Fecir | Konular | Kitaplar

Borçlar Yazılmalıdır

Borçlar Yazılmalıdır

Borçlar
Yazılmalıdır:

"Ey müminler, birbirinize
belirli bir süre sonra ödenmek üzere borç verdi;iniz zaman bunu yazınız..."
Bu, yerleştirilmesi istenen genel bir ilkedir. Çünkü yazmak, ayetle farz
kılınmış bir emir olup ayetin sonunda hikmeti açıklanacağı gibi belli bir süre
için borç verme durumunda isteğe bırakılmış bir işlem değildir. "..içinizden
biri bunu dürüst bir şekilde yazsın..." Bu da, borcun yazılma
işlemini yürütecek bir kişinin belirlenmesi ile ilgilidir. O da, yazacak
biridir, anlaşmaya taraf olanlardan biri değil. Anlaşmaya taraf olanların
dışında üçüncü bir kişi gerektirmesi ihtiyat ve mutlak tarafsızlık içindir.
Yazanın da iki taraftan birine meyletmeden, metinde eksiltme veya arttırmaya
gitmeden dürüstçe yazması gerekmektedir.
"..Yazan kimse onu Allah'ın
kendisine öğrettiği gibi yazmayı ihmal etmesin..." Burada yüce Allah'ın
yazan kişiye yüklediği sorumluluk, yazmayı geciktirmemesi, çekinmemesi ve
nefsine ağır gelmemesidir. Bu, yüce Allah'ın hüküm bildiren ayetle farz kıldığı
bir emirdir, dolayısıyla bu konudaki hesapları Allah'a kalmıştır. Üstelik bu,
nasıl yazması gerektiğini öğreten yüce Allah'ın nimetine şükretmektir...
"...Yazsın..." Allah'ın kendisine öğrettiği gibi...
Burada yüce kanun koyucu, belli
bir süre için verilen borçların yazılmasına ilişkin ilkenin yerleştirilmesini,
yazma işlemini yürütecek kişinin belirlenmesini ve ona yazma sorumluluğunun
yüklenmesini, Allah'ın, üzerindeki nimetini hatırlamasıyla ilgili latif teklif
ve adaletli davranmasını ilham ettirmekle beraber, bitirdikten sonra yazma
işinin nasıl olacağını açıklayan aşağıdaki maddeye geçiyor.
"...Bu hesabı yazıcıya
borçlu taraf yazdırsın. Ama Rabbi olan Allah'tan korksun da bu hesabı
yazdırırken hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu taraf aptal, zayıf ya da
nasıl yazdıracağını bilmeyen biri ise yazdırma işlemini onun yerine dürüst bir
şekilde velisi yapsın..."
Yazıcıya borcunun miktarını,
şartını ve süresini söyleyecek ve yazdıracak, -yükümlülük altına giren-
borçlunun kendisidir. Bunun sebebi, borç verenin dikte ettirmesi halinde borcun
miktarını arttırmak, süreyi kısaltmak veya kendi yararına belli şartlar
zikretmek suretiyle borçluyu aldatması endişesinin bertaraf edilmesidir. Borcu
olan zayıf bir konumdadır. İhtiyacını gidermeye şiddetle muhtaç olduğundan
itiraz etmeyebilir, dolayısıyla aldanabilir. Borçlu yazdıracak olsa, kendisinden
istenen bağları güzel bir duyguyla yazdırır. Sonra kendisi yazdırınca, ilerde
borcunu kabullenmesi için daha sağlam ve güvenilir bir yöntemdir. Aynı zamanda
borcunu yazdıran borçlunun vicdanını harekete geçirip kararlaştırılan borçtan ve
diğer şartlardan herhangi bir şeyi eksik yazdırmak hususunda Allah'tan
korkmasını temin içindir bu emir. Şayet borçlu aptal ise, kendi işini idare
etmesi doğru değildir. Ya da zayıf ise, -yani küçük veya akli seviyesi düşük
ise- veyahut konuşma bozukluğu, bilgisizlik, dilde herhangi bir arıza, hissi ve
akli bir sebepten dolayı yazdıramayacak olursa, işlerini üstlenen velisinin
"...dürüstçe..." yazdırması gerekmektedir. Borç şahsına ait
olmadığından veli konumunda olan kişinin az da olsa gevşek davranması mümkün
olduğundan anlaşmanın sağlıklı yürümesi, güvencelerin herkesi kapsaması burada
dürüstlüğün zikredilmesi dikkatli davranmak için gereklidir.
