ve namaz kıl"[1]
Yine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Ebi Hubeyş kızı Fatıma'ya şöyle
demiştir:

"Şüphesiz ki bu
(kan sızdıran) bir damardır, ay hali değildir. Ay hali vakti geldi mi namazı
terk et."[2]

İkinci hal:
Şayet böyle bir kadının bilinen bir adeti bulunmayıp fakat kanı siyah yahut katı
yahut özel bir kokusunun bulunması gibi adet kanı niteliğini taşımak suretiyle
diğerinden ayırd edilebiliyor; diğer kanı ise kırmızı, kokusuz ve katı olmamak
suretiyle ay hali kanının niteliklerini taşımadığı için ay hali kanından ayırt
edilebiliyorsa, bu durumda ay hali kanı niteliklerini taşıyan kanı adet kanı
olarak kabul eder ve bu süre zarfında namazı bırakır, oruç tutmaz. Bunun dışında
gelen kanları istihaza kabul eder ve ay hali kanı niteliklerini taşıyan kanın
akmasının sona ermesi ile birlikte gusleder, namaz kılar, oruç tutar ve temiz
kabul edilir. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Ebu Hubeyş kızı
Fatıma'ya şöyle demiştir:

"Ay hali kanı
bilinen siyah bir kandır. İşte o vakit namaz kılma! Eğer diğer kan görünürse o
zaman abdest al namaz kıl!"[3]

Bu hadisten
anlaşıldığına göre istihazalı olan kadın kanın niteliklerine itibar eder ve bu
nitelikler ile ay hali kanı ile diğerlerini ayırır ve değerlendirir.

Üçüncü hal:
Eğer kadının bildiği bir adeti ve ay hali kanının diğerlerinden ayırd edici
nitelikleri yoksa, bu durumda kadın çoğunlukla görülen süre olan her aydan altı
ya da yedi günü ay hali olarak kabul eder. Çünkü kadınların çoğunlukla görülen
adeti budur. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Cahş kızı Hamne'ye
şöyle demiştir: "Bu, şeytandan gelen bir tekmedir. Sen altı ya da yedi gün ay
hali olduğunu kabul et; sonra gusl et. Artık bu süreyi bitirdin mi yirmi dört
veya yirmi üç gün namaz kıl, oruç tut. Böyle yapman senin için yeterlidir. Diğer
kadınların ay halinde olduğu gibi sen de böylece yap.[4]

Geçen
açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Adeti olan bir kadın adetine göre hareket
eder. Kanları birbirinden ayıran kadın bu ayırdetmeye göre tutumunu belirler. Bu
iki durumda da olmayan bir kadın altı ya da yedi gün ay hali olduğu kabul
edilir. İşte böylece bu hususta Peygamber sallallahu aleyhi vesellem den
istihaza hakkında varid olmuş üç ayrı sünnet uygulaması bir arada
değerlendirilmiş olmaktadır.

Şeyhü'l-İslam İbn
Teymiyye şöyle diyor: "Alamet olarak kabul edilenler altı tanedir: Eğer adet var
ise bu en güçlü alamettir. Çünkü aslolan ay halinin durumudur. Ayırd edici
özelliklere gelince, siyah ve kötü kokan katı kanın ay hali kanı olması kırmızı
kana göre daha uygundur. Kadınların çoğunluğunda görülen kanı muteber kabul
etmeye gelince, aslolan kişinin daha genel ve çoğunlukla görülen kişiler gibi
değerlendirilmesidir. İşte bu üç alamet, gerek sünnet gerekse konu ile ilgili
olayların değerlendirilmesi sureti ile delil teşkil etmektedir." Daha sonra İbn
Teymiyye bu hususta kabul edilen diğer alametleri söz konusu etmekte ve şunları
söylemektedir: "Bu husustaki görüşlerin en doğru olanı ise, sünnet-i seniyyede
gelmiş olan alametlere itibar etmek, bunların dışındakileri göz önünde
bulundurmamaktır…"


[1]
Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.

[2]
Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[3]
Ebu
Davud ve Nesai rivayet etmiş, İbn Hibban ve Hakim sahih olduğunu
belirtmişlerdir.

[4]
Bu
hadisi İbn Mace dışında kütüb-i sitte sahipleri rivayet etmiş, Tirmizi sahih
olduğunu söylemiştir.