Fecir | Konular | Kitaplar

Terör ile Cihad Arasındaki Fark.

Terör ile Cihad Arasındaki Fark




Terör ile Cihad
Arasındaki Fark

 



Terör: Silâh
Olarak Kullanılan Kaypak Bir Kavram:

 
Filmlerde işlenen cinâyetler,
öldürme işine göre değil de; bu cinâyetleri kimin işlediğine göre
değerlendirilir; birçok insan öldüren kişi, eğer filmin jönü, başrol oyuncusu
ise, bu kahramanlıktır; yok, kötü adam ise, bu vahşettir, terördür. Film de
zaten bu şekilde kurgulanmış, izleyenlere de bazı cinâyetleri alkışlarken,
bazılarını lânetlemek rolü düşmüştür. Seyirci buna hem alıştırılmış, hem de
şartlandırılmıştır. Artık, sinema dışında oynanan oyunda da izleyici aynı
tavrını kuşanacaktır. 
Kediyi köşe sıkıştıran, ona
veya yavrusuna can güvenliğini çok gören kimseye bir şey demeyeceksiniz; kedinin
kendisini ya da yavrusunu korumak için tek alternatifi olan aslanlaşıp kurtulma
mücâdelesine terör diyecek ve onu terörist bir tavırla cezâlandırmadan yana
olacaksınız. Bu ne kadar adâlet ölçüleriyle bağdaşır? Olayı empatiyle
değerlendirip bir de kedi gözüyle bakmayı düşünemeseniz bile, objektif olmak,
kendi hakkın kadar muhâtaplarının da hakkını yüce bilmek erdemi olmadan
insanlığın ne oranda korunabileceğini de mi düşünmezsiniz? 
Kendileri fesatçı/terörist
birer zâlim olan Firavun ve yandaşları, kendilerini ıslahatçı olarak görüyorlar,
toplumu ıslah etmek isteyen Mûsâ (a.s.)'ya fesatçı/bozguncu/terörist damgası
vuruyorlar ve halkı onun aleyhine kışkırtıyorlardı:
"Mûsâ'yı ve milletini,
yeryüzünde bozgunculuk/terörizm yapsınlar, seni tanrılarınla başbaşa bıraksınlar
diye mi koyveriyorsun?" (7/A'râf, 127).
Firavun da şöyle demişti:
"Bana izin verin de Musa'yı
öldüreyim. O, Rabbine yalvaradursun. Onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya
yeryüzünde fesat çıkaracağından (terör uygulayacağından) korkuyorum." (40/Mü'min,
26)
Her farklı inanç mensubu,
kendisine göre bir "terör" tanımı yapar; her görüşün farklı bir "terörist"i,
daha doğrusu bu damgayla yaftalandırdığı farklı kimseler vardır. "Öteki"
kavramı, bazı saldırgan düşüncelere sahip müstekbirlerde "terörist" demektir.
Yani ya dostları, kendi çıkarlarına ters düşmeyen yardakçıları vardır; ya da
teröristler. Her çeşit terör eylemleri yapan bir kimse, kendi çıkarlarına ters
düşmüyor, hele hele kendi düşmanlarına karşı bu eylemleri sürdürüyorsa, o
terörist değildir; o bir "özgürlük savaşçısı"dır. Ama, terör saldırılarına karşı
kendini savunan "öteki" hemen damgayı yer: Terörist! Nelson Mandela, Usâme bin
Lâdin, Yaser Arafat, Ariel Şaron, Che Guevara, Deniz Gezmiş, Abdullah
Öcalan, Şâmil Basayev, Şeyh Yasin, Saddam Hüseyin, İran Şâhı  ve benzerlerinin
farklı kesimler tarafından değerlendirilmesini örnek olarak sayabiliriz. Ülkeler
için de damgalandırma bundan farklı değildir: Terörist ülkeler ya da teröre
destek veren ülkeler diye listeye alınanlar, emperyalist ABD'nin çıkarlarına
ters düşen ülkelerdir daha çok. Ve hiçbir zaman en büyük terörist devlet İsrail
nedense bu listede yer almaz. Tâliban, Hizbullah, Filistin'deki İntifâda
hareketi, istişhâdî eylemler kesin bir şekilde terörist ilân edilirken BBC, CNN
ve her ülkedeki kukla medya tarafından; İsrail'in yaptıkları terör filân değil;
meşrû müdâfâdır, terörist avıdır, savaştır. Amerika'nın Irak'taki,
Afganistan'daki, Afrika'daki sivil halka bombalar yağdırması hiç de terör diye
damgalanmaz. Çıkarlarına uygunsa Apo ve benzerleri bir özgürlük gerillası;
değilse, terörist oluverir. Kimlerin planlayıp icrâ ettiği hâlâ netlik
kazanmayan 11 Eylül 2001 saldırısının saldırısının terörist eylem olduğu
konusunda kimsenin şüphesi yoktur ama; bu olay bahanesiyle Afganistan'ın yerle
bir edilmesi ve söz konusu eylemle hiç ilgisi olmayan binlerce sivilin savaş,
intikam, suçluların cezalandırılması gibi sloganlarla vahşîce öldürülmesinin
terörizm kavramıyla ilişkisi sorgulanmaz. 
