Fecir | Konular | Kitaplar

İfsâd Huzuru Bozma ve Terör

İfsâd




İfsâd: Huzuru
Bozma ve Terör

 
Fesad, "fe-se-de" fiil kökünden
gelir; bir şeyi itidal (denge) dairesinden az veya çok çıkarmak demektir. Bu
fiil, yiyecek ve içecekler için bozulma, kokma; ameller için geçersiz olma,
hükmü olmama; bunların dışındaysa gerek nefis gerekse bedende meydana gelen
maddî-manevî bozulma; toplumda ortaya çıkan kokuşma ve dengeden sapma
durumlarını ifade etmek için kullanılır. İfsad: Bozmak, fesad çıkarmak, ifsad
etmek, itidalden (dengeden, faydalı ve âdil olmaktan) çıkarmak, kokuşturmak
demektir. Fesat kelimesi, Kur'an'da çeşitli ayetlerde genellikle 'yeryüzünde
fitne uyandırıp, insanların durumunu ve yaşama yollarını doğruluktan saptırıp,
dünyevî ve uhrevî çıkarları zedelemek' anlamında kullanılır. Müfsid; bu fiilin
ism-i fâili olup, bozan, bozgunculuk yapan demektir. Fesadın zıddı salâh;
ifsâdın zıddı ıslah; müfsidin zıddı muslih ve fâsidin zıddı da sâlihdir.
Hevâlarını ilah edinen
insanlar, yani böylesi hevâdan ilahlar birbirleriyle çatışacaklarından
yeryüzündeki fesadın başlıca etkeni, yeryüzünün müfsidleridir. Kur'an, evrende
egemen olan birliğin, düzenin ve dengenin, yani sulhun tevhidden, yani İlah'ın
bir olmasından kaynaklandığını, eğer göklerde ve yerde birden fazla ilâh
olsaydı, sulhun bozulup, yerine fesadın hâkim olacağını belirtir:
"Eğer o ikisinde (göklerde
ve yerde) Allah'tan başka ilahlar olsaydı muhakkak fesada uğrarlardı."
(21/Enbiyâ, 22)
Göklerde yalnızca Allah'ın
ilâhlığı egemendir; yeryüzünde de insan elinin ulaşamadığı yerlerde yine
Allah'ın ilâhlığı egemen olup, buralarda fesad yerine sulh vardır. Fakat,
yeryüzünde bazı insanlar Allah'ı değil de hevâlarını ilah edindiklerinden,
dolayısıyla birden fazla hevâ birden fazla ilâh ortaya çıkar. Bunun sonucunda
böyle insanlar daha başka insanlar üzerinde rableşir, ellerinin ulaştıkları
yerleri mülk edinmeye, buraları egemenlikleri altına almaya çalışır, yani
Allah'ın rablık ve melikliğini tanımayıp, kendi hevâlarını bu makama oturturlar.
Bu insanlar, ister kâfir, ister münâfık olsun durum değişmez ve bunların işi,
kendiliklerinden yeryüzünde fesad çıkarmaktır; kendilerini ıslah edici saysalar
bile.
"İnsanlardan mü'min
olmadıkları halde, Allah'a ve ahiret gününe inandık diyenler vardır. Allah'ı
kandırmaya çalışırlar, iman edenleri de; ama farkında olmadan yalnızca
kendilerini kandırmaktadırlar. Kalplerinde hastalık vardır onlarn, Allah da
hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemelerinden dolayı acıklı bir azap vardır
onlar için. Kendilerine 'yeryüzünde fesat çıkarmayın'  denildiği zaman, 'biz
ancak ıslah edicileriz'  derler. Dikkat edin, onlardır müfsid (fesat
çıkarıcılar), ama şuurunda değillerdir." (2/Bakara, 8-11)
"Onlara 'yeryüzünde fesad
çıkarmayın'  denildiğinde; 'biz ıslahatçılarız'  derler." (2/Bakara, 11).

İlk insanın imanı tabiatın ilk
yaratıldığı günlerdeki gibi tertemizdi. Karalar, denizler ve havalar,
mü'minlerin imanı gibi pırıl pırıldı. Önce imana şirki bulaştırdılar. Allah'ın
kanunlarını hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştırdılar. Ondan sonra tabiata da
müdâhale ederek gönüllerindeki pisliği tabiata da akıtmaya başladılar. Rabbimiz:

"Ey iman edenler! Müşrikler
ancak pisliktir." (9/Tevbe, 28) buyurur.
Kendilerine sorarsanız,
bozguncu değildirler. Hatta kafa tutarcasına, bu faâliyetlerinin yapıcı ve mâsum
olduğunu söylemekten çekinmezler. O tertemiz elbiselerinin içinde kara
gözlüklerinin gerisinde tabiatı kirletmek, dünyanın her tarafında anarşi çıkarıp
ve terör uygulayarak insanların kanını paraya çevirmek, kimyasal silâhlar
satarak midesini şişirmek için koşan bu hasta adamlara: "yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmayın" deseniz, onlar "biz Yalta, Malta zirvesinde, Londra zirvesinde
insanları ıslah için bir araya geliyoruz" diyorlar. Peki ama, her zirvenizin
sonunda Hama'da, Halepçe'de, Afganistan'da, İran'da, Azerbaycan'da yüzbinlerce
insan öldürülüyor.[1]
Bozgunculuğun en korkuncunu
yaptıkları halde, dönüp de "bizim hareketlerimiz yapıcıdır" diyenler, her asırda
pek çoktur. Böyle diyorlar, çünkü ellerindeki ölçü bozuktur. Evet, ihlasın,
samimiyetin ve hüsn-i niyetin ölçüsü bozulunca bütün değer ve ölçüler
hassasiyetini kaybeder. Niyet ve vicdanları her şeyi Allah için yapma
samimiyetinden mahrum olanlar, davranışlarındaki bozgunculuğu görememekte
mâzurdurlar. Çünkü onlarda, hayır-şer; iyilik-kötülük ölçüleri, Rabbânî bir
temele oturmamıştır. Onlar, şahsî ihtiraslarının esiridirler.[2]
Rabbimiz bizi uyarıyor:
"Gözünüzü açın, asıl
fesatçılar onlardır, ancak farkında değiller."  (2/Bakara, 12).
Islahatçıyız diyerek gelen,
batının akıl hocalıklarına aldanmayalım. Bunlar bozguncudurlar. Ancak
bozgunculuk yaptıklarının bozgunculuk olduğunu bilmezler. "Akrebin kimseye kin'i
yoktur. Ancak, onun sokması fıtratının gereğidir." İyi niyetli kâfirler yönetici
olsalar, içlerindekini dışa vuracaklar. İçlerindeki küfür zehir olunca iyi
niyetlerle de olsa insanlığı ve tabiatı zehirleyecektir. Şeker hastasına çok iyi
niyetlerle hergün baklava yediren câhil insan gibidirler.[3]    

 

 




[1]
Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 101



[2]
Seyyid Kutub, Fî Zılali'l Kur'an, c. 1, s. 88



[3]
M. Toptaş, a.g.e. c. 1, s. 102