Fecir | Konular | Kitaplar

Borç Senedi

Borç Senedi




Borç Senedi
 
Borç senedi; Belli bir vâde
sonunda ödenecek borçlar için düzenlenen belgeye denir. Kur'an'da; "Ey iman
edenler, belli bir vâdeye kadar borçlandığınız zaman bunu yazınız"
(2/Bakara, 282) buyurularak, vâdeli borçlanmaların yazıyla tespit edilmesinin
gerekli oluşu; hatta, (aynı âyetin devamında), daha önemli borçlanma ve
akitlerde iki erkek şâhidin temini; bu bulunmazsa bir erkekle iki kadın şâhit
bulundurulması veya borca karşılık rehin (ipotekli mal) istenebileceği
belirtilmiştir. Buna, kefil talebi hakkı da eklenebilir. İşte bütün bu
teminatlar, unutmaya karşı bir tedbir veya borcun tamamen veya kısmen inkârı
hâlinde ispat kolaylığı sağlamak içindir. Düzenlenecek senetler ihtilâf hâlinde
mahkemede bir ispat aracı olarak kullanılacak ve gerektiğinde borcun zor
kullanılarak ödenmesi sağlanacaktır.
Günümüzde bono, çek, poliçe, el
senedi, makbuz, alındı belgesi, borçlunun imzasını taşıyan defter kayıtları
"borç senedi" niteliğindeki yazılı belgelerdir. Bunlar usûlüne göre düzenlenince
doğrudan veya mahkeme aracılığı ile tahsil edilebilmektedir.
Borç senedi, alacaklıya senette
yazılı miktar kadar alacak hakkı doğurur. Ancak borcun ödenmesiyle ilgili
çıkabilecek masraflar da borçluya aittir. Pul parası, protesto ve icra
masrafları gibi. İslâm hukukunda alım satımlarda prensip olarak satılan malın
teslimi ile ilgili masraflar satıcıya; satış bedelinin peşin veya vâdeli
ödenmesiyle ilgili masraflar da alıcıya, yani borçluya aittir. Çünkü borcun tam
olarak îfâsı ancak bu şekilde mümkündür (el-Fetâvâ'l-Hindiyye, III, 27, 28; İbn
Kudâme, el-Muğnî, IV, 220; Ali Haydar, Düreru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm,
I, 455, 456, 457; Mecelle, madde, 36, 287 291, 288; Hamdi Döndüren, İslâm
Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 114, 115).
İslâm hukukunda, bir satım
akdinde, satılan malın teslimi ile satış bedelinin ödenmesi, peşin veya veresiye
durumuna göre dört şekilde düşünülebilir:
1) Satılan mal da satış
bedeli de peşin. Bunun câiz olduğunda görüş birliği vardır.
2) Satılan mal veresiye;
satış bedeli peşin. Buna İslâm hukukunda "selem" veya "selef" akdi adı verilir.
İhtiyaç duyulduğu ve eski bir örf olduğu ve naslarla çatışmadığı için Rasûlullah
(s.a.s.) tarafından selem akdine izin verilmiştir (Buhârî, Selem 1, 2, 7;
Müslim, Müsâkat 128). Mislî mal adı verilen, ölçü tartı veya standart olup sayı
ile alınıp satılan mallar üzerinde, para peşin, mal veresiye selem akdi
yapılabilir. Bu takdirde borç senedi veya sözleşmede borçlanılan mal ve teslim
tarihi belirlenir. Satış bedelinin tamamı daha önce ödendiği için, artık
borçlanılan malın fiyatı yükselse de satış bedeline bir ilâve yapılmaz. Bunun
aksine fiyatlarda düşme olursa, bedelde bir indirim yoluna da gidilmez (İbnü'l-Hümam,
Fethu'l-Kâdir, V, 323 vd.; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 34, 35).
3) Mal da satış bedeli
de veresiye. Bu, hadîs-i şerifle yasaklanmıştır (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V,
176).
4) Satılan mal peşin;
satış bedeli veresiye. İşte günümüzde borç senetleri, özellikle veresiye
satışlardan doğan borçlar için düzenlenmektedir. Satım akdi ikâle (akdi feshedip
parayı geri verme ve malı alma) yoluyla veya malın ayıplı çıkması gibi bir
sebeple bozulmadıkça, satış bedelinin ödenmesi gereklidir. Senette borcun vâdesi
yazılmamışsa bu satış akdi fâsit olur ve anlaşmazlık hâlinde iki tarafın veya
taraflardan birisinin isteği üzerine akit/anlaşma bozulabilir. Bu takdirde