Bununla, bütün yönleriyle yazma
işlemine ilişkin açıklamalar son bulmaktadır. Bundan sonra yüce kanun koyucu
başka bir noktaya, şahitlik noktasına geçmektedir.
"...Bu işlemlerinize
erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutunuz. Eğer iki erkek şahit bulunmaz ise
karşılıklı olarak onayladığınız bir erkek ile iki kadını şahit tutunuz, ta ki
biri yanılınca öbürü ona hatırlatsın..."
Sözleşmelerde
"...onayladığınız şahitlerden..." iki şahidin olması kaçınılmazdır.
Onaylamak iki anlama gelmektedir: Birincisi; şahitlerin toplum içinde adil ve
sevilen kişilerden olması, ikincisi; sözleşmeye taraf olanların şahitliklerini
onaylamasıdır... Ancak belli şartlarda iki şahidin bulunması pek kolay olmaz. Bu
noktada şeriat, kolaylaştırma yönüne gitmekte ve kadınları şahitlik yapmaya
çağırmaktadır. Ancak, dengeli müslüman toplumda geleneksel olarak bu tür işleri
erkekler yaptıklarından, esas olarak onları şahitlik yapmaya çağırmaktadır.
Çünkü müslüman toplumda kadınlar geçimlerini sağlamak için çalışmak zorunda
değildirler. Böylece İslâm, kadının anneliğini, kadınlığını ve bugün içinde
yaşadığımız bedbaht, sapık toplumdaki kadınlarda olduğu gibi, çalışmakla elde
edeceği birkaç lokma, birkaç kuruşa karşılık insanlığın en değerli hazinesi ve
gelecek neslin temsilcisi olan çocukları yetiştirme görevini korumuş olmaktadır.
Şayet iki erkek bulunamazsa, bir erkekle, iki kadın bulunsun. Ancak niye iki
kadın?.. Ayet-i kerime varsayımlar ileri sürmemize imkan bırakmıyor. Çünkü kanun
koymada her hükmün sınırları belirlenmeli, açıklığa kavuşturulmalı ve nedenleri
bildirilmelidir.
"...Biri yanılınca öbürü ona
hatırlatsın..." Buradaki yanılma birçok nedenden kaynaklanabilir.
Öncelikle kadının anlaşmalar konusundaki eksik bilgisin, den ve bütün
inceliklerini ve şartlarını kavramamasından kaynaklanır. Bu yüzden gerektiğinde
dikkatli bir şahitlikte bulunabilmesi için olay hakkında zihninde bir tür
açıklık olmaz. Bu noktada konunun şartlarını diğeriyle birlikte hatırlamaya
çalışırlar. Ayrıca kadının heyecanlı tabiatı da yanılmaya neden olabilir. Çünkü
biyolojik, uzvi annelik görevi kadında zorunlu olarak ruhsal tepki meydana
getirmiştir. Bu zorunluluk kadını, çocuğunun isteklerini düşünmeden ve
gecikmeden, çabucak ve canlılıkla karşılık vermesi için duygusallık ve
acelecilikle karşılık vermesini gerektirmektedir. Bu, Allah'ın kadına ve çocuğa
olan bir lütfudur. Kadının bu tabiatı bölünemez. Çünkü kadın -şayet dengeli bir
kadınsa bu tabiata sahip bir bütündür. Ayrıca bu tür işlemlerde anlaşmalara
şahitlik yapmak, bütünüyle heyecandan arınmayı ve olaylar üzerinde etkilenmeden
ve duygulanmadan durup düşünmeyi gerektirmektedir. Burada iki kadının bulunması
-herhangi bir nedenden dolay yanılacak olursa- diğerin hatırlatması için bir
garanti konumundadır. Böylece hatırlamaları ve olayı yalın bir şekilde
aktarmaları sağlanmış olur.
