Fecir | Konular | Kitaplar

Yardımlaşma

Yardımlaşma




Yardımlaşma:

 
Karz-ı hasenin, üzerinde en çok
durulması gerekli olan ilkelerinden bir diğeri de yardımlaşmadır. Aklî ve
mantıkî boyutlarının yanı sıra, sayılamayacak kadar çok âyet ve hadis-i şerif
ile temellendirilebilecek olan bu ilke, hayatın sadece maddî alanı için değil;
mânevî alanı için de geçerlidir. Bu açıdan onu sadece ekonomik boyutu itibarıyla
ele alma, onun faâliyet alanını daraltma anlamı taşır. Konuyla ilgli âyet ve
hadislerden birkaç örnek verelim:  
"Allah'a ibâdet edin ve O'na
hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara,
yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elleriniz altında
bulunanlara (köle, câriye ve hizmetçilerinize) iyi davranın." (4/Nisâ, 36)
"İyilik ve takvâ/(Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve
düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezâsı
çetindir." (5/Mâide, 2) "Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin
velîleri/yardımcıları ve dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten
alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat
ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hikmet
sahibidir." (9/Tevbe, 71) "Mallarını Allah yolunda harcayanların hali,
her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah
dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi
hakkıyla bilendir." (2/Bakara, 261)
"Bir müslümanın dünya
sıkıntılarından birisini rahatlatan kimsenin, Allah kıyâmet günü sıkıntılarından
bir sıkıntısını rahatlatır. Zor durumda olan birisine kolaylık sağlayana, Allah
dünyada da, âhirette de kolaylık sağlar. Kul kardeşine yardımcı olmaya devam
ettiği müddetçe, Allah da o kula yardımcı olur..." (Buhârî, Mezâlim 4;
Müslim, Birr 58; Ebû Dâvud, Edeb 46) "Kim bir mü'minin dünyevî
sıkıntılarından birini giderirse Allah da onu kıyâmet günü kederlerinden birini
giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve âhirette
kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve
âhirette (ayıbını) örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da
onun yardımındadır." (Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvud, Edeb 68; Tirmizî, Hudûd 3,
Birr 19, Kırâat 3) "Cebrâil (a.s.) bana komşu hakkında o kadar aralıksız
tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya vâris kılacağını zannettim." (Buhârî,
Edeb 28; Müslim, Birr 140; Ebû Dâvud, Edeb 132; Tirmizî, Birr 28) "Kim
Allah'a ve âhirete iman ediyorsa misâfirine ikrâm etsin. Kim Allah'a ve âhiret
iman ediyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah'a ve âhirete iman
ediyorsa ya hayır söylesin veya sussun." (Buhârî, Edeb 31, 85, Nikâh 80,
Rikak 23; Müslim, İman 74; Ebû Dâvud, Edeb 132) "Birbirinize haset etmeyin.
Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin.
Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun, ey Allah'ın
kulları! Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz,
onu tahkîr etmez. (Üç defa kalbine işaret ederek:) Takvâ buradadır.
Kişiye kötülük adına müslüman kardeşini tahkir etmesi kişiye kötülük adına
kâfidir. Müslümanın her şeyi; kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır."
(Müslim, Birr 32) "... Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona yardımı kesmez,
ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin aynasıdır, onda bir
rahatsızlık görürse bunu ondan gidersin."  (Tirmizî, Birr 17, 18; Müslim,
İman 95) "Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden
değildir." (Tirmizî, Birr 15; Ebû Dâvud, Edeb 58; Ahmed bin Hanbel, I/257)
"Malda zekâttan başka da hak vardır." (Tirmizî) "Eş'arîler gazâda
yiyecekleri biter veya Medine'deki çoluk çocuklarının yiyecekleri azalırsa
ellerindeki yiyeceği bir elbisenin içine toplar, sonra onu aralarında bir kabın
içinde müsâvât üzere taksim ederler. Onlar bendendir; ben de onlardanım."
(Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 167)
Bu âyet ve hadislerden de
anlaşılabileceği gibi, "yardımlaşma"; iyi geçinme, ortak değerleri
muhâfaza etme, zararları ortadan kaldırma, faydası şahsın ölümünden sonra da
devam edecek (sadaka-i câriye) işler yapma vb. birçok alanda geçerliliği olan
bir kavramdır. Müslümanlar, hayat felsefelerini bu ilkeler doğrultusunda çizip
hayata geçirebilseler, asr-ı saâdet ölçüsünde rahat ve huzur toplumsal alanda
yeniden yaşanabilir. Fakat İslâm dışı hayat nizamlarının zorlama ve dayatmaları,
bu nizamların asırları bulan egemenlikleri sonucu değişen değerler, bilim ve
teknoloji alanında yapılan yenilikler, dünyanın global hale gelişi, emperyalist
düşüncelerin devletleri felsefesi olmaktan öte, şahısların da aynı düşüncelere
sahip olması ve bu çerçevede söylenebilecek daha birçok sebep, bu ilkelerin
kitapların satırları arasında mahkûm bırakılmasını sonuçlandırmaktadır. Her şeye
rağmen, inanç esaslarını kendi hayatına ve çevresine hâkim kılmak isteyen
müslümanlar da vardır, ama azınlıktadır. İnsan, toplumsal bir varlık olduğundan,
hayatını ancak topluluk içinde devam ettirebilir. Dolayısıyla toplumun büyük
çoğunluğunun kabul etmediği ve İslâm dışı düzenlerin de unutturmak için büyük
çabalar sarfettiği ve bu sebeplerden uygulama alanı bulamayan prensiplerin,
azınlıkta kalan şuurlu müslümanlar tarafından yaşanması hem çok zor olmakta, hem
de istenilen toplum düzeni bu cılız gayretlerle yakalanamamaktadır.
Meselâ; İstanbul gibi büyük bir
kentte, gecekondu semtinde, aldığı asgarî ücretle hayatına devam eden üç çocuklu
bir aile, akrabalarının maddî sıkıntısına nasıl yardımcı olacak? Bu ailenin
reisi, birkaç vâsıta değiştirerek ancak ulaşabileceği eş ve dostlarına nasıl ve
ne zaman ziyarette bulunacak? Enflasyonun çift hâneli rakamlardan bir türlü
düşürülemediği ülkede, bakkallık yapan bir esnaf, borcunu 6-7 ay ödemeyen bir
müşterisine nasıl mühlet verecek? Ahlâkî kuralları yozlaşmamış, haram inancıyla
gecikme zammı almayan müslüman bir tüccar, milyarlık borçlarını ödemekte geciken
müşterisine nasıl muâmelede bulunacak?
Görüldüğü gibi, mesele sadece
inanç ve ahlâk boyutu ile ele alındığında üzerinde konuşmak, teorik planda hayat
sistemleri ortaya koymak, "ideler âleminde ‘el-medînetu'l-fâdıla'yı" yakalamak
mümkün. Ama günümüz gerçekleri ile yüz yüze gelince, bunların o kadar kolay
olmadığı görülüyor. Bu, bize "İslâmî emir, yasak ve tavsiyelerin kâmil mânâda
uygulama alanı içine konulabilmesi, İslâm'ın bütünlüğü içinde ancak mümkün olur"
tesbitinin doğruluğunu bir kez daha göstermektedir. İslâm'ın çare ve çözümleri,
İslâmî bir toplum içinde gerçek mâhiyetiyle ortaya konabilir. Gayr-i İslâmî bir
toplum ve düzenin koltuk değneği değildir İslâm. Kapitalizmin her şeyiyle
yıktığı binâyı, hâkim olma hakkı verilmeyen İslâm'ın yıkımı durdurması ve daha
sağlam halde binayı ayakta tutmasını beklemek akıl kârı değildir.
Bu düşüncelerle, ara ve geçiş
dönemi yaşadığımız şu günlerde "bu türlü İslâmî değerler hayata geçirilemez"
anlayışına sahip olduğumuz zannedilmesin. Tam aksine, bir grup güzel insan, bu
değerleri kendi maddî ve mânevî imkânları içinde mutlaka hayata geçirmelidir.
Muhtaç olan kişilerin karz-ı hasen ile imdâdına koşmalıdır. Ama esas olan,
günümüzde en akıllıca yol, karz-ı hasene ihtiyaç duymayacak bir hayat
standardını seçmek olsa gerek. Karz-ı hasen alındığı takdirde ise "zulmetmeme ve
zulme mâruz kalmama" (2/Bakara, 279) prensibinden hareketle, karz-ı hasen veren
kişi, alanın ihtiyaç içinde bulunduğunu unutmamalı, ödemede kolaylıklar
göstermeli, ihtiyacı yoksa alacağını bağışlamalı; alan kişi de aldığı şeyin
değer kaybını hesap ederek, o kaybı telâfi etmelidir. Böylece yardımlaşma gerçek
mânâ ve muhtevâsıyla yaşansın.[1]
 

 




[1]
Ahmet Kurucan, Yeni Bir Fıkhî Açı, s. 86-104.