Fecir | Konular | Kitaplar

Günümüz Mescidleri; Bid'atler ve Mescidlerin Yeniden İhyâsı Bid'at Nedir?.

Günümüz Mescidleri



Günümüz Mescidleri; Bid'atler ve Mescidlerin Yeniden
İhyâsı
 
Bid'at Nedir?
 
Günümüzdeki mescidleri doğru
değerlendirebilmek için, önce "bid'at" konusunu bilmek gerekmektedir. ‘Bid'at',
‘ibdâ' kökünden türemiştir. İbdâ, önceden yapılmış bir şeyi örnek almaksızın
yapma ve icat etme demektir. Buna göre ‘bid'at' sözlükte, daha önceden bir
örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey (muhdes) demektir.
Kavram olarak ‘bid'at'; Şeriata
karşıt olması sebebiyle onunla ters düşen ve onda bir fazlalık ya da noksanlığa
neden olan şeydir. Bid'at Sünnetin zıddı olarak kullanılmaktadır ki, Şârî'nin
(din koyucunun) açık ya da dolaylı, sözlü ya da fiilî izni olmaksızın, dinde
sahâbeden sonra ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmadır.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle
buyuruyor: "(Dinde) Sonradan ortaya çıkan her şey bid'at'tır; her bid'at
dalâlettir/sapıklıktır ve sapıklık insanı ateşe sürükler." (Müslim, Cum'a
43, hadis no: 867, 2/592; Ebû Dâvûd, Sünne hadis no: 4606, 3/201; İbn Mâce,
Mukaddime 7, hadis no: 45-46, 1/17; Nesâî, Iydeyn 22, 3/153) "Allah (cc)
bid'at sahibinin, orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını,
(hayır yoluna) harcamasını, şâhidliğini kabul etmez. O kılın yağdan çıktığı gibi
dinden çıkar." (İbn Mâce, Mukaddime 7, hadis no: 49, 1/19)
Bu kadar tehlikeli ve imandan
ayırıcı olan bid'at konusunda müslümanların doğal olarak duyarlı olmaları
gerekir. Allah (c.c.) kendi dini olan İslâm'ı peygamberinin tebliği ile
insanlara ulaştırmış ve onu tamamlamıştır (5/Mâide, 3). Hz. Muhammed (s.a.s.)
yaşayarak ve uygulayarak İslâm'ın ne olduğunu ortaya koymuştur. Hiç bir insanın
bu dine müdâhale hakkı yoktur; kimse ne dinden eksiltme yapabilir ne de ona bir
şey ilâve edebilir. Sonradan ortaya çıkan ve yetkili ilim adamları tarafından
yapılan ictihâd (fetvâ verme) ise, dine ilâve değil; dinî hükümleri
sistemleştirme ya da yeni sorunlara Kur'an ve hadislerle cevap bulabilme
gayretidir.
Ancak, değişen zamana göre,
gelişen ilimler doğrultusunda yeni yeni şeyler icat edilir, yeni buluşlar ve
teknikler, hatta yeni görüşler ortaya çıkabilir. Bid'at'ın sözlük anlamına
takılarak, yeni ortaya çıkan her şeye bid'at demek mümkün değildir. Bu hem Din'i
anlamamak, hem de Din'in mübah (helâl) alanını haksız olarak daraltmak, Din'in
uygulanmasını zorlaştırmaktır.
Bid'at'ı bu şekilde anlayanlar
günlük hayata biraz da zorunlu olarak giren yenilikleri bid'at kelimesiyle
bağdaştırmanın yoluna gittiler ve bid'at'ı, ‘hasene-güzel' ve ‘seyyie-kötü' diye
ikiye ayırdılar. Hatta bazı bilginler daha da detaya inerek bid'atları; vâcip,
haram, mendup, mekruh ve mübah olmak üzerer beş kısma ayırmışlardır.
Bid'at'ı dar kapsamlı olarak,
