Fecir | Konular | Kitaplar

Hadis-i Şeriflerde Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları

Hadis



Hadis-i Şeriflerde Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları

 

"Her ümmet için bir fitne vardır, benim
ümmetimin fitnesi de maldır." (Tirmizî,
Zühd 26, Hadis no: 2337)

"Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım!'
der. Halbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk
edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve
insanlara bırakır. Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip
tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir.)"
(Müslim, Zühd 3, 4; Hadis no: 2958;
Nesâî, Vesâyâ 1; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir Tekâsür, Hadis no: 3351; Ahmed bin
Hanbel, 4/24, 26)

"Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha
çok sever?" Ashâb: 'Ey Allah'ın
Rasûlü, içimizde herkes, kendi malını vârisinin malından daha çok sever'
dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek
malı, hayatında gönderdiğidir. Geriye bıraktığı da vârislerinin malıdır." (Buhârî,
Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1)

"Bir sürüye salınan (dadanan) iki aç kurdun
sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dîne verdiği zarardan daha
fazla değildir." (Tirmizî, Zühd 43,
Hadis no: 2377)

"Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı,
mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu (karnını) ancak toprak
doldurur (gözünü toprak doyurur). Allah tevbe edenleri affeder."
(Buhârî, Rikak 10; Müslim, Rikak 116, Hadis no:
1048; Müslim, hadis no: 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465;
Tirmizî, Zühd 27, Hadis no: 2338)

"Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve
Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması
yeterlidir." (Tirmizî, Zühd 19, Hadis
no: 2328; Nesâî, Zînet 119; İbn Mâce, Zühd 1, Hadis no: 4103)

"Yanında bir mal bulunan kimse, önce kendi
nefsine harcasın, bakımı kendisine âit bulunan kimselere ve böyle böyle (derece
derece akrabâya, sonra başkalarına) harcasın!"
(Ebû Dâvud, Itk 9; Nesâî, Büyû' 84; Ahmed bin
Hanbel, 3/305)     

"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı
sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun."
(Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322)

"Altına tapanlar mel'undur, gümüşe tapanlar
mel'undur." (Tirmizî, Zühd 42, Hadis
no: 2376)

"Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır
kalırsınız." (Tirmizî, Zühd 20, Hadis
no: 2329)

"İki haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa
Allah onu şükredici ve sabrediciler arasına kaydeder: Dinî konularda kendinden
üstün olana bakıp ona uymak. Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah'ın
kendine vermiş olduğu üstünlüğüne hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah
şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim dinî konularda kendinden aşağı olana
bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemediğine üzülürse
Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz."
(Tirmizî, Kıyâmet 59, Hadis no: 2514) 

"Fakirlikten mi korkuyorsunuz? Ruhumu elinde
tutan Zât'a yemin ederim ki, mutlaka dünya malı üzerine akıtılacaktır. Öyle ki,
sizden birinin kalbini (haktan başka istikametlere) sadece ve sadece dünyalık
meylettirecektir. Allah'a yemin ederim ki, ben sizleri, gecesi ve dündüzü
apaydın olması bakımından eşit olan tertemiz kalplere sahip olarak bırakıyorum."
(İbn Mâce, Sünnet 5; Kütüb-i Sitte
Terc. c. 16, s. 483   

"Kişinin malı sadaka sebebiyle eksilmez. Bir
kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini (dünya ve
âhirette) mutlaka arttırır. Bir kul dilenme kapısını açtımı, onunla birlikte
Allah da o zavallıya fakirlik kapısını açar."
(Tirmizî, Zühd 17, Hadis no: 2326)

"Bir kul, Allah rızâsı için mütevâzi olur,
alçalırsa; Allah onu mutlaka yüceltir. Dünya dört kişi içindir:

Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim
vermiştir de kul, malı hususunda Allah'tan korkmakta, (mal ve ilmi kullanarak)
sıla-i rahim yapmakta, (mal ve ilimde) Allah'ın hakkı olduğunu bilmektedir. İşte
bu kimse en faziletli bir makamdadır.

Bir kul vardır; Allah ona ilim vermiştir, mal
vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve 'malım olsaydı onu falan kişi gibi (hayırda)
harcardım'  der. İşte bu kimse, niyetindekini yapmış gibi sevaba nâil olur,
ikisi de eşit şekilde ücrete konar.

Bir kul vardır, Allah ona mal vermiştir, fakat
ilim vermemiştir. Malını câhilâne harcar. Malı husûsunda Rabbinden korkmaz.
(Cimriliği, câhilliği sebebiyle) malıyla sıla-i rahim yapmaz; malında Allah'ın
da hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, mertebelerin en düşüğündedir.

Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal
vermiştir, ama 'Eğer malım olsaydı, onunla falan kimsenin yaptıklarını ben de
(şerde) yapardım' der. Bu da niyetiyle muâmele görür. Niyet ettiği kimsenin
vebalini ayne elde eder." (Tirmizî,
Zühd 17, Hadis no: 2326; İbn Mâce, Zühd 21, Hadis no: 4228)

"Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir:
Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs."
(Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 115; Hadis no:
1047; Tirmizî, Zühd 28, Hadis no: 2340; İbn Mâce, Zühd 27, Hadis no: 4234)

"Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın
süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır... Şüphesiz ki bu mal hoştur,
tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın müslüman sahibi en iyi
(insan)dir. Bunu hak etmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal,
kıyâmet günü aleyhinde şâhitlik yapacaktır."
(Buhârî, Zekât 47, Cum'a 28, Cihad 37, Rikak 7;
Müslim, Zekât 123, Hadis no: 1052; Nesâî, Zekât 81)

"Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris
kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının..."
(Müslim, Zikir 99, Hadis no: 2742;
Tirmizî, Fiten 26, Hadis no: 2192; İbn Mâce, Fiten 19, Hadis no: 4000)

"Dünya, mü'mine zindan, kâfire cennettir."
(Müslim, Zühd 1, Hadis no: 2956;
Tirmizî, Zühd 16, Hadis no: 2325)      

"Kimin arzusu âhiret olursa, Allah onun kalbine
zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakir
gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına
(dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak,
dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez."
(Tirmizî, Kıyâmet 31, Hadis no: 2467)

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 'Ey Âdemoğlu! Kendini
kulluğuma/ibâdetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliğini kapayayım.
Böyle yapmazsan ellerini meşgûliyetle doldururum, fakirliğini de kapamam."
(Tirmizî, Kıyâmet 31, Hadis no: 2467;
İbn Mâce, Zühd 2, Hadis no: 4107)

"Yedi şeyden önce, amelde acele edin: Unutturucu
fakirliği mi bekliyorsunuz? Tuğyan ettirip azdırıcı zenginliği mi bekliyorsunuz?
İfsad edici hastalığı mı bekliyorsunuz? Aklınızı götürecek ihtiyarlığı mı
bekliyorsunuz? Ânî ölüm mü bekliyorsunuz? Deccali mi bekliyorsunuz? Bu beklenen
gâib bir şerdir. Yoksa kıyâmeti mi bekliyorsunuz? Kıyâmet ise hepsinden kötü,
hepsinden daha acıdır." (Tirmizî,
Zühd 4, Hadis no: 2308; Nesâî, Cenâiz 123, Hadis no: 4)       



"Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem.
Ancak, üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, gerir kalanın da
Allah'ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim." (Elleriyle önüne,
sağına, soluna dağıtma işareti yaptı."
(Buhârî, Zekât 4, İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6,
İsti'zân 30, Rikak 13, 14; Müslim, Zekât 34, Hadis no: 992)

Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(s.a.s.) Kâbe'nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce: "Kâbe'nin
Rabbine kasem olsun, onlar zararda!" buyurdu. Ben: 'Ey Allah'ın Rasûlü,
annem babam sana fedâ olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki: "Onlar malca
çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek-
şöyle şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesnâ" dedi ve hemen ilâve
etti: "Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da
zekâtını vermeyen her insan kıyâmet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en
semiz şekilde karşısına çıkıp sırayla boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla
çiğneyecek. Sonuncusu da bu muâmeleyi yapınca, birinci tekrar başlayacak. Bu
hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecektir." (Müslim,
Zekât 301, Hadis no: 590; Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, Hadis no:
617; Nesâî, Zekât 2)

"İki haslet vardır ki, bir mü'minde asla beraber
bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk."
(Tirmizî, Birr 41, Hadis no: 1963)   

"Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın
süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır..."
(Buhârî, Zekât 47, Cum'a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât
81)

"Dünya mel'undur, içindekiler de mel'undur,
ancak Allah'ı zikir ve zikrullaha yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler
hâriç." (Tirmizî, Zühd 14, hadis no:
2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112) (Farklı rivâyetlerde, "Dünya ve
içindekiler mel'undur; Allah için olanlar hâriç, ...Allah rızâsı için yapılanlar
hâriç, ...emr-i bil ma'rûf nehy-i ani'l-münker ve zikrullah hâriç" ifadeleri
vardır.