Ayetin başında yüce Allah,
yazmaktan kaçınmamaları için hitabı, yazanlara yönelttiği gibi burada da
şahitlikten kaçınmamaları için şahitlere yöneltmektedir. "...Şahitler
çağrıldıklarında gitmemezlik etmesinler." Buna göre şahitlik için çağrı
yapıldığında karşılık vermek isteğe bağlı olmayıp farzdır. Çünkü şahitlik,
adaletin yerine gelmesi ve hakkın gerçekleşmesi için bir araçtır. Ve bunu yüce
Allah, şahitlerin zorlanmadan, çekinmeden, içtenlikle ve isteyerek şahitlik
yapmaya gitmeleri için emretmektedir. Ayrıca şahitler, şahitlik teklifi
anlaşmaya taraf olanların ikisinden ya da birinden gelse bile her ikisi veya
biri hakkında eklemede bulunmamalıdırlar.
Burada şahitlik hakkındaki söz
noktalanmakta ve yüce kanun koyucu başka bir hedefe, şer'î hükmün konmasındaki
genel hedefe geçmektedir. Burada büyük olsun, küçük olsun- tüm borçların
yazılmasının zorunluluğunu belirtmekte vé küçük borç yazılmaya değmez ya da iki
arkadaş arasındaki hoş görünmek, utangaçlık, tembellik ve önemsememek gibi
nedenlerden dolayı yazmak zorunlu değildir gibi nefse yazmanın ağırlığını
hatırlatan duyguları tedavi etmektedir. Sonra yazmanın gerekliliğinin nedenini
duygusal ve pratik nedenlerle güçlendirmektedir.
"...Borç küçük olsun, büyük
olsun, onu vadesini belirterek yazmaktan üşenmeyiniz. Bu Allâh katında en
dürüstçe, şahitlik için en sağlam ve sizi şüpheden uzak tutacak en
kestirme yoldur." Üşenmeyiniz... Bu, işin sorumluluğunun
değerinden fazla olduğunu hisseden insan ruhunun tepkilerini kavramanın
ifadesidir. "Bu, Allah katında en dürüstçe olanıdır..." Adalete en uygunu
ve en iyisidir. Ayrıca bu, yüce Allah'ın bu davranışı sevip beğendiğini
bilinçlere ilham ettirmektedir. "...Şahitlik için en sağlam... olanıdır"
Herhangi bir şey hakkında
yazılmış bir şahitlik yalnızca hafızaya dayanan sözlü şahitlikten daha
sağlamdır. İki kişinin ya da bir erkek iki kadının şahitliği, bir şahitlikten
daha sağlam ve bir erkek veya kadının şahitliğinden daha doğrudur. "...ve
sizi şüpheden uzak tutacak en kestirme yoldur." Gerek anlaşmanın kapsadığı
açıklamaların doğruluğu hakkında gerekse iş bağlanmadan bırakıldığında sizin ve
sizden başkalarının nefsinde meydana gelebilecek şüphelerin yok edilmesine daha
yakındır.
Böylece bu uygulamaların
tümünün hikmeti ortaya çıkmakta ve iş yapanlar, bu hükmün zorunluluğu,
hedeflerinin inceliği ve uygulamasının doğruluğu konusunda ikna olmaktadırlar.
Çünkü bu doğruluk dikkat, güven ve huzurun ta kendisidir.
Belli bir süre için verilen
borçlar konusunda uygulama böyledir. Peşin ticarete gelince buradaki satış
yazılmaktan müstesnadır. Sözleşmenin zorlaştırdığı, çabucak tamamlanan ve kısa
bir süre içinde yenilenen ticari işlemlerin kolaylaşması için bu tür işlemlerde
şahitlerin şahitliği ile yetinilir. Çünkü İslâm, her şartı gözeterek hayatın her
alanı için hükümler koyar. İslâm şeriatı, içinde karmaşıklık bulunmayan, pratik
ve gerçekçi bir şeriattır. Onda hayatın kendi tabii yolunda seyrine devam
etmesini engelleyecek hiçbir hükme rastlanmaz.
"... Yalnız aranızda peşin
bir alış-veriş olursa bu işlemi yazıya geçirmemenizin sakıncası yoktur.