Ve birey ve gruplar terörist
kabul edilirken, devletler çoğunlukla bu tanımın dışında tutulur. Halkın zâlim
devlete karşı tavrı terördür de, devletin kendi halkına her türlü zulmü revâ
görmesi veya başka ülkelerdeki halkları toplu kıyımlara uğratması terör kabul
edilmez. Halbuki fesad anlamındaki terör, en büyük çapta ve en yoğun şekilde
devletler tarafından sürdürülmektedir. İki dünya savaşında mâsum halkların
acımasızca öldürülmesi, atom bombalarıyla iki şehrin yerle bir edilmesi ve hemen
devamlı olarak sürdürülen müslüman halklara karşı katliâmlar, haksız saldırı ve
savaşlar, terör örgütü diye tanımlanan dünyanın tüm bireysel ve grupsal
eylemleriyle kıyaslanamayacak kapsamdadır. İsrail ve onun müstemlekesi
durumundaki ABD ve onlara destek veren ülkelerin yönetimindeki zihniyet ortada
durduğu müddetçe dünyada haksız savaşlar, yani terör ve fesad ortadan
kalkmayacaktır. Haksız savaş en büyük bir terör şekli olduğu gibi, terör de bir
savaş şeklidir. Terör, daha çok; askersiz ve toprak sınırı olmayan bir
savaştır. Günümüzde en etkili ve önemli terör, emperyalist devletlerin yapmış
oldukları terördür.         
Devlet erki, askerî
saldırganlığa karşı yapılan direnişe terörizm adını vermektedir. Sözgelimi,
İsrail, BM tarafından Lübnan ve Filistin bölgelerini yasadışı birşekilde işgal
ettiği için sürekli kınanmasına rağmen, İsrail devleti bu işgale direnenlerin
eylemlerini terörizm olarak tanımlamaktadır. Şartları neolursa olsun Lübnanlı ve
Filistinliler'in direnişleri istisnâsız terörist hareketler olarak
isimlendirilmektedir. Bunun sebebi şudur: Onlar hem insanlık dışı olarak
gösterilirler, hem de onlara karşı kullanılan keyfî devlet gücü meşrûlaştırılır.
Siyonistler İsrail'in yasadışı askerî işgaline karşı yapılan her Filistin
direnişini ısrarlı bir şekilde terörizm olarak olarak nitelendirirler. Batı
medyaları ve yorumcular için bir İsrail kasabasındaki bir kafenin
bombalanmasında terörizm kelimesini kullanmak tam uygun gelebilir, fakat
İsrail'in askerî hedeflerine yapılan bir saldırıda terörizm kelimesini kullanmak
güçleşir. Dahası Filistinlilerin evlerinin tank ve buldozerlerle İsrail
tarafından yıkılmasına karşı yaptıkları direnişte terörizm kavramını kullanmak
inandırıcı olmaz.