"Eğer dünya Allah'ın yanında sivri sineğin
kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi."
(İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110, 2/1377;  Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321,
4/560)

"Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini
dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar.
(Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz.
Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır).
Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır."
(İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104, 2/1378; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467)

"Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur.
Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu
yasaklaması gibi." (Tirmizî, Tıbb 1,
Hadis no: 2037)

"Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim
ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu
gibidir." (İbn Mâce, Zühd 3, hadis
no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588)

"Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol!"
Tirmizî'nin rivâyetinde, hadisin devamında şu ifade vardır: "Kendini kabir
ehlinden say." (Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334)

"Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı
kadar yeterlidir." (Kütüb-i Sitte,
17/564)

"Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar
rızık verilen ve Allah'ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak
felâh bulmuştur." (Müslim, hadis no:
1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478)

"Zenginlik, mal çokluğundan ibaret değildir.
(Hakiki) zenginlik, gönül zenginliğidir."
(Müslim)

"Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla
saklamazdım" (Buhârî, Zekât 4;
Müslim, Zekât 10)

"Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak
Allah'ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum."
(Müslim, hadis no: 1052; S. Müslim, Terc. ve
Şerhi, A. Davudoğlu terc, 5/471)

"Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil;
bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır
değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna
yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen
hayvanları ya patlatıp öldürür, yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar
yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek
meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı
fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun
sebebiyle ya helâk olur, yahut helâke yaklaşırlar."
(Müslim, S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474)
  

"Yâ Rab! Âl-i Muhammed'in rızkını ölmeyecek
kadar (kut) ver." Kut: Ancak
ölmeyecek kadar az yiyecektir. Rasûlullah (s.a.s.) bütün hayatında rızık nâmına
daima yetecek en az kadar ile yetinmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır.
Bir gece elinde iki altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bilâl'ı uyandırarak
altınları onun vâsıtasıyla fakirlere göndermesi, bunun en bâriz
delillerindendir. Âl-i Muhammed'in yaşayış tarzları da öyle olmuştur. (Müslim,
hadis no: 1055; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/478) 

"İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o
zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle
zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu
zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevgi
kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde
alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı
verir." (Naklen: Ali Ünal, Kur'an'da
Temel Kavramlar, s. 444-445)

"İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda
gençtir: Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde."
Diğer rivâyetler de şöyledir: "Âdemoğlu
ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi."
"Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür
sevgisi." (Müslim, hadis no: 1046; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/463)



Sehl İbn Sa'd es-Saidî (r.a.) anlatıyor. "Bir
gün Rasûlullah (s.a.s.)'a bir adam gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bana öyle bir
amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni
sevsin' dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Dünyaya rağbet etme, Allah seni
sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!"
(Kütüb-i Sitte, 17/563)

Ebû Eyyub (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.)'a bir adam gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bana (dini) öğret, fakat çok
özlü olsun!' dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Namaza kalktığın vakit
(dünyaya) vedâ edenin (namazı gibi) namaz kıl. Soınradan (pişman olup) özür
dileyeceğin sözü söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık şeylerden) ümidini
kesmeye azmet." (Kütüb-i Sitte, 17/579) 

"Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın
başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar."
(Kütüb-i Sitte, 7/242; Beyhakî Şuabu'l İman; Ebû Dâvud, Edeb 125)

"Himmet yönüyle insanların en yücesi, hem dünya
hem de âhiret işine himmet gösteren mü'mindir."
(Kütüb-i Sitte, 17/245)

"Ey insanlar! Allah'a karşı muttakî olun ve
(dünyevî) isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki,
(Allah'ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun.
Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah'tan korkun ve talepte
mûtedil olun, (gayr-ı meşrû yollara sapmayın) helâl olanı alın, haram olanı
terkedin." (Kütüb-i Sitte, 17/245)

"(Bu dünyada malca) en çok olanlar, kıyâmet günü
en aşağıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle (bol bol) harcayanlar ve onu
temiz yoldan kazananlar hâriç."
(Kütüb-i Sitte, 17/571)

"Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece
âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder.
Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden
hangisinde helâk olacağına aldırış etmez."
(Kütüb-i Sitte, 17/565)

Sehl İbn Sa'da (r.a.) anlatıyor: ‘Biz (hac
sırasında) Zülhuleyfe'de Rasûlullah (s.a.s.) ile beraberdik. O, birden,
şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine
şöyle buyurdu:"Şu leşin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz?
Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında,
bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah
katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyyen tek
damla su içirmezdi." (Kütüb-i Sitte, 17/565)   

"Dört şey, şekavet (hüsran) alâmetidir: Gözün
kuruması (günahlarına ağlamamak), kalbin katılaşması, tûl-i emel (dünyada hiç
ölmeyecek gibi plânlar yapmak), dünyaya karşı hırs."
(Kütüb-i Sitte, 7/247)

"Deve, sığır veya davar sahibi olup da,
bunlardaki Allah'ın hakkını edâ etmeyen herkese Kıyâmet günü, bu mallar,
olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak gelecekler. Adam,
onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve
tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla
toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinden boynuzsuz veya boynuzu kırık
biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi
aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye
kadar bu hal devam edecek. Kezâ 'kenz'e/hazineye sahip olup da ondaki (Allah'ın)
hakkını ödemeyen herkes, Kıyâmet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak
gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak.
Sonunda yılan ona: 'Gizlediğin hazineni al! Ben ondan müstağnîyim' diye bağırır.
Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini yılanın
ağzına sokar, Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi kemiriverecektir."
(Buhârî, Zekât 3, Tefsir Âl-i İmrân
14, Berâet 6, Hiyel 3; Müslim, Zekât 26, Hadis no: 987; Ebû Dâvud, Zekât 32;
Hadis no: 1658-1660; Nesâî, Zekât 2, 6; Muvattâ, Cihad 3)     

"Allah'ım, yoksulluk fitnesinin
şerrinden, küfür ve yoksulluktan Sana sığınırım."
(Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44;
VI, 57, 207).

"Ben görmeyen birisiydim, Allah
basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı."
(Buhârî, Enbiyâ, 51) (93/Duhâ,
7-8)

"Şüphesiz, insan borçlandı mı,
konuşursa yalan söyler, vadederse, sözünde duramaz."
(Buhâri, İstikrâz).

