Fecir | Konular | Kitaplar

Kıyâmet ve Âhiret Şuuru.

Kıyâmet ve Âhiret Şuuru

Kıyâmet ve Âhiret Şuuru


Kur'an'ın, üzerinde en fazla durduğu konuların
başında âhirete iman gelir. İnsanların İslâm'a girmeleri, Allah'ın dinine teslim
olmaları ancak bu iman ile mümkündür. Bunun için âhiret konusunun en fazla
işlendiği sûreler Mekkî sûrelerdir. Bunun böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü
müşrik, kâfir, ya da putçu her ne olursa olsun, insanların her tür şirk,
küfür ve cahiliyye düşüncesinden temizlenmeleri ve hayatlarının bütününde
İslâm'ı kendilerine bir yaşam biçimi edinmeleri, bu iman ile mümkündür.
Herşeyden önce Allah'a ve bu dünyadan sonra gelecek ebedî âhiret hayatına
inanmayan bir insanın, yeryüzünde şeytanın oyunlarına karşı sebat etmesi, canı
ve malı pahasına mustaz'afların haklarını savunup zalimlere karşı durması
beklenemez. Bu insanlar, yaşadıkları hayat gereği, tüccarca bir felsefeyi
kendilerine rehber edinmişlerdir. Yaptıkları her tür iyilik ya da yardımın
karşılığını bu dünyada ve dünyanın geçer akçesiyle almak isterler. Oysa İslâm,
müslümanlara böyle bir şey va'detmez. Aksine insan, akidesi için sadece malını
ve dünyevî zevklerini değil, canını bile feda etse, bunun karşılığını yalnızca
âlemlerin rabbı olan Allah'tan beklemek zorundadır. Allah'a teslimiyet,
dünyevî zevk, rahat ve menfaatlerden ferâgat anlamına geldiğine göre sağlam bir
âhiret inancı, mü'minde olmazsa olmaz bir özellik demektir.

Sağlam bir âhiret inancına sahip olmayan bir
insanın, cahilî düşünce ve yaşayışlardan uzak durması, imkân haricindedir.
Bu yüzden Kur'an, her konuda olduğu gibi, bu konuda da en doğru yolu takip etmiş
ve yeryüzünde Allah'ın hilafetini yüklenecek ve ilahî adaletini arz üzerinde
tesis edecek insanları somut haram ve helallerden uzaklaştırmadan önce, yakîn
bir âhiret (cezâ-mükâfat) inancına davet etmiştir. Nitekim Mekke'de de böyle
olmuş ve namaz, oruç, hac, içki, zina gibi konularla ilgili hükümler gelmeden
önce bu inancın sağlamlaştırılmasına uğraşılmıştır.

İnsanın fıtratından uzaklaşıp, gittikçe artan
bir hızla nefsini, dünyevî ve hayvanî zevkini öne çıkartan bir anlayışla gücü
yettiği her şeye hükmetme istemesi her yerde fesadı artırmıştır. Bunun sonucu
olarak, İslâm'dan uzak anlayış ve yaşayış; insandan tabiata, felsefeden bilime,
dinden siyasete hemen hemen her şeyin dengesini altüst etmiştir. İşin garibi,
modern insan, bu altüst olmuş dengenin hâlâ en iyi olduğunu ve ilerleme
felsefesi gereği daha da iyi olacağını söylüyor. Bu dengenin bozulması sonucu
adaletin arz üzerindeki tesisi de ortadan kalkmıştır. Ve artık yeryüzünde suç
işleyen, zulmeden, milyonlarca mustaz'af insanı sömüren müstekbirler,
emperyalistler, çağdaş firavunlar cezâlandırılmadan bu dünyadan ayrılıyorlar.
İşte bunların nihaî cezâsını Allah, âhirete saklamıştır. Adalet konusu, sadece
kâfir ve mücrimlerin suçlarıyla değil, aynı zamanda müslümanların ecirleriyle de
ilgilidir. "Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık; bu, inkâr
edenlerin bir zannıdır. Bu yüzden o inkâr edenlere ateşten helak vardır. Yoksa
biz, iman edip iyi işler yapanları yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi
tuTacağız? Yoksa muttakîleri, yoldan çıkaranlar gibi tuTacağız?" (38/Sâd,
27-28)

Bu dünyada sırf Rabbinin rızasını gözeterek her
tür meşakkate katlanan, Allah'ın davası için işkence, hapis, kınanma, işinden
edilme gibi her tür zorluğa göğüs geren insanların, Allah'ın bir lütfu olarak
âhirette bir karşılığının bulunması gerekir. Gerçi bir müslüman, dünyada
sırf Rabbine olan bağlılığından dolayı gördüğü eza ve cefalarla hiçbir zaman
alçalmaz; aksine O'nun katında daha fazla yükselir.