Fecir | Konular | Kitaplar

4. Câminin İslâm Devletinde Devlet Kurumu Olarak Hizmetleri a) Siyasetin Merkezi Olarak Câmi

4



4. Câminin İslâm Devletinde Devlet Kurumu Olarak
Hizmetleri
 
a) Siyasetin Merkezi Olarak Câmi:
 
İslâm dininin tebliğcisi olduğu
gibi, aynı zamanda İslâm devletinin de başkanı olan Hz. Peygamber'in evi,
mescide bitişik bulunuyordu ve câmi ile evini dinî ve idarî münasebetler
yönünden âdeta bütünleştirmişti. İslâm açısından din ve devlet işlerinin
birbirinden ayrılmazlığının bir ifadesi olan Hz. Peygamber'in bu uygulaması,
daha sonraki dönemlerde de uzun bir süre devam etti. "Dârü'l-imâre" denilen
hükümet konakları câmi yanında inşâ ediliyordu. Yeni kurulan Kûfe, Basra ve
Fustat'ta böyle yapıldı. Dımaşk'ta (Şam) olduğu gibi, fethedilen şehirlerde de
câmi ve dârü'l-imâre çoğunlukla  yanyana bulunuyordu. Bu uygulama, Emevî ve
Abbâsîler'de de devam etti. Nitekim Emevî halîfesi Süleyman bin Abdülmelik,
Remle şehrini kurarken vali konağı ile câmiyi karşı karşıya planladı.
Hz. Peygamber'in devlet
yönetimiyle ilgili meseleleri mescidde görüşüp kararlar alması ve orada bu
kararları halka duyurması sünneti, kendisinden sonra devam etmiş, devlete ait
idare binaları yapıldığında da bu âdet sürmüştür. Halîfeler başşehrin merkez
câmiinde imâmet görevini yerine getiriyor ve idarede minberden büyük
ölçüde faydalanıyorlardı. Minber, başlangıçta merkezî idarenin bir sembolü idi
ve sadece Mescid-i Nebevî'de bulunmasına izin verilmişti. Hz. Ömer, valiliği
sırasında Mısır'da minber yaptırmak isteyen Amr bin Âs'a müsâade etmedi.
Hz. Ebû Bekir'den itibaren
halîfeye biat minberde yapılıyordu. Halîfe de biatttan sonra idarede takip
edeceği genel prensipleri minberde okuduğu ilk hutbe ile ilân ederdi. Minber, bu
fonksiyonuyla anayasaya sahip toplumlarda üzerinde devlet devlet siyasetinin
açıklandığı kürsülere benzetilmiştir. Hz. Osman, muhâliflerine karşı kendi
icraatını minberde savunmuş ve bu âdet ondan sonra da devam etmiştir. Halîfeler
hacca gittikleri zaman Mekke ve Medine'deki câmilerin minberlerinden, İslâm
dünyasının her tarafından gelen müslümanlara hitap etme imkânı buluyorlardı.
(Şimdi, müslümanların başındaki
laik devlet başkanı, bakan ve valilerin imamlık yapmalarını düşünebilir misiniz?
Minberden hutbe okuduklarını, Cuma namazı kıldırdıklarını? Bu inanç ve
anlayışlarıyla yapmaları mı,  yapmamaları mı daha kötüdür; o da ayrı bir soru.
"Kendilerine gerek yok, onların emrindeki memurlar yapıyorlar" da denilebilir.
Ya da, gerektiğinde Atatürk'ün 1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Câmiinde
minbere çıkıp hutbe okuduğu gibi, onun izindekiler de minberleri kullanabilir
diye tarihî referans gösterilebilir...)
Halîfenin vilâyetlerdeki
temsilcileri olan valiler, merkezî câmide imamlık yapar, bazen kadılık,
kumandanlık gibi görevleri de üstlenirdi. Zira valilerin halkla bütünleşmesi
istenmiş, halkın kendilerine ulaşabilmesi için câmi en uygun yer kabul
edilmiştir. Hz. Ömer, ahşaptan işlenmiş süslü kapısından halkın girmekten
çekineceğini düşünerek ve yöneticilerin isrâfa ve gösterişe meyletmelerini
çirkin görerek Kûfe Dârü'l-imâresi'ni yıktırmış ve vali Sa'd bin Ebî Vakkas bir
süre Kûfe câmilerinden birinde ikamet etmişti.
Hz. Peygamber, diplomatik
görüşmelerini de mescidde yapar, yabancı elçileri en güzel elbiselerini
giyerek burada kabul ederdi. Onun, elçileri kabul ettiği yer, hâlen
"Üstüvânetü'l-vüfûd" (sefirler/elçiler sütunu) olarak bilinmektedir.
Câmiler, daha sonra bu
fonksiyonlarını kaybettiler. Artık minberlerde sadece Allah'a duâ ediliyor, Hz.
Peygamber'e salât u selâm getiriliyor, sahâbeye rahmet okunuyor ve halîfeye
hayır duâda bulunuluyordu. Halîfenin câmilerde, otoritesinin kabul edildiğini
itirafa benzer bir şekilde isminin anılmasından başka siyasî bir fonksiyonu
kalmamıştı.