Fecir | Konular | Kitaplar

20. İstişâre ve Organizasyon

20



20. İstişâre ve Organizasyon:
 
Câmi, bir meclistir. Devlet
başkanı ve tüm diğer yöneticilerin izleyeceği siyaseti, metodu, düşünce ve
projelerini açıklayıp üyelerin görüş, eleştiri ve müzâkerelerine sunduğu bir
meclis. Bilindiği gibi Hz. Ebû Bekir halîfe seçildiği zaman, mescidde mü'minlere
hitap ederek İslâmî yönetimin temel prensiplerini hatırlattı ve bu konulardaki
kendi izleyeceği metotları anlattı:
"Ey insanlar! İstemediğim
halde, büyük bir işin başına getirildiğimi biliyorum. Ancak Allah'ın yardımı ile
bu işi başaracağım. Bu işi adâletle yapabilecek Rasûlullah'ın ashâbından birine
her zaman vermeye hazırım... Ben de sizden biriyim. Ey müslümanlar! Allah'ın
himâyesinde olan bir şeyden dolayı hesaba çekilmek istemiyorsanız, onu hemen
yerine getiriniz. Şeytan beni yoldan çıkarabilir. Kızdığımı gördüğünüz zaman,
size bir zararımın dokunmaması için benden uzak durunuz! Ey insanlar! Beni
murâkabe/kontrol etmekten geri durmayınız. Eğer dürüst hareket edersem, bana
yardım ediniz. Şayet yanlış bir hareketim olursa, hatamı düzeltiniz! Allah'a
itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz; O'na isyan edersem siz de bana isyan
ediniz!" (Hadislerle Müslümanlık -Hayâtu's-Sahâbe-, M. Yusuf Kandehlevî, c. 2,
s. 617-618)
Hz. Peygamber'in tatbikatına
göre; bir bölgenin valisinin, aynı zamanda câminin de imamı olması gerekiyordu.
Şayet bu bölge, başşehir ise, devlet başkanının namaz kıldırması lâzımdı.
Herhangi bir câminin imamı, bir bölgenin vâlisi olmuyor; bilakis o bölgenin
valisi, aynı yerin câmisinin de imamı oluyor ki, bu onun için bir imtiyazdır.
Böylece o yörenin halkı, günde beş defa yöneticisini görmekte, şikâyetlerini
arzedebilmekte ve bu sâyede onu kontrol etmektedir. Sözgelişi; o bölge
yöneticisi vatandaşının işini aksatıyorsa, bu takdirde o vatandaşın başkente
gidip şikâyetini arzetme imkânı olacaktır. Böylece devlet başkanı, kamuoyunun
sesine kulak vermiş olacak ve halkıyla daha sağlıklı bir diyaloga girecektir.
(İslâm Müesseselerine Giriş, M. Hamidullah, s. 88-90)
Gerek asr-ı saâdette, gerekse
dört halîfe devrinde; müslim ve gayr-ı müslimlerin ihtiyacı, valilere gönderilen
senelik emir ve yazılarda sunulurdu. Valiler, mescid, câmi ve namazgâhlarda
verilen kararları sorar, anlar ve cevap olarak kararların özetini yazarlardı.
Arafat'taki genel toplantıda; mahalle câmilerinden itibaren derece derece gelen
haberler değerlendirilir ve ona göre karar verilirdi. İstibdat devrinde (Emevîler
ve diğerleri), İslâm hâkimiyetinin esası olan meşveret ve teşkilat da bozuldu.
Mescidler ve hacda yapılan siyasî, sosyal ve iktisadî meşveret ve telkinat
kaldırıldı. Mihrabdan ve minberden yapılan telkinlerin, konuşmaların yerini
yalnızca duâlar aldı. Oysa câmiler, sadece namaz kılmak için değil; aynı zamanda
müslümanların birbirleriyle görüşüp tanışmaları için takdir olunan mekânlardır.
Allah Rasûlü, şu âyetin hükmüne uyarak câmide ashâbıyla sık sık istişâre ederdi:
"(Yapacağın) İş hakkında onlarla istişâre et." (3/Âl-i İmrân, 159).
Namaz, cemaat ve istişârenin birbirinden ayrılması mümkün değildir:
"Rablerinin çağrısına icâbet ederler, namazı kılarlar ve işleri aralarında
istişâre iledir." (42/Şûrâ, 38)
Müslümanların istişâresi,
mahalle câmiinden başlayarak Arafat'a kadar uzanan birkaç kategoride
gerçekleşir: Cemaatin getireceği haberler, mahalle câmiinde müşâvere edelip
karara bağlanır. Haftalık Cuma namazlarında ise, bütün mahalle câmii
cemaatlerinin katılım ile, daha büyük bir mecliste, seçilmiş bir hatip
tarafından İslâm âlemine ait bir haftalık haberler ve açıklamalar müslümanlara
duyurulur. Câmi-i Kebîr veya Namazgâh'ta kılınan Bayram namazlarında ise, İslâm
dünyasını ilgilendiren bir senelik olaylar ve haberler hatip tarnafından özet
olarak arz ve izah olunur. Bütün İslâm ülkelerinde ve şehirlerinde  meydana
gelen olayları ve haberleri öğrenmek ve bunları değerlendirmek üzere gücü
kudreti yeten müslümanlar Arafat'ta toplanır. Bu ibâdet ve meşveret mahallerinde
müslümanlar eşitlik kuralına uyarlar. Kimsenin kimseye meslek, maddî güç, makam
vb. açısından üstünlüğü olmaz. Herkes aynı safta ve omuz omuzadır. Bu yüzdendir
ki, imamın da cemaatten yüksek bir yerde namaz kıldırması câiz değildir (Ebû
Dâvud, Salât 67). Hatta bazı ülkelerde günümüzde de görüldüğü gibi, mihrabdaki
imam, cemaatin önüne geçtiği için gurura kapılmasın diye, cemaatin bulunduğu ve
secde ettiği zeminden daha aşağıda olan mihrabda namaz kılar. İmamın, namazdan
sonra arkasını mihraba, yüzünü cemaate dönüp oturması, duâ için olmayıp,
kendisini imam seçen cemaatle istişâre ve tartışmaya başkanlık etmek içindir.
(Namaz, Abdullah Yıldız, s. 177-179).   
Câmiler, tarihî süreç içinde,
bu fonksiyonlarının bazılarından siyasî amaçlar yüzünden kasıtlı olarak
uzaklaştırılırken; bazen de gelişen toplum ve çoğalan nüfus paralelinde câmiler
çok fazla kurumu namaz kılınan alan içinde taşıyamaz olarak değerlendirildi.
Bünyesinde topladığı bunca hizmetler, zamanla mescide sığmaz oldu ve sonuçta
külliyeler, imâretler  doğdu. Böylece mescid, birçok müessesenin kendisinden
kaynaklandığı bir ana kurum olmuştu. Günümüzde mescidlerin bazı fonksiyonları
tümüyle tarihe karışmış, bazı icraatlarını da kısmen farklı şekilde vakıflar,
dernek ve cemaatler üstlenmiştir. Bir iş, ne kadar namaz ve zekâta benziyorsa o
kadar ibâdet yönü ağır bastığı gibi; mescidlere benzediği oranında kurumlar,
vakıf ve teşkilatlar hayır kurumu olacak, Allah'ın râzı olduğu mekânlar haline
gelecektir.