Alış-veriş yaparken de şahit tutunuz." Ayetten anlaşıldığına göre peşin
ticarette yazmama, sakıncası bulunmayan bir ruhsattır. Ancak şahitlik
zorunludur. Şahitliğin de mendup olup zorunlu olmadığına ilişkin bazı rivayetler
olsa da tercih edileni budur.
Belli bir süre için verilen
borç ve peşin ticarete ilişkin hükümler, her ikisinin de gerek zorunlu gerekse
ruhsatlı olarak yâzma ve şahitlik şartlarında buluşturarak son bulmuştu. Şimdi
ise daha önce görevleri belirlenen yazıcı ve şahitlerin hakları
belirlenmektedir. Onlara yazmaktan veya şahitlikten kaçınmamaları zorunluluğu
getirilmişti. Şimdi de genel sorumlulukların yerine getirilmesinde hak ve görev
dengesinin içinde onların korunmasının zorunluluğu dile getirilmektedir.
"...Ne yazana ne şahide
zarar verilmesin. Eğer bunlara zarar verirseniz kendi hesabınıza fâsık olmuş,
günaha girmiş olursunuz. Allah'tan korkun. O size nasıl hareket edeceğinizi
öğretiyor. Allah her şeyi bilir." Allah'ın farz kıldığı görevlerini yerine
getirmeleri nedeniyle yazana veya şahide herhangi bir zarar gelmemelidir. Böyle
bir şey söz konusu olursa bu sizin hesabınıza Allah'ın şeriatından çıkmak ve
onun yoluna karşı durmaktır. Bu da kaçınılmaz bir tedbirdir. Çünkü yazanlar ve
şahitler çoğu zaman anlaşmaya taraf olanlardan birinin öfkesine maruz
kalabilirler. O halde, kendilerine güvenmelerini, görev sorumluluğu içinde,
zimmet, emanet, gayret ve her hâlükarda tarafsızlık içinde görevlerini yerine
getirmelerini sağlamak için birtakım güvencelerden yararlandırmak gerekmektedir.
Sonra -sorumluluğun yalnızca hükmün baskısı olmaktan çıkıp ruhların
derinliklerinden gelmesi için Kur'an'ın her zaman sorumluluk yüklemek
istediğinde vicdanları uyandırmak ve duyguları harekete geçirmek için yaptığı
gibi- ayet-i kerime müminleri sonunda Allah'tan korkmaya davet etmekte, yüce
Allah'ın onlara iyilik yaptığını, onlara, öğretip doğruluğa iletenin O'nun
olduğunu hatırlatmakta ve bu nimetin hakkını, itaat, hoşnutluk ve boyun eğme ile
ifa etmeleri için O'ndan korkmanın kalplerini bilgiye açtığını ve ruhlarını
öğrenmeye hazırladığını bildirmektedir.
"Allah'tan korkun. O size
nasıl hareket edeceğinizi öğretiyor. Allah her şeyi bilir." Sonra yüce kanun
koyucu aradaki genel hükmün içinde zikretmeyip özel şartlardan dolayı bir başka
ayete bıraktığı borca ilişkin hükümlerin tamamlanmasına dönmektedir. Buna göre
borç veren ve alan yolculuk yapıyorlarsa ve yazacak birini bulamıyorlarsa yüce
kanun koyucu işlerin kolaylaşması için ödeme garantisiyle, borcun miktarını
içeren bir şeyin borç verene rehin bırakılmasıyla yazmaksızın sözlü anlaşmaya
izin vermektedir.
"Eğer yolculukta olur da
işlemlerinizi yazacak birini bulamazsanız, karşılık olarak alınan rehinler
yeterlidir." Burada yüce kanun koyucu, Allah korkusunun etkisiyle emanet ve
söze riayet hususunda mümin vicdanları harekete geçirmektedir. İşte bu, tüm
yasaların uygulanması, malların ve rehinlerin özenle korunup sahiplerine iadesi
için en son güvencedir. "Eğer birbirinize güvenerek borç işlemi yapmış
iseniz, kendisine güvenilen kimse borcunu ödesin, Rabbi olan Allah'tan korksun."