"(Hakiki) miskîn (yoksul), kapı
kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği
kimse değildir. Fakat gerçek miskîn/yoksul, ihtiyacını giderecek bir şey
bulamayan ve halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna
rağmen) kalkıp kimseden birşey istemeyen kimsedir."
(Buhârî, Zekât, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, hadis no: 1039;
Muvattâ, Sıfatu'n-Nebiyy 7, - II/924-;
Ebû Dâvud, Zekât 23, h. no: 1631, 1632; Nesaî, Zekât 76 -5, 85-; Ahmed
bin Hanbel, I/384)

"Veren el, alan elden daha üstündür/hayırlıdır."
(Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036;
Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344;  Ahmed bin Hanbel, II/4)

"Kıyâmet gününde cehennem ehlinden olan kimseye
denilir ki: ‘Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan kurtulmak için) o malını
fidye olarak verir miydin?'  O kimse, azâbın şiddetini gördüğü için: ‘Evet!..
Muhakkak verirdim' der. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ben (dünyada)  senden, 
bundan  daha kolay bir şey istemiştim.  Henüz   ruhlar  âleminde  iken, Bana
hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden
döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin."
(Buhârî, Rikak 49; Ahmed bin Hanbel, III/218)

"Mü'min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide
ile yer." (İbn Mâce, hadis no: 3256) 
(Bkz. 47/Muhammed, 12).

"Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden
önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi:
İlahi, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef
ver (malını yok et), diye duâ ederler."
(Riyâzü's-Sâlihîn, 1/253)

"Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak,
insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır."
(Tirmizî, Birr 40) 

"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı
sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun."
(Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322)

"Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun
şerrini def ettin demektir." (Kütüb-i
Sitte, c. 7, s. 323)

"Sizden biri, mal ve yaratılış itibariyle
kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın
(Kendisini onunla mukayese etsin).
(S. Buhâri, Askalâni Şerhi, 11, s. 322) Sahih-i Müslim'de şu ilave rivâyet
edilmiştir:  "...İşte bu, Allah'ın size olan nimetlerini hakir görmemek için
uygun olan bir davranıştır."

"İyi mal, sâlih kimse için ne
güzeldir." (Ahmed bin
Hanbel, IV/194)

Hz. Ömer birgün Rasûlullah'ın hâne-i
saâdetlerine girdi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendimiz niçin
ağladığını sorunca, şöyle dedi: "Yâ Rasûlallah! Dünya kralları, kisrâlar servet
içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır
ve teninde yattığın yerin izleri var..." Allah Rasûlü şu cevabı verdi:
"İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!" (Buhârî,
Tefsir (66) 2; Müslim, Talâk 31)

Bir iftar sofrasında Hz. Ebû Bekir'e bir bardak
soğuk su ikrâm edilir. Suyu ağzına götürdüğünde ağlamaya başlar. Yanındakiler ne
olduğunu sorarlar. Cevap verir: "Bir gün Rasûlullah, kendisine getirilen böyle
bir bardak soğuk suyu içmiş, sonra da ağlamış ve "O gün nimetlerden hesaba
çekileceksiniz" (102/Tekâsür, 8) âyetini okuyarak, "İşte bu nimetten de
hesaba çekileceğiz" buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım."
(Müslim, Eşribe 140)

"Hanımının senin üzerinde hakkı vardır.
Misafirlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin de senin üzerinde hakkı
vardır. Her hak sahibine hakkını ver."
(Müslim, Savm 181)       

"Aşırı gidenler helâk olmuştur"
(Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5; Ahmed bin Hanbel, I/386)

"Eğer dünya Allah'ın yanında sivri sineğin
kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi."
(İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110, 2/1377;  Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321,
4/560)        

"Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur.
Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu
yasaklaması gibi." (Tirmizî, Tıbb 1)

Üstteki el (yani veren), alttaki
elden (yani alandan) daha hayırlıdır."
(Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim,
Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344;  Ahmed
bin Hanbel, II/4)

Sehl İbn Sa'd es-Saidî (r.a.) anlatıyor. "Bir
gün Rasûlullah (s.a.s.)'a bir adam gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bana öyle bir
amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni
sevsin' dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Dünyaya rağbet etme, Allah seni
sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!"
(Kütüb-i Sitte, 17/563)

"Allah elinden iş gelen sanatkâr mü'min kulu
sever." (Münâvî, Feyzu'l-Kadîr,
II/290)

"İş yaptığınız zaman, Allah o işte itkan
etmenizi yani sağlam, ârızasız ve kusursuz yapmanızı sever."
(Kenzu'l-Ummâl, III/907)

"Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya
malı ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde
olandan daha çok güvenmen ve bir müsîbete düştüğün zaman getireceği sevabı
sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir."
(Tirmizî, Zühd 29, hadis no: 2341; İbn Mâce,
Zühd 1, hadis no: 4100)

Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) buyurdular ki: "(Ey Âişe! Cennette) benimle olman seni
mesrur/sevinçli edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet
etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan
eskimiş addetme." (Tirmizî, Libâs 38, hadis no: 1781)

"Allah'ım, Âl-i Muhammed'in rızkını belini
doğrultacak kadar ver." -Bir diğer rivâyette- "yetecek kadar ver."
(Buhârî, Rikâk 17; Müslim, Zekât 126, hadis no: 1055; Tirmizî, Zühd 38, hadis
no: 2362) Tirmizî'nin "Resûlullah ve ehlinin maîşetleri adında bir babta
kaydettiği rivayetlerden bazıları şöyle:

"Rasûlullah (s.a.s.) ekmek ve etten doyuncaya
kadar günde iki sefer yemeden dünyadan göçmüştür."

"Rasûlullah (s.a.s.) arpa ekmeğinden doyuncaya
kadar peşpeşe iki gün yemeden ruhu kabzedildi."

"Rasûlullah (s.a.s.) ve ailesi, üst üste üç gün
doyuncaya kadar buğday ekmeği yemeden dünyadan ayrıldı."

"Rasûlullah (s.a.s.) üst üste birçok geceleri aç
geçirir, ehli de akşam yemeği bulamazlardı. Onların ekmekleri çoğunlukla arpa
ekmeği idi."

"Rasûlullah (s.a.s.) yarın için bir şey
biriktirmezdi."

"Rasûlullah (s.a.s.) ölünceye kadar (mükellef
hazırlanmış) bir sofrada yemek yemedi, (pasta şeklinde) ince yapılmış ekmek de
yemedi."

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) bir gün (veya gece mûtad olmayan bir saatte) mescide geldi. Orada Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.a.)'e rastladı. Onlara (bu saatte) niye geldiklerini
sordu. "Bizi evden çıkaran açlıktır!" dediler. Rasûlullah da: "Beni de evde
çıkaran açlıktan başka bir şey değil!" buyurdu. Hep berâber Ebû'l-Heysem
İbnu'l Teyyihân'a gittiler. O, bunlar için arpadan ekmek yapılmasını emretti.
Ekmek yapıldı. Sonra kalkıp bir koyun kesti. Yanlarında bir hurma ağacında asılı
olan tatlı suyu indirdi. Derken yemek geldi, yediler ve o sudan içtiler.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Şu günün nimetinden (Kıyâmet günü) hesap
sorulacak! (Açlık sizi evinizden çıkardı. Bu nimetlere nâil olduktan sonra
dönüyorsunuz!" (Müslim, Eşribe 140, h. no: 2038; Muvattâ, Sıfatu'n Nebi 28,
h. no: 2, 932; Tirmizî, Zühd 39, h. no: 2370)

Utbe İbn Gazvân (r.a.) anlatıyor: "Gerçekten ben
kendimi, Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte olan yedi kişiden yedincisi olarak
görmüşümdür. Huble (asma) yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Öyle ki
avurtlarımız yara oldu." (Müslim, Zühd 15, hadis no: 2967)

Ebû Talhâ (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah
(s.a.s.)'a açlıktan şikâyet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir
taş vardı. Rasûlullah (s.a.s.) da karnını açtı, O'nda iki taş vardı." (Tirmizî,
Zühd 39, hadis no: 2372)

"Şurası muhakkak ki, Allah hakkında benim
korkutulduğum kadar kimse korkutulmamıştır. Allah yolunda bana çektirilen eziyet
kadar kimseye eziyet çektirilmemiştir. Zaman olmuştur, otuz gün ve otuz gecelik
bir ay boyu, Bilâl ile benim yiyeceğim, Bilâl'in koltuğunun altına sıkışacak
miktarı geçmemiştir." (Tirmizî,
Kıyâmet 35, hadis no: 2474)

Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Bazı aylar
olurdu, (yemek pişirmek için) hiç ateş yakmazdık, yiyip içtiğimiz sadece hurma
ve su olurdu. Ancak, bize bir parçacık et getirilirse o hâriç." (Buhârî,
Et'ıme 23, Rikak 17; Müslim, Zühd 20-27, hadis no: 2970-2973; Tirmizî, Zühd 38,
h. no: 2357-2358, 35 h. no: 2473). Diğer bir rivâyette: "Rasûlullah ölünceye
kadar Muhammed âilesi buğday ekmeğini üst üste üç gün doyuncaya kadar
yememiştir" denmiştir. Bir diğer rivâyette: "Muhammed (s.a.s.) bir günde iki
sefer yedi ise, biri mutlaka hurma idi" denmiştir.

