Fecir | Konular | Kitaplar

İslâm'da Savaşın Sebebi ve Amacı İslâm'da Kıtâlin Sebebi; Kurtarıcı Merhamet

İslâm




İslâm'da Savaşın
Sebebi ve Amacı
 



İslâm'da Kıtâlin
Sebebi; Kurtarıcı Merhamet:

 
Allah'ın temel sıfatları
merhamet ağırlıklıdır. O, kendisini Kur'an'da öncelikle Rahmân ve Rahîm
isimleriyle tanıtmaktadır. O "Kendi üzerine rahmeti yazdı." (6/En'âm, 12)
"Rahmetim her şeyi kuşatmıştır." (7/A'râf, 156). Hz. Muhammed (s.a.s.) de
her şeyden önce rahmet peygamberidir. "O, ancak âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir" (21/Enbiyâ, 107). "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da
merhamet etmez" (Müslim, Fezâil 66) buyurmuştur.
İslâm'ın sözünü ettiği
merhamet, bir yaralı veya bir zavallı karşısında duyulan acıma duygusu, basit
bir duygulanma veya şefkat şeklinde basite indirgenemez. İslâm'ın sözünü ettiği
merhamet, ilk olarak toplum, ikinci olarak da haklı ve âdil kimselere karşı
gösterilmesi gereken merhamettir. Bir gün sahâbeler, Peygamber Efendimize: "Ey
Allah'ın Elçisi! Sen bize uzun uzun merhametten söz ettin. Biz de şimdi,
eşlerimize ve çocuklarımıza karşı insaflı davranıyoruz" derler. Yüce
Peygamber'in bu söz karşısında tutumu şöyle olmuştur: "Benim kasdettiğim
sadece bu değil! Asıl demek istediğim: Topluma karşı insaflı davranmaktır."
İslâm'daki merhamet duygusu özelden ziyade, geneldir. Bunun için İslâmî merhamet
iki şekilde görünür: 1- Mü'minler arasında karşılıklı bir sevgi, acıma ve uyum
içinde birlik; acıma duygusunu kalplerine yerleştirmek; bu konuda başarıya
ulaşmak için onları İlâhî bir yarışa çağırmak ve ruhlarını kamçılamak, 2-
Haksızlığı önlemek, zâlimlerin zulmüne engel olarak onları hak yola döndürmeye
çalışmak ve nihayet saldırılardan vazgeçmeleri için saldırganlara karşı çıkmak
ve onları geri püskürtmek.
Müslümanlar bu İlâhî acıma
duygusunun her iki kısmını da ruhlarında ve davranışlarında birleştirerek Yüce
Rabbimizin şu âyetlerini ciddiyetle uyguluyor ve gerçekleştiriyorlardı:
"Onlar kâfirlere karşı şiddetli (çetin ve metin), kendi aralarında
merhametlidirler." (48/Fetih, 29), Mü'minlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı azîz (onurlu ve zorlu)" (5/Mâide, 54). Birinci âyette,
şiddet ve şefkat, merhamet potasından fışkırırken; ikinci âyette alçak
gönüllülük ve onur/şeref aynı özden ve temelden, yani izzetin özünden ve
temelinden alınmaktadır. Çünkü mü'minin onur ve şerefi, âdil insanlara karşı
besleyeceği güven duygusu ile kâfirlere karşı göstereceği izzet sâyesinde
kıvamını bulacak ve gerçek değerini kazanacaktır.
Şu halde İslâm'ın merhamet
anlayışı, hiçbir zaman olumsuz/pasif değil; aksine, tamamen olumlu/aktiftir.
Ezilip büzülmeyen, uyuşup kapaklanmayan, bunun yanında daima kendi şuuruna,
müslümanlık onuruna hâkim bir karakter... Pasif merhamet çeşitleri arasında
öyleleri vardır ki, topluma karşı göğüslerinde tam bir merhametsizlik ve zulüm
taşırlar. Suçlulara, cânîlere karşı gereğinden fazla yumuşak davranmak ve acımak
gibi. Halbuki bu tür bir merhamet, öyle bir sevgi düzeni doğurur ki, topluma ve
dürüst kimselere karşı yapılabilecek en büyük haksızlık ve en amansız zulüm
ortaya çıkar. Çünkü halkın güven ve huzuru tamamen tehlikeye atılmış olmaktadır.
Bunun için Yüce Peygamberimiz (s.a.s.): "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da
merhamet etmez" (Müslim, Fezâil 66) buyurmuştur. Kur'an, bu hakikati şu
vecîz ifâdeyle dillendirir: "Kısasta sizin için hayat vardır." (2/Bakara,
179).
İslâm'da savaş hukuku,
kaynağını merhamet hukukundan almaktadır. Kıtâli doğuran ve zorunlu kılan, o
kurtarıcı merhamettir. Çünkü İslâm'da kıtâl/savaş, saldırıyı püskürtmek, gerçeği
yerleştirmek, hakkın ışığını yükseltmek, zulmü ve ahlâkî çöküntüyü söküp
atmaktan ibârettir. İnsanlığa karşı duyulan gerçek merhamet, saldırıyı
durdurmayı, zâlimi zulüm yapmaktan alıkoymayı, böylelikle ahlâkî çöküntünün
yeryüzünü sarmasına engel olup gerçeğin direklerini sağlamlaştırmayı gerektirir.
O halde bu durum, bu gerçek merhamet, ancak, saldırgana ve zâlime karşı "Dur!
Ateş etme!", mazluma ise "Sen yalnız değilsin! Yanında seni koruyan, zorbanın
eziyetini önleyen, senden biri var!" denildiği zaman gerçekleştirilmiş olur.   