Borçlunun üstlendiği borç ona emanettir, borç verenin rehin aldığı mal da
ona emanettir. Her ikisi de Rableri olan Allah korkusu adına emanetleri vermeye
çağrılmaktadırlar. Rab; idare eden, terbiye eden, efendi, hükmeden ve kadı
anlamlarına gelmektedir.
Bu anlamların her biri, iş
yapma, emanet etme ve eda etme durumlarında duygulandırıcı etkiye sahiptir...
Bazı görüşlere göre bu ayet, karşılıklı güven durumunda yazmayı emreden ayeti
neshetmiştir. Ancak biz bu görüşte değiliz. Çünkü yazma, yolculuk durumu dışında
bütün borç işlemlerinde farzdır. Güvenme ise bu duruma özgüdür. Bu durumda borç
veren ve alan birbirine güvenmektedirler.
Takvâya yöneltici bu
duygulandırmanın gölgesinde şahitlik konusu -bu defa mahkeme sırasındaki
şahitlikten söz ediliyor, anlaşma anındakinden değil- tamamlanmakta ve bunun
şahidin boynuna ve kalbine bir emanet olduğu bildirilmektedir. "...Sakın
şahitliği saklamayınız. Kim şahitliği saklı tutarsa onun kalbi günahkardır."
Ayet-i Kerime burada, her ikisinin de tamamlandığı nokta kalp olduğundan, günahı
gizlemek ile şahitliği saklamak arasında bir uygunluk kurmak için kalbe
yüklenmekte ve günahı ona dayandırmaktadır. Ardından hiçbir şeyin Allah'a gizli
olmayacağına ilişkin örtülü bir tehdit yer almaktadır: "...Hiç kuşkusuz ne
yaparsanız Allah onu bilir." Her şeye, kalplere gizlenmiş, günahları
ortaya çıkaran ilmi gereğince karşılığını verir.
Sonra Ayet-i Kerimenin akışı,
bu işareti güçlendirmek ve kalpleri, göklerin ve yerin ve her ikisinde
bulunanların Maliki, gizli-açık vicdanların derinliklerinde bulunanları bilip
ona göre karşılığını veren, rahmetinden ve azabından dilediği gibi kullarının
akıbetinde tasarrufta bulunan ve hiçbir şeyden sorumlu olmadan dilediğini
yapmaya kadir olan yüce Allah'tan korkmak için harekete geçirmektedir. (Fî Zâlâl)
Karz-ı hasen (güzel bir borç),
hiçbir kişisel kazanç veya çıkar nedeniyle değil, fakat sadece Allah'ı razı
etmek için verilen borçtur. Allah böylece, sadece kendi yolunda kendisine
verilen borcun karşılığını çok iyi bir şekilde değerlendirir. Allah, sadece
borcu geri vermeye değil, eğer gerçekten Allah rızası için ve O'nun tasdik
ettiği bir gaye için harcamışsa, daha da fazlasını ödemeye söz vermiştir. (Tefhîmu'l
Kur'an)
"Eğer (borçlu) darlık içinde
ise, bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri
çok iyi anlayan kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun
borcunu) sadaka (veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur."
(2/Bakara, 280).
Bu ayet, İslâm mahkemelerine,
borçlu çok zor durumda kaldığında alacaklıya süre tanımasını emretme ve bu emri
uygulama yetkisi verir. Belirli bazı durumlarda mahkeme borcun bir kısmını veya
tümünü silme hakkına sahiptir. Bir hadise göre Hz. Peygamber'e (s.a.s.) çok
borcu olan ve iflas eden bir adamdan bahsedildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunu
duyunca etrafındakilerden bu adama yardım etmelerini istedi. Fakat
etrafındakilerin yardımlarına rağmen adamın borcu ödenemedi. İslâm Hukukçularına
göre, borçlu kimsenin evi, mutfak eşyaları, şahsî giyim eşyaları ve geçimini
kendileriyle kazandığı meslekî araç ve gereçleri hiçbir surette haciz edilemez.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) alacaklıları çağırdı ve onlara toplanan
parayla yetinmeleri gerektiğini söyledi.