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
ve ailesi üst üste pek çok geceleri aç geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı.
Ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi." (Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2361)

Nu'mân İbnu Beşîr (r.a.) anlatıyor: "Hz. Ömer
(r.a.) insanların nâil oldukları dünyalıktan söz etti ve dedi ki: "Gerçekten ben
Rasûlullah (s.a.s.)'ın bütün gün açlıktan kıvrandığı halde, karnını doyurmaya
âdi hurma bile bulamadığını gördüm." (Müslim, Zühd 36, hadis no: 2978)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a
arpa ekmeği ile kokusu değişmiş erimiş yağ getirmiştim. (Bir seferinde) şöyle
söylediğini işittim: "Muhammed ailesinde, dokuz kadın bulunduğu bir zamanda,
ne bir sa' hurma, ne de bir sa' hububat gecelemiştir." (Buhârî, Rehn 1, Büyû
14; Tirmizî, Büyû 7, h. no: 1215; Nesâî, Büyû 50, hadis no: 7, 288)

Süleymân İbn Surad (r.a.)
anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bize geldi ve bir yiyecek (ikramına) gücümüz
yetmeksizin -veya bir yiyeceğe gücü yetmeksizin- üç gece kaldık."

Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'a  bir gün sıcak bir yemek getirilmişti. Yedi ve yemekten
çıkınca: "Elhamdülillah, şu şu vakitten beri mideme sıcak bir yemek
girmemişti" buyurdu."

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'ın kızı (Fâtıma gerdek gecesi) bana gönderildi. Onun
gönderildiği gece yatağımız koyun derisinden başka bir şey değildi."

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
şöyle duâ etmişti: "Allah'ım, beni miskin (yoksul) olarak, yaşat, miskin
olarak ruhumu kabzet, kıyâmet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret."
Hz. Âişe (r. anhâ) atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Rasûlü?" "Çünkü,
dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Âişe!
fakirleri sev ve onları (rivâyet meclisine) yaklaştır, tâ ki Kıyâmet günü Allah
da sana yaklaşsın." (Tirmizî, Zühd, hadis no: 2353)

"Fakirler, cennete zenginlerden beşyüz yıl önce
girerler. Bu (Allah'ın indinde) yarım gündür."
(Tirmizî, Zühd 37, hadis no: 2354) (Beşyüz yılın Allah indindeki yarım gün
etmesi, Allah'ın indindeki bir gün, dünya ölçülerindeki bin yıla tekabül
etmesindendir. Zîra âyette şöyle denmiştir: "Rabbinin katında bir gün,
saydıklarınızdan bin yıl gibidir." -22/Hacc, 47-)

Ebû Abdirrahman el-Hubulî anlatıyor: "Bir adam
Abdullah İbnu Amr (r.a.)'a sorarak dedi ki: "Biz muhâcirlerin fakirlerinden
değil miyiz?" Abdullah da ona sordu: "Kendisine sığındığın bir zevcen var mı?"
Adam: "Evet" dedi. Abdullah: "Senin oturduğun bir meskenin var mı? Adam: "Evet!"
deyince Abdullah: "Sen zenginlerdensin!" dedi. Adam: "Benim bir de hizmetçim
var!" diye ilave edince, Abdullah: "Öyleyse sen krallardansın!" dedi." (Müslim,
Zühd 37,  hadis no: 2979)

Ebû Saîd (r.a.) anlatıyor: "Muhâcirlerin
fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, bir kısmı(nın
karaltısından istifâde) ile çıplaklıktan korunuyordu. Bir okuyucu da bize
(Kur'ân) okuyordu. Derken Rasûlullah (s.a.s.) çıkageldi ve üzerimizde dikildi.
Resûlullah'ın yanımızda dikilmesi üzerine kaari okumayı bıraktı. Resûlullah da
selam verdi ve: "Ne yapıyorunuz?" diye sordu. "Ey Allah'ın Rasûlü! dedik,
o kaarimizdir, bize (Kur'ân) okuyor. Biz de Allah Teâlâ'nın kitabını dinliyoruz.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte
sabretmem emredilen (18/Kehf, 28) kimseleri yaratan Allah'ıma hamdolsun!"
dedi. Sonra, kendisini bizimle eşitlemek üzere Resûlullah, ortamıza oturdu.Ve
eliyle işâret ederek: "Şöyle (halka yapın)" dedi. Cemaat hemen etrafında
halka oldu, yüzleri ona döndü. Ebû Saîd der ki: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın onlar
arasında benden başka birini daha tanıyor görmedim. (Herkes yeni baştan
vaziyetini alınca) Rasûlullah şu müjdeyi verdi: "Ey yoksul muhâcirler, size
müjdeler olsun! Size Kıyamet günündeki tam nûru müjde ediyorum. Sizler cennete,
insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya
günleriyle) beşyüz yıl eder." (Ebû Dâvud, İlim 13, hadis no: 3666; Tirmizî,
Zühd 37, hadis no: 2352)

"(Mirâc sırasında) cennetin kapısında durup
içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler (yoksullar) olduğunu
gördüm. Dünyadaki imkân sâhiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye
emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler..."
(Buhârî, Rikâk 51; Müslim, Zühd 93, hadis no: 2736)

"Bana zayıflarınızı arayın. Zîra sizler,
zayıflarınız (onların duâları, tevekkül ve sabırları) sebebiyle yardıma ve rızka
mazhar kılınıyorsunuz." (Ebû Dâvud,
Cihâd 77, hadis no: 2594; Tirmizî, Cihâd 24,  h. no: 1702; Nesâî, Cihâd 43, -6,
45,46-)

"Kuvvetli mü'min Allah'a zayıf mü'minden daha
hayırlı ve daha sevgilidir, ancak her birinde hayır vardır."
(Müslim)

"Allah hiçbir peygamber göndermedi ki, koyun
çobanlığı yapmamış olsun." "Sen de mi, Ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordular.
"Evet, ben de bir miktar kırat mukabili Mekke ehline koyun güttüm." (Buhârî,
İcâre 2; Muvattâ, 18 -2, 971-; İbn Mâce, Ticârât 5, hadis no: 2149) (Nesâî'nin
bir rivâyetinde şöyle denir: "Koyun sahipleri ile deve sahipleri övünmüşlerdi.
Rasûlullah (s.a.s.): "Hz. Mûsâ koyun çobanı olduğu halde pegamber oldu. Hz.
Dâvud koyun çobanı olduğu halde peygamber oldu. Ben de ehlimin koyunlarını
Ciyâd'da güderken peygamber oldum" dedi.)