Filistinliler, evlerinin
yıkılmasına ve siyonist işgale karşı direniş yapma hususunda uluslararası
tanınmış bir hakka sahiptirler. Batı medyası hiçbir zaman dile getirmese de
İsrail bir devlet terörü uygulamaktadır. Bu şekliyle terörizm, siyasi olarak
kendisine anlam yüklenen bir terimdir. Batı medyası, terörizm kelimesini
müttefiklerinin ve yandaşlarının muhâliflerine karşı kullandığı zaman adâletsiz
davranmakta ve haksızlığın en büyüğünü de direnişin kendisine yapmaktadır. Medya
kurbanları, akı kara ve karayı ak gösterme konusunda büyülü güç olan medyanın
yönlendirdikleri, Filistinliler'e karşı saldırganlıklarla dolu bir tarihe sahip
olan İsrail'in nasıl oluyor da terörizmin ana kurbanı olarak gösterilebildiğini
eleştirel bir şekilde düşünemezler. Bu tarz bir düşünce, neyin terörizm neyin de
terörizm olmadığını söyleyenlerin amaçlarının da irdelenmesini gerekli
kılmaktadır. Terörizm kelimesi kullanılarak genellikle siyasî bir hedefe
ulaşılmak istenir ve bu siyasî kullanım gizlenmeye çalışılır. 1970'lerde İsrail
ve ABD, üçüncü dünya milliyetçiliğinin çeşitli şekillerini tanımlamak için
terörizm kelimesini kullanıyordu. Sonra, ABD destekli teröristler de özgürlük
savaşçısı olarak isimlendirilmeye başlandı. Sözde bilgi(!) çağında güç, kelime
ve imajlardadır. Bugünün savaşları daha çok kelimeler ve kavramlarla yapılıyor.
Silâh yerine medya bombardımanı kullanılıyor. Bütün olay, saldırganların
kurbanlarını terörist olarak tanımlamasıdır. Fiilî olarak uzlaşılmayan
tanımlamaların propaganda yoluyla normalleşmiş tanımlar ve kavramlar olmasına,
eleştirel düşünceye sahip olamayan ve düşünme yerine seyretmeyi seçen medya
yönlendirmesine açık izleyicilerin çoğunun katkıda bulunduğunu görüyoruz.
Aynen laiklik ve demokrasi gibi
batının çoğu kavramları kaypaktır. İçlerini işlerine geldiği gibi doldurdukları
yetmez, istedikleri zaman bunların içini boşaltır, farklı şekillerde doldurmaya
da başlarlar. Helvadan putlarıdır bu kaypak kavramlar modern putperestlerin,
aynı zamanda da Truva atı. Terörizm tanımlaması üzerinde genel bir uzlaşı
olmadığı için, her türlü amaç için kullanılmaktadır bu kavram da. İhtiyaca göre
de anlamı değişmektedir. Bazen "hayat tarzımızı etkileyen şey", bazen de
sömürgeleştirmeye ve işgalin diğer çeşitlerine karşı yapılan direniştir
terörizm. Yaser Arafat'ın imajı buna güzel bir örnektir. Amerikalılar ve
İsrailliler yıllarca onu terörist olarak isimlendirdiler. Oslo'dan sonra o,
devlet adamı oluverdi. Devlet başkanı ünvanı İslâmcı ve solcu eylemcilere terör
uygulasın diye verildi. İsrail bu amaç için FKÖ'ye silâhlar verdi ve onların
cezaevleri ve sığınaklar yapmasına izin verdi. Fakat bu plan işlemedi. Gerçek
düşman olarak işgalciler ve saldırganlar bu kadar belliyken, bir kişinin
kardeşini vurması mümkün değildi. Dolayısıyla Arafat'ın devlet adamı elbisesi
çıkartıldı ve kendisine yeniden terörist statüsü verildi. Bütün bunlara rağmen
Arafat'ın polis gücüne, ya da göstermelik barış masasına oturtulmasına ihtiyaç
duyulduğunda medya onu terörist olarak tanımlamaya ara verir. O halde nedir bu
terörizm?     
Terörizm, devlet erkinin
saldırgan eylemlerini ve kendi çıkarlarına uygun politikaları meşrûlaştırıcı bir
değer olmakla birlikte, birçok yönde de gerekli bir kelimedir. ABD kendi
haklılığını göstermek için daima "kötü", "öteki" karşıtlığına ihtiyaç duymuştur.
"Kötü", "öteki" tarih boyunca şekilden şekle girmiştir; Kimi zaman despot, kimi
zaman korsan, kimi zaman eşkiya, kimi zaman da anarşist ve komünist ve şimdi de
"radikal müslüman." Batı medeniyetinde kendini muhâlifiyle tanımlamak her zaman
bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla gerçek ya da hayalî terörist ve
diğer kötü karakterler Batının kendi imajını devam ettirmek için fiilî olarak
zorunlu olmuşlardır. Bu tesbit, Haçlılar'a kadar götürülebilir. Dolayısıyla
müslümanlar, terörist olarak tanımlanma hususunda tek değillerdir; diğer
zamanlarda diğer insanlar da büyük güçlerin çıkarlarına hizmet etme amacıyla bu
tarz isimlendirmelere mâruz kalmışlardır. İnsanların müslüman terörist imajını
bu kadar kolay kabullenmelerinin sebepleri şunlardır: Haçlılar'ın Hıristiyan
Batıdaki meşrûiyetleri ve onlarca yıldan beri ABD ve diğer yerlerde İsrail
yararına yapılan Arap karşıtı propaganda. İRA'yı veya Batıdaki bir terör
hareketini "Hıristiyan terörizmi" diye adlandırmazlar. Hiç "yahudi terörizmi"
"siyonist terörist" yoktur; ama "müslüman terörizm", "İslâmî terör örgütleri"
vardır.    