"Ey iman edenler, belirli
bir süre için borçlandığınız zaman" Buradan, borcun ne zaman ödeneceğinin
belirlenmesi gerektiği sonucu çıkarılmıştır. "...onu yazınız." Bu ayet
çok rastlanan bir duruma karşı uyarı niteliğindedir; arkadaşlar ve akrabalar
borç anlaşmalarını resmi yazı haline sokmazlar. Çünkü bu onlara göre
güvensizliği temsil eder. Allah, borç ve iş anlaşmalarının, insanlar arasındaki
ilişkilerin açık seçik anlaşılabilmesi için yazılmasını ve şahitler huzurunda
yapılmasını emreder. Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) üç tür kimsenin Allah'a
dua ettiğini, fakat duasına icabet edilmediğini bildirmektedir. Bunlardan
birincisi yoldan çıkmış karısı olduğu halde onu boşamayan, ikincisi kendisine
yetim malı teslim edilen, fakat yetim henüz olgunlaşmadan malını iade eden,
üçüncüsü ise hiçbir yazılı belge ve delil olmaksızın başkalarına borç veren
kimsedir.
"..Eğer iki erkek yoksa,
şahidlerden rızâ göstereceğiniz..." Bir dâvâda gerçeğin ortaya çıkması büyük
ölçüde şahidin güvenilirliğine bağlı olduğu için, şahitten çok şeyler
beklenmektedir. Sadece saygıdeğer bir hayat süren, iyi bir ahlâkî karaktere
sahip ve şerefli kimseler şahit olabilir.
"Ancak aranızda devredip
durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin
için bir sakınca yoktur." Günlük alışverişleri kaydetmek bile kaydetmemekten
iyidir. Bununla birlikte günlük alışverişlerde yapılan anlaşmaların
kaydedilmemesinde bir beis yoktur.
"Alış-veriş ettiğinizde de
şâhit tutun. Yazana da, şâhide de zarar verilmesin." Bu iki anlama
gelebilir. Hiç kimse kâtip veya şahit olmaya zorlanamaz ya da bir tarafın
aleyhine olarak doğru haber verdiği için kâtip veya şâhide baskı yapılamaz.

"Eğer yolculukta iseniz ve
kâtip de bulamazsanız, bu durumda alınan rehin (yeter)." Bu, rehinin sadece
yolculuk için geçerli olduğu anlamına gelmez. Burada özellikle belirtilmiştir,
çünkü böyle bir durum genellikle yolculuk sırasında ortaya çıkar. Bundan başka
kâtip bulamamak, bir şeyi rehin alabilmenin zorunlu şartlarından değildir. Eğer
muhtaç bir kimse bir şeyi rehin vermedikçe borç alamıyorsa, rehin vermesine izin
verilir. Kur'an bu ikinci durumdan kasıtlı olarak bahsetmez. Çünkü Kur'an
müminlere cömertliği öğretmeye çalışmaktadır. Muhtaç bir kimseye, ondan rehin
almaksızın borç vermemek şerefli bir kimseye yakışmaz. Bununla birlikte eğer
rehin alınan şey üretici bir şeyse alacaklı üretimi hesap etmeli ve bunu borçtan
düşmelidir, aksi takdirde rehin alınan şey tarafından üretilenler, faiz hükmüne
girer. Rehin almaktan amaç borcun ödenmesini garanti altına almaktır ve
alacaklıya hiçbir şekilde rehin üzerinden kâr etme hakkı vermez. Örneğin,
alacaklı alacağına karşılık olarak aldığı evde oturuyorsa, borçluya evin
kirasını vermediği müddetçe faiz alıyor demektir. Çünkü borç üzerinden faiz
almakla rehin alınan mal üzerinden para kazanmak veya o rehini kullanmak
arasında hiçbir fark yoktur. Bununla birlikte alacaklı rehin olarak aldığı
ineğin sütünden yararlanabilir, deve, at, gibi hayvanları da yük hayvanı olarak
kullanabilir. Çünkü bu, hayvanlara verdiği yemin karşılığıdır.
"...Şâhitliği gizlemeyin..."
"Delilleri gizlemek" hem delilleri ortadan kaldırma, hem de delilleri ortaya
koyduğu halde onlardaki gerçekleri gizleme anlamlarına gelebilir. (Tefhîmu'l-
Kur'an )