Abdullah İbnu Muğaffel (r.a.) anlatıyor: "Bir
adam gelerek "Ey Allah'ın Resûlü! Ben seni seviyorum" dedi. Rasûlullah: "Ne
söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam: "Vallâhi ben seni
seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun üzerine
adama: "Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni
sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha sür'atli gelir." (Tirmizî, Zühd
36, hadis no: 2351)

Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) buyurdu ki: "Dünya
arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de
kendine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın çocukları
olmayın. Zira bugün amel var hesap yok; yarın ise hesap var amel yok." (Buhârî,
Rikak 4) (Hz. Ali'ye atfedilen bu söz, merfû hadis olarak da rivâyet
edilmiştir.)

İbn Ömer (r.a.): "Akşama erdinmi sabahı bekleme,
sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için
hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap." (Buhârî, Rikak 2;
Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334)

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Biz Rasûlullah
(s.a.s.) ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab İbn Umeyr (r.a.) göründü, bize
doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı.
Rasûlullah (s.a.s.) onu görünce, (Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı)
bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söyledi: "Gün gelip, sizden biri, sabah
bir elbise, akşam bir başka elbise giyse ve önüne yemek tabakalarının biri
getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılar ve kilimler ile) Kâ'be
gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?" "O gün, dediler, biz bugünümüzden
çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibâdete
daha çok vakit ayıracağız." Buyurdu ki: "Hayır! Bilakis siz bugün o günden
daha iyisinizdir." (Tirmizî, Kıyâmet 36, hadis no: 2478)

Ebû Ümâme İbn Sa'lebe el-Ensârî (r.a.)
anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanında dünyayı zikretmişlerdi. Buyurdular
ki: "Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevâzi giyinmek îmandandır,
mütevâzi giyinmek imandandır!" (Ebû Dâvud, Tereccül 1, hadis no: 4161; İbn
Mâce, Zühd 22, h. no: 4118)

Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.)'ın yanında bir adamın çok ibâdet ettiğinden, bir diğerinin de verâ
sahibi olduğundan bahsedilmişti. Efendimiz: "Verâ'ya denk olacak onunla
tartılabilecek bir şey yoktur!" buyurdu." (Tirmizî, Kıyâmet 61, hadis no:
2521) (Verâ: Haramlardan, harama benzeyen şeylerden, şüpheli şeylerden kaçınmak
mânâsına gelir.)

"Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz
olanı terketmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz."
(Tirmizî, Kıyâmet 20, hadis no: 2453)

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Evimden soğuk bir
günde çıktım. Çok açtım, (yiyecek) bir şey arıyordum. Bir yahudîye rastladım,
bahçesinde çıkrıkla sulama yapıyordu. Duvardaki bir açıklıktan adama baktım. "Ne
istiyorsun ey bedevi, kovasını bir hurmaya bana su çeker misin?" dedi. Ben de:
"Evet! ama kapıyı aç da gireyim!" dedim. Adam kapıyı açtı, ben girdim, bir kova
verdi. Su çekmeye başladım. Her kovada bir hurma verdi. İki avucum hurma ile
dolunca kovayı bıraktım ve bu bana yeter deyip hurmaları yedim, sudan içip sonra
mescide geldim." (Tirmizî, Kıyâmet 35, hadis no: 2475)

Fudâle İbn Ubeyd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) halka namaz kıldırırken, bazı kimseler açlık sebebiyle kıyam sırasında
yere yıkılırlardı. Bunlar Ashâb-ı Suffe idi. (Medîne'de misâfireten bulunan)
bedevîler, bunlara delirmiş derlerdi. Efendimiz namazdan çıkınca yanlarına uğrar
ve: "Eğer (bu çektiğiniz sıkıntı sebebiyle) Allah indinde elde ettiğiniz
mükâfatı bilseydiniz, fakirlik ve ihtiyaç yönüyle daha da artmayı dilerdiniz"
derdi." (Tirmizî, Zühd 39, hadis no: 2369)

"Sizden kim nefsinden emin, bedeni
sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur."
(Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141).

"Âdemoğlunun şu üç şey dışında
(temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği  bir ev, avretini örteceği bir elbise,
katıksız bir ekmek ve su."
(Tirmizî, Zühd 30, hadis no: 2342)

"İslâm hidâyeti nasip edilen ve
yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!"
(Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350)

Ebû Saîdi'l-Hudrî (r.a.)
anlatıyor: "Ensâr (r.a.)'dan bazı kimseler, Rasûlullah (s.a.s.)'dan bir şeyler
talep ettiler. Peygamberimiz de istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o
yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi.
Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular: "Yanımda bir mal olsa,
bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır
(istemez)se, Allah onu iffetli kılar. Kim istiğnâ gösterirse Allah da onu zengin
kılar. Kim  sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha
hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır." (Buhârî, Zekât 50, Rikak
20; Müslim, Zekât 124, hadis no: 1053; Muvattâ, Sadaka 7 -2, 997-; Ebû Dâvud,
Zekât 28, h. no: 1644; Tirmizî, Birr 77, h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85, -5, 95-)
Rezin rahimehullah şu ziyâdede bulunmuştur: "İslâm'a girip, yeterli miktarla
rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi nasip ettiği kimse
kurtuluşa ermiştir."

"Ey Âdemoğlu! Eğer fazla malını
Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin
için zararlıdır. Kefâf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmez, kınanmazsın.
(Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren),
alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır."
(Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344).

"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül
edebilseydiniz, sizleri de, kuşları  rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı:
Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."
(Tirmizî, Zühd 33, hadis no: 2345)

"Sizden biri dilenmeye devam
ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur."
(Buhârî, Zekât 52;  Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83 -5, 94-)

"İstemeler bir nevi
cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü  tırmalamış olur. Öyle ise, dileyen
(hayâsını koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var
ki, kişi,  zarûrî olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir."
(Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no:
1639; Tirmizî, Zekât 38, h. no: 681; Nesâî, Zekât 92 -5, 100-)

"Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'dan
bir şeyler istedi. Peygamberimiz de verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının
eşiğine basar basmaz, Rasûlullah: "Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz
kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!" buyurdu." (Nesâî, Zekât 83
-5, 94, 95-)

"Kişinin iplerini alıp dağa
gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara
gidip  dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler
de." (Buhârî, Zekât 50,
Büyû' 15)

Sevban (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün): "Cenneti garanti etmem  mukabilinde, 
insanlardan hiçbir şey istememeyi kim  garanti edecek?" buyurdular. Sevban
(r.a.) atılıp: "Ben, (Ey Allah'ın Resulü!)" dedi. Sevban (bundan böyle) hiç
kimseden birşey istemezdi." (Ebû Dâvud, Zekât 27, hadis no: 1643; Nesâî, Zekât
86, -5, 96-)

"İstemede ısrar etmeyin. Vallahi,
kim benden bir şey ister, ben ona vermek arzu etmediğim halde, ısrarı
(sebebiyle) bir şey kopartırsa, verdiğim o şeyin bereketini görmez."
(Müslim, Zekât 99, hadis no: 1038; Nesâî, Zekât 88 -5, 97, 98-)

İbnu'l-Firâsî'nin anlattığına
göre, babası: "Ey Allah'ın Rasûlü! (İhtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?" diye
sormuş, Rasûlullah (s.a.s.) da: "Hayır, isteme! Ancak istemek zorunda
kalmışsan, bâri sâlihlerden iste!" buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Zekât 28,
hadis no: 1646; Nesâî, Zekât 84, -5, 95-)

"Kim, kendisini müstağni kılacak
miktarda malı olduğu halde isterse (dilenirse), kıyâmet günü, istediği şey
suratında bir tırmalama veya soyulma ya da ısırma yarası olarak gelir!"
Yanında bulunanlar: "Kişiyi
müstağnî kılan (miktar) nedir?" diye sordular. "Kırk dirhem altın veya o
kıymette bir başka şey!" buyurdu." (Ebû Dâvud, Zekât 23, hadis no: 1626;
Tirmizî, Zekât 22, h. no: 650; Nesâî, Zekât 87, -5, 97-; İbn Mâce, Zekât 26,
hadis no: 1840)

