Fecir | Konular | Kitaplar

Savaşın Sona Erişi

Savaşın Sona Erişi




Savaşın Sona
Erişi:

 
"Eğer (düşmanlar) barışa
meylederlerse, sen de ona yanaş ve Allah'a güvenip dayan. Çünkü her şeyi
hakkıyla işiten, kemâliyle bilen bizzat O'dur." (8/Enfâl, 61).
Savaş, iki karşıt grubun, ateş
kesmeye karar vererek yapacakları bir antlaşma ile sona ermiş olur. Çünkü
savaşın amacı gerçekleştirilmiştir. Müslümanlara göre o, saldırıyı
püskürtmektir. Güvenlik paktının imzalanmasıyla çarpışma tamamen son bulmuştur.
Çünkü müslümanlar, verdikleri sözü tutmakla emrolunmuşlardır (17/İsrâ, 34).
"Karşılıklı muâhede yaptığınız zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam
ettiğiniz yeminleri bozmayın." (16/Nahl, 91). Bir antlaşma imzalanırken
adâlet ve doğruluğa son derece önem verilmeli ve anlaşma maddelerine tam
anlamıyla uyulmalıdır. Çünkü İslâm, yaptığı antlaşmayla iki noktayı kendisi için
amaç edinir:
1- Kan dökülmesine,
insan kasaplığına bir son vermek. İslâm'ın temel hedeflerinden biri budur.
2- Anarşi, ahlâksızlık
ve düşkünlük doğuran, insanlığı çöküntüye götürmek isteyen şer kuvvetlerinin
önünü almak. Savaş bu zorunluklardan dolayı meydana çıkmış olduğu için bunların
ortadan kaldırılmasıyla da savaş, tamamen sona ermiş olur. Artık geçerli olan ve
yürürlükte bulunan, yalnız hakka dayanan antlaşmadır. İslâm, antlaşma yapmak
sûretiyle barış içinde bulunulan toplumlara karşı âdil davranmayı emreder.
"Bir kavme olan kininiz,
sizi adâlet yapmamaya sevketmesin. Adâlet yapın ki o, takvâya çok yakın
olandır." (5/Enfâl, 8).
Günümüzde ise, gâlip gelen ve
yenilen devletler arasında yapılan antlaşmalarda, halkların canına okumak için
en ağır askerî tazminat maddeleri bulunmakta, yaşama ve geçinme imkânları
kısıtlanmakta ve halkı alçaltıcı şartlar zorla kabul ettirilmektedir. Bu biçim
barış antlaşmalarına her zaman rastlanmaktadır. Halbuki söz konusu antlaşmaları
düzenleyen ve yürüten duygunun yalnız adâlet ve doğrulu ruhu olması gerekmez
miydi? Üstelik başkalarını alçaltıcı ve küçük düşürücü antlaşmalar imzalamak da
bir çeşit saldırı niteliği taşımaz mı? Böyle bir tutum ise İslâm'da kesin
şekilde haram edilmiştir. "Aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı gidenleri
sevmez." (2/Bakara, 190). Antlaşma, bir tür sözleşmedir ve İslâm'a göre her
sözleşme hak ve görevler arasındaki doğruluk ve adâlet ölçüsüne dayanmış
olmalıdır. Bir sözleşmeyle belirtilmiş olan her hak, bu haktan yararlanacak olan
karşılıklı kişiler tarafından yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk taşır.
Bu durum, öteki çeşit her sözleşmede olduğu kadar, antlaşmalarda da aynen
yürürlüktedir.
Mekke fethi için hazırlanan
İslâm ordusu, Mekke'ye girmek üzereydi. Tam bu sırada, bir müslüman general
şöyle bağırmıştı: "Bu gün savaş günüdür!" Peygamberimiz (s.a.s.) buna şu
karşılığı verdi: "Bugün merhamet ve rahmet günüdür!" Ayrıca sözü geçen
generalin bütün vazife ve yetkilerini geri almış, işine son vermişti. İşin
sonunda Mekke'nin tamamen kuşatıldığı halkın, kendilerini, güçlü bir ordu
tarafından sarılmış gördüğü ve artık Peygamber (s.a.s.)'in duruma tam anlamıyla
egemen olduğu anlaşıldığı zaman, puta tapanların şefleri boyunları bükük şekilde
derhal Peygamber Efendimiz'e kendilerini affetmesi için başvurdular. O zaman
Peygamberimiz onlara, kendisine hep kötülük etmiş, arkadaşlarından birçoklarını
öldürmüş ve O'na iman edenleri inançlarından döndürmek için aklın alamayacağı
korkunç işkenceler yapmış olan o insanlara, şunu sormuştu: "Şimdi size ne
yapacağımı düşünüyorsunuz?" Onlar, bu soruya, yenilmiş olmanın verdiği
aşağılık duygusuyla şöyle cevap vermişlerdi: "Sen asîl bir kardeşsin. Asîl bir
kardeşimizin de oğlusun!"  Bunun üzerine, zâten merhamet ve rahmet pınarlarını
akıtmak üzere gelmiş olan o Yüce İnsan, kararını şöyle açıklamıştı: "Ben,
sizlere kardeşim Yusuf (a.s.)'un dediği gibi diyeceğim: ‘Bugün, hiç başa kakma
ve ayıplama yok! Sizi Allah affetsin' (12/Yûsuf, 92), serbestsiniz!"