Fecir | Konular | Kitaplar

Kölenin Hukukî Statüsü.

Kölenin Hukukî Statüsü

Kölenin Hukukî Statüsü

Fıkhî ictihadlara göre,
köleliğin iki kaynağı vardır:
1) Savaş esirlerinden
uygun görülenler. Savaş sonrası halifenin veya vekili olan komutanın şu
alternatiflerden birini seçme hakkı vardır: Öldürme, fidye karşılığı salıverme,
meccânen salıverme, esir mübâdelesi (karşı tarafla esir değiştirme) ve köle
edinme veya zimmî statüsünde İslâm Devletinin tebaası/vatandaşı haline
getirilmesi. Bazı Hanefî hukukçulara göre esirleri köle olarak kullanma hükmü
Muhammed sûresi 4. ve Enfâl sûresi 67. âyetlerle neshedilmiştir. Kur'anda ise
savaş esirlerinin köle edinilebilmesi için izin veren bir âyet yoktur. Savaş
esirleri ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverilmelidir (47/Muhammed, 4).
2) Kölelerin çocukları.
Bir savaş sonrası köle statüsü ortaya çıkınca, ikinci kaynak olan doğumla
kölelik statüsü de bunun doğal sonucu olarak ortaya çıkmış olur. Fıkhî
ictihadlara göre, kural olarak köle, annenin statüsüne tâbidir. Bunun istisnâsı,
hür bir baba ile onun câriyesinden doğan çocuk hür sayılır. Köle baba ile hür
anneden doğan çocuk, genel kurala göre hürdür. İslâm hukukuna esas kabul edilen
fıkhî ictihadlarda köleliğin bu iki kaynak dışında başka bir kaynağı yoktur.
O zamandaki şartların gereği
olarak ortaya konulan bu ictihadların Kur'an ışığında tekrar gözden geçirilmesi
gerektiğini ve Kur'an'ın köleliliğe yol açan tüm kaynakları kuruttuğunu söylemek
zorundayız. İslâm, sadece kölelik konusunda değil; içki yasağı gibi birçok
konuda tedricî bir yasaklamayı prensip edinmiştir. İslâm, köleliği câmi kapısına
bırakılan çocuk gibi kendi başına da sarılmış bir problem olarak bulmuş; kısa
dönem içinde yapılabilecek olanın en güzelini yapmış, bu kurumu öncelikle
tümüyle ıslah etmiştir. İslâm'ın ilk dönemlerinde kölelik önemli bir vâkıadır.
Büyük bir devlet olarak, sosyal hayata tümüyle hâkim ve büyük coğrafyalara
sözünü geçirecek şekilde ve büyük çapta gücü ortaya çıkıncaya kadar kesin yasak
getirilmemiş, ancak câhiliyyedeki haliyle de kabul edilmeyip o günkü anlayışa
göre büyük bir devrim sayılacak şekilde ıslah edilmiş, ancak zarûret hallerinde
ve çok istisnâî şekilde köleleştirilmeye gidilmiştir. O dönemin şartları gereği,
kölelik fiilî bir durumdur ve hemen kaldırılması sosyal ve siyasal çok büyük
yaralar açacak; müslümanların, İslâm Devletinin ve kölelerin zor durumda
kalmalarına, toplumun da fesâdına sebep olacaktır. En güzel çözüm, zamana
bırakmak ve kaynağını kurutarak kısa bir zaman sonra tarihe gömmektir. Kur'an ve
sünnet de bu yolu göstermiştir. Asr-ı Saâdetteki çok sınırlı şekilde kullanılan
köleleştirme hareketi, Kur'an'ın emri ve Rasûlullah'ın sünnetiyle terkedilmiş,
köleleştirme kaynağı tümüyle kurutulmuştur. Ancak istisnâî durumlarda ve bir
zarûret söz konusu olursa İslâm Devleti başkanının bu yola mürâcaat edebilme
yetkisinden, yeni oluşacak şartlarla ve yeni ictihadlarla -belki-
bahsedilebilir. Onun dışında Kur'an ve Sünnet prensipleri itibarıyla insanları
köleleştirmek değil; tam tersine her türlü kulluk ve köleliği kaldırıp kişileri
hürleştirmek ve yalnız Allah'a kul yapmaya çalışmaktır. Kur'an prensipleri ve
Rasûl'ün çizgisi, tevhidi ikame etmeyi, hürriyet ve adâleti esas aldığından,
insanlar arasında kul-efendi ilişkisini normal şartlarda onaylamaz.