"Kim (malını artırmak için)
insanlardan dilenirse, o mutlak sûrette ateş talep etmiş olur. Öyleyse ister
azla yetinsin, isterse çoğaltmayı istesin (artık kendisi bilir)!"
(Müslim, Zekât 105, hadis no: 1041)

Kabisa İbn Muharik (r.a.)
anlatıyor: "Sulh için diyet (hamâle) ödemeyi kabullenmiştim. Bu hususta yardım
istemek için Rasûlullah (s.a.s.)'ı aradım ve karşılaştık. (Meseleyi açınca):
"Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da verilmesini emrederim"
buyurdular. Sonra da: "Ey Kabisa! İstemek, üç kişi dışında hiç kimseye
helâl olmaz: Sulh diyeti (hamâle) kabullenen kimse. Buna, gereken miktarı
buluncaya kadar, istemesi helaldir. Ama o  miktara ulaşınca, artık istemez.
Âfete uğrayıp malını kaybeden kimse. Buna da maişetini temin edecek miktarı elde
edinceye kadar istemesi helâldir. Fakirliğe uğrayan adam. Eğer kavminden üç
kişi, 'Falancaya fakirlik isâbet etti' diye ittifak ederlerse, geçimine yetecek
miktarı elde edinceye kadar istemesi helâldir. Bunlar dışında  istemek, ey
Kabisa haramdır." (Müslim, Zekât 109, hadis no: 1044; Ebû Dâvud, Zekât 26,
hadis no: 1640; Nesâî, Zekât 86, -5, 96, 97-)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Ensârî bir
zat gelip Rasûlullah (s.a.s.)'dan birşeyler istemişti. "Evinde hiçbir şey yok
mu?" buyurdular. Adam: "Evet, dedi. Bir çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp,
birkısmını da yaygı olarak yere seriyoruz! Bir de su içtiğimiz kabımız var."
"Onları bana getir!" diye emrettiler. Adam gidip getirdi. Peygamberimiz
eşyaları  eline alıp: "Şunları satın alacak yok mu?" buyurdular. Bir
adam: "Ben bir  dirheme satın alıyorum" dedi. Rasulullah: "Bir  dirhemden
fazla veren yok mu?" dedi ve iki üç sefer tekrarladı (açık artırmaya
çıkardı). Orada bulunan bir adam: "Ben onlara iki dirhem veriyorum" dedi.
Rasûlullah eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensârîye verdi ve: "Bunun
biriyle ailen için yiyecek al, ailene ver. Diğeriyle de bir balta al bana
getir!" buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Rasûlullah, ona
eliyle bir sap geçirdi. Sonra: "Git, odun topla, sat ve on beş gün bana
gözükme!" buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi. Bu esnâda on
dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek satın
almıştı. Rasûlullah: "Bak, bu senin için, kıyâmet günü alnında  dilenme
lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti:
"Dilenmek, sersefil, fakirliğe düşmüş veya rüsvay edici borca batmış ya da
elem verici kana bulaşmış insanlar dışında, kimseye câiz değildir." (Ebû
Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1641; Tirmizî, Büyû' 10, hadis no: 1218; İbn Mâce,
Ticârât 25, hadis no: 2198)

Habeşî İbn Cünâde es-Selûlî (r.a.)
anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Arafat'ta vakfede iken bir bedevî gelerek
ridâsının bir ucundan tutup, ondan bunu istedi. Peygamberimiz de ridâsını ona
verdi. Adam ridâyı beraberinde  alıp gitti. Tam o sırada dilenmek haram kılındı.
Bunun üzerine Rasûlullah: "Sadaka zengine helâl değildir; sağlığı yerinde güç
kuvvet  sahibine de helal değildir. O, sersefil edici, fakre düşen, haysiyeti
kırıcı borca giren, eleme boğan kana bulaşan kimseler dışında hiç kimseye helâl
değildir. Öyleyse, kim malını artırmak için insanlara el açarsa, bu, kıyâmet
günü suratında cırmalama yaralarına ve cehennemde yiyeceği kızgın taşlara
dönüşür. Öyleyse (buyursun) dileyen azla yetinsin, dileyen de çoğaltmaya
çalışsın." (Tirmizî, Zekât 23, hadis no: 653). Rezin merhum şu ziyâdede
bulunmuştur: "Ben, bir adama ihsanda bulunurum. Adam da onu koltuğunun altına
koyarak alıp gider veya yiyip midesine indirir. Halbuki bu, (eğer lâyık değilse)
o adam için ateşten başka bir şey değildir." Rasûlullah'ın bu sözü üzerine
Hz. Ömer (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü! Öyleyse ateş olan bir şeyi niye
veriyorsunuz?" diye sordu. Rasûlullah: "Allah benim cimri olmamı kabul
etmedi, insanlar da benden istememeyi kabul  etmedi!" cevabını verdi. Orada
bulunanlar: "Dilenmeyi haram kılan zenginlik nedir?" diye sordular.
Peygamberimiz: "Sabah veya akşam yetecek  kadar yiyecektir!" 
buyurdular." (Kütüb-i Sitte, c. 14, s. 66)

"Kim  kendisine gelen bir
fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak dilenmeye kalkarsa),
onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o da bunu (sadece)
Allah'a açarsa, Allah ona er veya geç rızkıyla imdat eder."
(Tirmizî, Zühd 18, hadis no: 2327; Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1645)

Hz. Ömer (r.a.) şöyle hitap
etmiştir: "Ey insanlar! Bilin ki  tamahkârlık fakirliktir, yeis (tamahkâr
olmamak) zenginliktir. Kişi bir şeye tamah göstermezse ondan müstağnî olur." 
(Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 14, s. 68)

Abdullah İbn Ömer (r.a.)
anlatıyor: "(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s.),
(zaman zaman) bana ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben): "(Ey Allah'ın
Rasûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç olan birine verseniz!" diyordum.
Rasûlullah da: "Al bunu! Bu maldan,  sen istemediğin ve gelmesini bekler
durumda olmadığın halde gelen birşey olursa onu al ve temellük et (yani kendi
malın kıl, malın olduktan sonra) dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla.
(Bu vasıfta) olmayan mala nefsini bağlama!" buyurdular. (Hadisi İbn Ömer'den
rivâyet eden) Sâlim der ki: "Bu (hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey
istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey olursa onu da reddetmezdi." (Buhârî,
Ahkâm 17, Zekât 51; Müslim,  Zekât 110, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5,
105-)

Abdullah İbn Amr es-Sa'di'nin
anlattığına göre, "kendisi, hilâfeti sırasında Hz. Ömer'ın yanına geldi. Hz.
Ömer  kendisine: "Bana haber verildiğine göre, sen Müslümanların işlerinden bir
kısmını üzerine almışsın ve sana maaş verilince almaktan kaçınmışsın (doğru
mu)?" diye sordu. Ben de: "Evet!" dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bundan
maksadın ne?" dedi. Ben de: "Benim
atlarım var, kölelerim var (halim vaktim iyidir), hayır üzereyim. Ben maaşımın
Müslümanlara sadaka olmasını istiyorum"  dedim. Hz. Ömer: "Hayır! Böyle yapma!
Çünkü (bir ara ben de senin gibi düşünmüş), senin arzu ettiğin şeyi arzu
etmiştim. Rasûlullah (s.a.s.) bana ihsanda bulunuyordu. Ben de: "Bu parayı ona
benden daha çok muhtaç olan birine ver!" diyordum. Hatta bir seferinde
(Peygamberimiz) yine bana mal vermişti. Ben yine: "Bunu, onu benden daha çok
muhtaç olan kimseye ver!" demiştim. Rasûlullah: "Onu al, kendi malın yap,
sonra tasadduk et! Bu maldan, sen talep etmeden, bekler vaziyeti almadan, gelen
olursa onu al. Böyle olmayana gönlünü bağlama!"  buyurdular." (Buhârî, Ahkâm
17; Müslim, Zekat 111, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 103-)