Savaş, elbette öldürmeden
olmaz. Ama onu başlatanlar dürüst kimselerse, bu savaş, kan akıtmadan veya çok
az kan kan dökerek de yapılabilir. İyilikle kötülük, her kişinin ve her toplumun
rûhunda devamlı bir savaşa ve bitmez bir kavgaya girmiştir. Kötülük, saldırıyla
yoluna devam ederken; iyilik, ona direniş ordusuyla karşı koymaya çalışır.
Kötülük saldırıya geçerse, iyilik buna direnişle cevap vermek zorundadır.
Dünyanın huzurunu isteyenlerin; fesat denilen itikadî ve ahlâkî bozukluklarla
savaşmaları başlıca görevleridir. Erdemler çiğnenmiş, yüce değerler ayaklar
altına alınmışsa eğer, erdemli kimselerin yapacakları ve yapmak zorunda
oldukları tek şey, kötülük ve mânevî çöküntünün büyüyüp yayılmasına engel
olmaktır. İşte bu nedenledir ki, cihad ve kıtâl, kıyâmete kadar sürüp
gidecektir. Peygamberimiz (s.a.s.) bunu açıkça ilân etmiştir: "Cihad,
kıyâmete kadar devam edecektir." Çünkü iyilik ile kötülük arasındaki savaş,
o zamana kadar hiçbir an durmayacaktır. O halde kötülüğün egemen olmasına meydan
vermemek ve iyiliğin başarı kazanmasını sağlamak için cihad, kesintisiz bir
şekilde devam etmelidir. Aksi takdirde iyilik her yerde ezilip çiğnenirken zulüm
yaygınlaşacak ve psikolojik çöküntü, iyilikle dengelenmeyen bu koca evrende,
karşı durulmaz bir hâkimiyet kurmaya başlayacaktır. "Eğer Allah insanların
bir kısmını diğer bir kısmı ile önleyip savmasaydı yeryüzü muhakkak fesâda
uğrardı. Fakat Allah, âlemlere/bütün insanlığa lütuf ve keremi ile muâmele
etmiştir." (2/Bakara, 251)