satılan mal geri iâde edileceği için borcun ödenmesi gerekmez.
Borç bazen karzdan, yani ödünç
para vermekten doğmuş olabilir. Burada da borçludan borç senedi ve diğer
teminatlar istenebilir. Diğer vâdeli borçlarla, karz-ı hasenden doğan borç
arasında şu fark vardır. Diğer borçlarda muhayyerlik ve vâde şart koşulunca
bağlayıcı olur. Karz akdinde ise, muhayyerlik şart koşulsa bile geçerli olmaz.
Çünkü muhayyerlik, taraflara akdi feshetme imkânı vermektedir. Karz akdinde
zâten tarafların dilediği zaman akdi feshetme yetkileri vardır (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb,
I, 303; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 315). İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre,
karz akdinde vâde şartı da geçerli değildir. Aksi halde nesîe (mislî malı vâdeli
mübâdele) ribâsı söz konusu olur. Karz, başlangıçta teberrû niteliğindedir.
Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak süre belirlenmiş olur
ve ödünç veren buna riâyet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve
iyi bir iş yapmış olur. Satım ve kira akdi gibi akitlerde ise tarafların tesbit
edecekleri vâdeler bağlayıcı olur. İmam Mâlik'e göre, karz akdi vâde
belirlenmekle vâdeli olur. Dayandığı delil şu hadistir: "Müslümanlar kendi
aralarında belirledikleri şartlara uyarlar." (Buhârî, İcâre 14, 50)
İşte ödünç para için düzenlenen
bir borç senedinde vâde bulunursa, ödünç veren, bu vâdeyi beklemeden ödeme
talebinde bulunabilir. Ancak alacağını vâdeye kadar geciktirirse ahlâk
bakımından güzel bir iş yapmış olur.
Borçlu sıkıntıda olur ve
borcunu vâdesinde ödeyemeyecek ekonomik bir krize girmiş bulunursa, alacaklının
ona ödeme gücüne kavuşacağı bir zamana kadar süre tanıması, hatta ödeme gücünü
tamamen kaybetmişse alacağından vazgeçmesi İslâm ahlâkının gereğidir. Kur'ân-ı
Kerim'de şöyle buyurulur: "Eğer borçlu darlık içinde ise, ona bolluk zamanına
kadar süre tanımak vardır. Alacağınızdan vazgeçip borçluya tasadduk etmeniz
sizin için daha hayırlıdır." (2/Bakara, 280). Günümüzde protesto olan senet
veya çek yerine kısa süreli yeni ödeme vâdeleri tanınması, genel bir ödeme
güçlüğüne giren iş adamının konkordato yoluyla borçlarını yeni bir "ödeme
plânına" bağlatması, yukarıda belirtilen kolaylıkların benzeridir. Ancak borçlu
bu gibi kolaylıkları kötüye kullanırsa, onun uhrevî sorumluluğu büyüktür.
Alacaklı, alacağını borçlu
olduğu kimseye havâle (ciro) edebilir. Karşılıklı rızâ olduğu için böyle bir
muâmele geçerli olur. Günümüzde bu, senet veya çeklerin arkasını imzalamak
sûretiyle yapılmaktadır. Ciro edilen borç senetlerinin arkasındaki imza
sahipleri, senette yazılı olan meblağı ödemeyi kabul etmiş sayılırlar.
Alacakların bu şekilde, borç senetleri üzerinde devri, İslâm hukukundaki
"havâle" niteliğindedir (Vehbe ez-Zühaylî,el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, IV,
39, 165, 304, 307; V, 169, 171 vd., 173-178, 330, 340).
Borç senedini vâdesinden önce,
üzerinde yazılı olan meblağdan daha az peşin para karşılığında ciro etmek, başka
bir deyimle senet kırdırmak, aynı cins peşin bir parayı vâde sonunda daha
fazlası ile mübâdele etmek niteliğindedir. Bu fazlalık ribâ/fâiz sayılır. Çünkü
burada borç senedi, ispat aracı olan bir belgeden ibârettir. Gerçekte mübâdele
edilen, aynı cins paradır. Borç senetleri alacak hükmünde oldukları için mal
varlığına dâhildirler. Dolayısıyla zekât kapsamında olduklarından zekâtlarının
ödenmesi gerekir.[1]
 

 




[1]
Hamdi Döndüren, a.g.e.  c. 2, s. 248-249.