Amr İbnu Tağlib anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'a bir mal -veya bir şey- getirilmişti. Hemen onu taksim
edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına verdi, bir kısmına vermedi.
Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan hakkında dedikodu yaptıkları
kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir fırsatta, halka hitap etmek üzere
doğruldu). Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra: "Sadede gelince; vallahi ben,
birine verip diğerine vermediğim olur (bu doğrudur, ancak) vermediğim,
nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben bir kısım insanlara,
kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle veririm; bir kısmını da,
Allah Teâlâ'nın kalplerine koymuş bulunduğu zenginlik ve hayra havâle eder (ve
onlara bir şey vermem). İşte bunlardan biri Amr İbnu Tağlib'dir!"
buyurdular. Amr devamla der ki: "Vallahi, Rasûlullah (s.a.s.)'ın (hakkımda
telaffuz buyurduğu) bu kelâmına bedel kırmızı develerim olsaydı bu kadar
sevinmezdim." (Buhârî, Cum'a 29,  Humus 19, Tevhid 49)

Ebû Eyyub (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.)'a bir adam gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bana (dini) öğret, fakat çok
özlü olsun!' dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Namaza kalktığın vakit
(dünyaya) vedâ edenin (namazı gibi) namaz kıl. Sonradan (pişman olup) özür
dileyeceğin sözü söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık şeylerden) ümidini
kesmeye azmet." (Kütüb-i Sitte, 17/579) 

"Malı şöyle, şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar
hâriç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!"
"Şöyle" kelimesini Rasûlullah dört kere tekrar
etti. Bunlarla "sağından, solundan, önünden ve arkasından (hayır için
harcayanlar" demek istedi). (Kütüb-i Sitte, 17/571)

"Âdemoğlu, ‘malım, malım' diyor. Ey Âdemoğlu,
senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin, yahut tasadduk edip (sevabını)
defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var?!"
(Riyâzu's-Sâlihin, M. Emre Terc. s. 354)

"Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece
âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder.
Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden
hangisinde helâk olacağına aldırış etmez."
(Kütüb-i Sitte, 17/565)

Sehl İbn Sa'da (r.a.) anlatıyor: ‘Biz (hac
sırasında) Zülhuleyfe'de Rasûlullah (s.a.s.) ile beraberdik. O, birden,
şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine
şöyle buyurdu:"Şu leşin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz?
Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında,
bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha kıymetsizdir. Eğer dünyanın Allah
katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyyen tek
damla su içirmezdi." (Kütüb-i Sitte, 17/565)   

Muhârik anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.)'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bir adam gelip malımı almaya
kalkarsa (ne yapayım)?" dedi. "Ona Allah'ı hatırlat!" cevabını verdi.
Adam tekrar: "Hatırlamazsa (ne yapayım)?" dedi. Peygamberimiz: "Etrafındaki
Müslümanlardan yardım talep et!" buyurdu. Adam: "Etrafımda hiç Müslüman
yoksa ne yapayım?" dedi."Öyleyse  sultandan yardım iste!"  buyurdu. Adam:
"Sultan benden uzaksa?" dedi. Rasûlullah: "Bir âhiret şehidi oluncaya veya
malını koruyuncaya kadar malın için mücâdele et!" buyurdular." (Nesâî,
Tahrim 21 -7, 113-) Nesâî'nin bir başka rivayetinde, soru sahibinin: "Allah'ı
hatırlamaz (yani Allah'ı hatırlatmamla hırsızlıktan vazgeçip çekip gitmez) ise?"
şeklindeki sorusunu üç kere tekrar eder. Rasûlullah her üçünde de: "Allah'ı
hatırlat!" diye üç kere cevap verir. Hadis: "Eğer öldürülürsen cennete
gidersin, öldürürsen cehenneme gider" diye noktalanır.

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) şöyle hitap ettiler: "Ey insanlar! Allah Teâlâ
tayyibtir, tayyibten başka bir şey kabul etmez. Allah'ın mü'minlere emrettiği
şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâlâ
hazretleri (peygamberlere): 'Ey Peygamberler, temiz olanlardan yiyin de sâlih
amel işleyin' (23/Mü'minûn, 51) diyeemretmiş, mü'minlere de: 'Ey iman
edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin' (2/Bakara,
172) diye emirde bulunmuştur. Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık,
toz-toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: 'Ey Rabbim, ey Rabbim" diye
duâ eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: 'Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram,
giydiği  haramdır ve (netice itibarıyla) haramla  beslenmektedir. Peki böyle bir
kimsenin duâsına nasıl icâbet edilir?" buyurdular." (Müslim, Zekât 65, hadis
no: 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no: 2992)

"Bir kısım insan vardır, Allah'ın
mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Halbuki bu, kıyâmet
günü onlara  bir ateştir, başka değil."
(Buhârî, Hums 7; Tirmizî, Zühd 41, hadis no: 2375)

"(Benî Âdem'den) Hiç kimse elinin
emeğinden daha hayırlı bir yiyeceği asla yememiştir. Allah'ın peygamberi Dâvud
aleyhisselâm elinin emeğini yerdi."
(Buhârî, Büyû' 15)

"Öyle devir gelecek ki, insanoğlu,
aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak."
(Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2, -7, 243-). Rezîn şu ziyâdede bulunmuştur:
"Böylelerinin hiçbir duâsı kabul edilmez."

"Muhakkak ki yediğinizin en temizi
kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evlâtlarınız da kendi kesbinizdendir
(çalışıp kazandığınızdandır)."
(Ebû Dâvud, Büyû' 79; Tirmizî, Ahkâm 22, hadis no:  1358; Nesâî, Büyû' 1, -7,
249-; İbn Mâce, Ticaret 1, hadis no: 2137, 64, -2290-)

"Mudar kabilesine  mensup olduğu
zannedilen uzun boylu bir  kadın ayağa kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz
(kadın)lar babalarımız, evlâtlarımız ve kocalarımız üzerine yüküz. Onların
mallarında emirleri dışında, tasarrufu bize helâl olan nedir?" diye sordu.
Peygamberimiz: "Size helâl olan "taze"dir. Ondan hem yiyin, hem de hediye
edin!"  buyurdular." Ebû Dâvud der ki: "Tazeden maksat; ekmek, sebze
ve taze meyve (gibi fazla kalınca bozulan yiyecekler)dir." (Ebû Dâvud, Zekât 44,
hadis no: 1686)

Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Ebu
Süfyan'ın karısı Hind, (Bir gün gelerek) "Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ebû Süfyan
cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek miktarda (nafaka) vermiyor. Durumu
idare için, onun bilmez tarafından, almam gerekiyor! (Ne yapayım?)" Rasûlullah
(s.a.s.): "Örfe göre sana ve çocuğuna kifâyet edecek miktarda al!" 
buyurdular" (Buhârî, Büyû' 95, Mezâlim 1, Nafakat 5, 9, 14, Eymân 3, Ahkâm 14,
180; Müslim, Akdiye 7, hadis no: 1714; Ebû Dâvud,  Büyû' 81, hadis no: 3532;
Nesâî, Kudât 30, -8, 246-)

Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Hz.
Ebû Bekir (r.a.) halife seçildiği zaman: 'Kavmim biliyor ki, benim mesleğim
ailemin nafakasını te'minden âciz değildir. Ancak şimdi Müslümanların işleriyle
meşgulüm. Bu sebeple Ebû Bekir'in ailesi beytü'lmalden yiyecek, o da Müslümanlar
için çalışacak' dedi." (Buhârî, Büyû' 15)

"Kim bize memur olursa, kendine
bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir
mesken edinsin." (Hz.
Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın şöyle buyurdukları bana haber
verildi:) "Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse hâindir, hırsızdır."
(Ebû Dâvud, Harac 10, hadis no: 2945)

"Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar:
Su, ot ve ateş." (Ebû
Dâvud, Büyû' 62, h. no: 3477) 

 Vedâ haccı sırasında hutbede
Rasûlullah (s.a.s.)'ın şöyle söylediği rivâyet edildi: "Ey insanlar!
İhsanları, onlar ihsan kaldığı müddetçe alın! Ne zaman, Kureyş saltanat
kavgasına düşer ve ihsan dininizden  rüşvet mukabili olursa, o zaman onu bırakın
ve almayın!" (Ebû Dâvud, Harac 17, hadis no: 2958, 2959)

El-Misver İbn Mahreme'ye Amr İbn Avf (r.a.) şunu
anlatmıştır: "Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi Bahreyn'e, oranın cizyesini
getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını
Hz. Peygamber'le kıldılar. Namaz bitince, Resûlullah'ın etrafını sardılar.
Rasûlullah (s.a.s.) tebessüm buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebû
Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte: "Evet!"
dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: "Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren 
şeyi ümid edin. Allah'a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben
size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti 
de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular.
Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum."
(Buhârî,  Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no: 2961; Tirmizî,
Kıyâmet 29, hadis no: 2464)

"... Senin vârislerini zengin olarak bırakman,
halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve
celîl olan Allah'ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının
ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle
mükâfatlanacaksın..." (Buhârî, Cenâiz
37, Vesâyâ 2, 3, Fezâilu'l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43,
Ferâiz 6; Müslim, Vesâyâ 5, hadis no: 1628; Tirmizî, 6, hadis no: 975; Ebû
Dâvud, Vesâyâ 2, hadis no: 2864; Nesâî, Vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763-)

"Ümmetler (uluslar), insanların birbirlerini
sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve
üzerinize üşüşecekler." Birisi sordu:
"Bizim azlığımızdan mı?" Rasûlulullah cevap verdi: "Hayır, aksine, siz o gün
çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi... Allah, düşmanlarınızın
kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘vehn'
atacak." Yine birisi sordu: "Ey Allah'ın Rasûlü, vehn nedir?" Cevap verdi:
"Dünya sevgisi ve ölüme karşı isteksizlik." (Ebû Dâvud, Melâhim 5; Ahmed
bin Hanbel, V/278)

"Sizden kim nefsinden emin, bedeni
sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur."
(Tirmizî, Zühd 34, Hadis no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, Hadis no: 4141)

"Ademoğlunun şu üç şey dışında
(temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği  bir ev, avretini örteceği bir elbise,
katıksız bir ekmek ve su."
(Tirmizî, Zühd 30, Hadis no: 2342)

Açıklama: Âlimler, hadiste geçen
hisâl (şey) ile, kazanmak için peşinden koşması gereken temel ihtiyaçlarının
kastedildiğini belirtir. Bunlar: İkamet edeceği mesken, avretini örteceği
giyecek ve kuru ekmek ile sudur. Mesken ve giyeceğin de sade ve asgarî ölçüde
olacağı açıktır. Çünkü, gıda kuru ekmek ile ifade edilmiştir. Resulullah gıdayı
ifade ederken kuru ekmek veya katıksız ekmek mânasına gelen cilf kelimesini
kullanmakla, bu zaruri maddelerin asgarî ölçülerini ifade etmiş olmaktadır.
Nitekim mesken veya ev deyince gecekondudan villaya kadar çok farklı mertebeleri
var; giyecek de öyle. Şu halde hak olarak ifade edilen nisab, hayatın devamını
konforsuz olarak sağlayacak asgarî miktardır.

Münavi, bazı alimlerin şu 
mütalaasını kaydeder: "Dünyadan mal edinmek maksadıyla mesken, giyecek, binecek
gibi şeylerden, bu miktardan fazlasına sahip olan kimse, bu fazlalığı, ona
kendisinden daha fazla muhtaç olan Allah'ın diğer kullarına karşı yasaklamış
olur." el-Kâdi der ki: "Resulullah, hak ile, Allah'ın kişiye -ahirette bir
mükafaat veya suali olmadan- vermesi gereken şeyi kasteder. Bundan dolayı kişiye
ahirette mükâfaat veya mücazaat yoktur. Çünkü bunlar, nefsin yaşayabilmek için
mutlaka muhtaç olduğu şeylerdir. Bu zikredilen miktardan fazlası sorumluluğu
olan nasiblerdir."

Hakkı açıklama zımnında şöyle de
söylenmiştir: "Onunla, insanın müstehak olduğu şey kastedildi. Çünkü insan, o
miktara muhtaçtır ve hayatının devamı ona bağlıdır. Maldan gerçek mânada
kastedilen de o (hak olan) miktardır. Zemahşerî der ki: "Mesken, giyecek,
yiyecek ve içecek, insana zaruri olan  ana unsurlardır." (İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/44-45)

"İslâm hidâyeti nasip edilen ve
yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!"
(Tirmizî, Zühd 35, Hadis no: 2350)

Ebû Saidi'l-Hudrî (r.a.)
anlatıyor: "Ensar (r.a.)'dan bazı kimseler, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'
dan bir şeyler talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini verdi.
Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o
isteklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:
"Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek
değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna
gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim  sabırlı davranırsa Allah ona sabır
verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda
bulunulmamıştır." (Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124, hadis no:
1053; Muvattâ, Sadaka 7; Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1644; Tirmizî, Birr 77,
h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85)

"Ey ademoğlu! Eğer fazla malını
Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin
için zararlıdır. Kefaf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmezsin. (Harcamaya),
bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden
(yani alandan) daha hayırlıdır."
(Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344)

"(Hakiki) Fakir, kapı kapı
dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği kimse
değildir. Fakat gerçek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini
anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp
halktan birşey istemeyen kimsedir."
(Buhârî, Zekât, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, hadis no: 1039;
Muvattâ, Sıfatu'n-Nebiyy 7; Ebû Dâvud, Zekât 23, hadis no: 1631, 1632; Nesâî,
Zekât 76)

"Sizden biri dilenmeye devam
ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur."
(Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83)

"Dilenmede olan (kötülükleri)
bilseydiniz kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!" buyurdular."
(Nesâî, Zekât 83)

Rasûlullah (s.a.s.), seferi uzatıp
saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: "Ey Rabbim,
ey Rabbim" diye duâ eden bir yolcuyu zikredip dedi ki: "Bu yolcunun yediği
haram, içtiği haram, giydiği  haramdır ve (netice itibariyle) haramla 
beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?"
buyurdular." (Müslim, Zekât 65, hadis no: 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no:
2992)

"Şurası muhakkak ki, haramlar
apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu  ikisi arasında (haram veya
helal olduğu)  şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu
durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş
olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun
etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek
durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu
da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı
olursa cesedin tamamı sağlıklı olur,  eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur.
Haberiniz olsun bu et parçası kalptir."
(Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsâkat 107, h. no: 1599; Ebû Dâvud, Büyû 3,
h. no. 3329, 3330; Tirmizî, Büyû 1, h. no: 1205; Nesâî, Büyû 2)

"Biz kimi bir işe tayin eder, bir
rızık tahsis edersek, bu tahsis edilenden maada aldığı gulüldür (devlet malından
hırsızlıktır)." (Ebû
Dâvud, Harac 10, h. no: 2943)

"Kim bize memur olursa, kendine
bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir
mesken edinsin. Kim
bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse hâindir, hırsızdır." (Ebû Dâvud,
Harac 10, h. no: 2945)

"Dünya talebinde mûtedil olun.
Çünkü herkes, kendisi için yaratılmış olana müyesserdir (kazanmaya
hazırlanmıştır)." (Kütüb-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/244)

"(Meşrû) Bir işten (helâl rızık)
kazanan kimse o işe devam etsin."
(Kütüb-i
Sitte Tercüme ve Şerh