ABD komünizmin çöküşünden sonra
dünya egemenliğini sağlamak için etki alanına çeşitli dayanaklar getirmeye
çalışmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü ve diğer malî yapılar tam da bu görevi
yerine getirmeye çalışmaktadırlar. 2. Dünya Savaşından sonra Marshall planıyla
da aynı şey hedeflenmişti. Batı, terörizm ve fundamentalizmden korktuğundan daha
çok İslâm'dan korkmakta ve dünyayı korkutmaktadır. Çünkü Batı bu iki özelliği de
kendi bünyesinde barındırmaktadır. Batıyı asıl korkutan İslâm'ın kendine has bir
dünya görüşüne sahip olması ve bu dünya görüşünün Amerika tarafından
propagandası yapılan liberal batılı bakış açısından temel olarak farklılık
arzetmesidir.
Tema her zaman aynıdır: Batı
medeniyeti karşıt İslâm aynasını kullanarak kendi imajını inşa etmiştir. Batının
bu aynayı algılaması İslâm'ın hiçbir gerçekliği ve müslümanların yaşam tarzı
üzerine kurulmamıştır. Bütün bunlar alâkasız şeylerdir. Olan biten şuydu; orada
diğer bir medeniyet vardı, birçok insan bunun ne olduğunu bilmiyordu, çok az
kişi merak ediyordu. Dolayısıyla bu medeniyet, siyasî ve kültürel hedefler için
kullanılabilirdi. Bir kişi Batı tarihini eleştirel bir şekilde incelediğinde
İslâm'ın her yerde karşısına çıktığını görecektir. Batının kendini
tanımlamasında şiddet, merkezî bir rol oynamaktadır. Batı inanılmaz derecede
şiddet mirasına sahiptir. Batılılar tarafından yalnızca 20. y.y.da bir milyondan
fazla insan öldürülmüştür. Bu şiddetin meşrûluğu ciddiyetle ele alınıp
tartışılmadığı için Batı, suçlarını ve güvensizliğini diğerlerine
yansıtmaktadır. Müslümanların terörist olarak gösterilmesi örnek olarak
zikredilebilir.
Bazı insanlar terörizmin daha
az çelişkili ve daha belirgin tanımlarını yapmaktadırlar. Bu tanımlamalardan bir
tanesi şudur: Terörizm birtakım siyasî ve askerî kazanımlar elde etmek için
sivillerin öldürülmesi ya da sindirilmesidir. Fakat bu tarz bir tanımlama Batı
için tehlikelidir. Çünkü bu tanımı duyan birisi kalkar, Hiroşima'daki,
Nagazaki'deki sivillerin bombalanmasını, ya da Dresden, Kamboçya, Vietnam, Irak,
Afganistan... bombalamalarını tartışmaya açar ve bu bombalamaların hepsini
terörizm olarak isimlendiriverir. Bir başkası ABD'nin üçüncü dünyadaki rejimleri
desteklemesini ve bu destekleme sonucunda bu rejimlerin kendi halklarını
ilerleme ve gelişme adı altında sindirmesini terörizm olarak tanımlayıverir. O
yüzden böyle bir tanımlama medyada kullanılmaz. Egemenler için belirsiz, kesin
olmayan, sık sık değişen kavramlar daha faydalıdır. Ve bu tanımlamalar Batı
yanlısı düzenler ve medya aracılığıyla günlük olarak satılırlar. Alternatif
sesler tamamen devre dışı bırakılır.
"Terörizm", bu geç modernite
döneminde Batı dünyası için gerekliliktir. Teröristler "kötü öteki"yi temsil
etmektedirler. Onlar bitmez tükenmez kötü kişilerdir. Teröristler soğuk savaş
dönemi savaşçılarının mesleklerini kaybetmemelerini sağlarlar ve hatta millî
güvenlik organlarına, silâh ve mühimmat sanayilerine canlılık getirirler.
Herkesi etkileyen global ekonomik durgunluk ve iklim sorunları gibi gerçek dünya
problemlerinin insanların gündeminden uzak tutulmasını sağlarlar.       
Batı medyasının kasıtlı ve
yoğun kampanyalarının ve İslâm düşmanı egemen çevrelerin beyin yıkama etkisiyle
İslâm ve müslüman terimlerinin terör, anarşi, savaş, kan, intikam ve şiddet
kavramları yanyana kullanılmaya ve biri söylenince diğeri çağrışım yapacak
şekilde şuuraltına yerleştirilmeye başlandı. 20. y.y.ın son yarısından itibaren,
çeşitli vesilelerle insanların bilinçaltına yerleştirilmeye çalışılan İslâm'ın
şiddet üreten bir din olduğu yargısı, müslüman halklara yönelik şiddet
eylemlerine meşrûiyet kazandıracak şekilde kullanıldı.
11 Eylül 2001'de New York'taki
Dünya Ticaret Merkezinin ikiz kulelerine yapılan saldırılardan sonra, Batı
dünyasında, başta ABD başkanı Bush ve İtalya başbakanı Berlusconi olmak üzere
çeşitli devlet adamları, bu olayların medenî Batının ulaştığı insanî ve üstün
değerlere karşı bir savaş olduğunu ve dolayısıyla Batının, sahip olduğu bu üstün
değerleri savunmasının en doğal hakkı olduğunu vurguladılar. Benzer şekilde Batı
dünyasında kilise çevreleri ve bazı kilise dışı çevreler, Batının dinsel
geleneğini ifâde eden Hıristiyanlığın, sevgi, barış ve hoşgörü temeline dayalı
üstün değerleri temel alan bir inanç sistemi olduğunu, buna karşı ö üstün
değerleri temel alan bir inanç sistemi olduğunu, buna karşı özellikle İslâm'ın
özünde ise şiddet ve anarşinin bulunduğunu ileri sürdüler. Hatta, İtalya'da
olduğu gibi, bazı yüksek rütbeli kilise görevlileri, Batının sahip olduğu insanî
üstün değerlerin korunması için Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların sınır
dışı edilmelerini ve onlardan boşalan işgücünün Doğu Avrupa ülkelerinden
getirilecek Hıristiyanlarla doldurulmasını önerdiler.
Bu tartışmalarda temel
varsayımlardan birisi, şiddet ve anarşi üreten bir din olarak İslâm'ın geçmişte
ve günümüzde anarşist ve terörist karakterli insanlar yetiştirdiğiydi. Diğeri
ise, buna karşılık Hıristiyanlığın sevgi, barış ve hoşgörü dini olarak günümüzde
Batı uluslarının sahip olduğu şekilde üstün insanî/medenî değerler üreten bir
gelenek olduğu varsayımıydı. Hıristiyanların kendi geleneklerine ilişkin bu
yargıları ne kadar doğrudur? Kendisini "sevgi ve barış" sloganıyla takdim eden
bir din, nasıl olur da gerek içe dönük, gerekse dışa dönük şiddet eylemi
üretebilir? En basitinden tarihte gerek Müslümanlara gerekse sapkın olarak
görülen çeşitli sekteryan akımlara karşı Haçlı Seferlerini icat eden, iki büyük
Dünya Savaşının tarafları olarak karşı karşıya gelip milyonlarca kişinin
katledilmesine neden olan, sömürge dönemi ve sonrasında Amerika, Okyanusya,
Afrika ve Asya kıtalarında birçok yerli kültürü ve halkı katleden, yakın
zamanlarda Ön Asya'da ve Balkanlarda ölüm tarlaları oluşturan ve günümüzde
İsrail'in işlediği soykırıma arka çıkan Hıristayan uluslar ve kilise çevreleri,
bu tutumlarını "sevgi ve barış" ilkesiyle nasıl örtüştürebilmektedirler? ABD
başkanı G. W. Bush'un dile getirdiği şekilde ABD ve doğal müttefikleri olan Batı
dünyasının "şer güçlerle mücâdele" diye adlandırdıkları müslüman halklara karşı
topyekün savaş, "iyinin kötüye karşı savaşı" ve daha belirgin olarak "yeni bir
Haçlı Seferi" gibi dinsel motifler taşımaktaydı.[1]            




 




[1]
Şinasi Gündüz, Dinsel Şiddet, s. 10-11.