yani kavram anlamıyla alanlar, onu inanç ve amellerde dine yapılan ekleme ve
eksiltme olarak tanımlamışlardır. Böyle düşünenlere göre, dinî bir özelliği
olmayan, insanların dünyalık işleriyle ilgili, İslâm'ın mubah dediği alana giren
şeyler bid'at kapsamında değildir. İnsanların örf olarak yaşattıkları  Din'e
aykırı olmayan âdetler, sonradan gerek bir ihtiyacı karşılamak, gerekse ilmî
araştırmalar sonucunda geliştirilen icatlar, üretimler, bazı kurumlar, ya da
fikirler bid'at alanının dışındadır.
Kimileri, hasene (güzel)
dedikleri bid'at'ı, Din'e bir ekleme olarak ele almazlar. Bunu Peygamberimizin
haber verdiği ‘güzel bir çığır açma' hadisine dayandırırlar. "Kim benden
sonra terkedilmiş bir sünnetimi diriltirse, onunla amel eden herkesin ecri kadar
o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiç bir şey eksiltmeden. Kim
de Allah ve Rasûlünün rızasına uygun düşmeyen bir sapıklık bid'at'ı  icat
ederse, onunla amel edenlerin günahları kadar o kişiye günah yüklenir, hem de
onların günhlarından hiç bir şey eksilmeden." (İbn Mâce, Mukaddime 15, hadis
no: 209-210, 1/76. Bir benzeri için bkz. Müslim, İlim 16, hadis no: 2674,
4/2060; Tirmizî, İlim 16, hadis no: 2677, 5/45)                 
Onlar, teravih
namazını cemaatle ve yirmi rek'at kılınmasına bid'at diyenlere ‘ne güzel bid'at'
demesini delil olarak alırlar. Halbuki Hz. Ömer (r.a.) bid'ate güzel demedi, tam
tersine; ‘teravihin bu şekilde kılınması bid'at değildir. Eğer siz kendi
fikrinize göre ona bid'at diyorsanız, o zaman bu ne güzel bid'at'tır' demek
istemişti.
Onlara göre
"Her yeni uydurma bid'at'tir" hadisinden, Dinin esaslarına, Hz. Peygamber'in ve
O'nun ilk dört halifesinin yollarına uymayan şeyler anlaşılmalıdır. Bu
bid'atler, Hz. Peygamber'in Sünnetinin ortaya koyduğu ilkelerle uyuşmaz, onlara
aykırıdır. Hatta bu bid'atler, bir  şer'î (dinî) hükmü kaldırırlar, yerine
kendileri yerleşirler.
Bid'atı, iyi ve
kötü diye ikiye ayırmayan, onu dar kapsamlı yani kavram anlamıyla alanlar bu
yorumlara katılmayarak derler ki; Yukarıda geçen ‘Sünnetin diriltilmesi (ihyâ
edilmesi)' yeni bir şey icat etmek değildir. Unutulmuş bir sünneti yeniden
hayata kazandırmaktır. Hz. Ömer (r.a.)'in terâvih namazıyla ilgili uygulaması da
yeni bir ibâdet çeşidi veya sonradan ortaya çıkmış bir uydurma değil; örneği
Peygamber'in hayatında görülen ve O'nun tavsiye ettiği bir ibâdetin
sürekliliğini sağlama düşüncesidir.
Bid'at Din'de temeli olmayan
inançları ve ibâdet şekillerini İslâmî bir kılıfla İslâm'a yamamaktır. İslâm
dışı görüş, inanış ve tapınmaları İslâm'a mal etmektir. Bunları yapanlar
yaptıkları işin Din'e  aykırı olduğunu bile kabul etmezler. Bundan dolayı Süfyân-ı
Sevrî ve bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Bid'at, İblis'e,
mâsiyetten (günâh işlemekten) daha sevimlidir. Çünkü bid'atin tevbesi olmaz,
halbuki kişi günâhından dolayı tevbe edebilir." "Bid'atin tevbesi olmaz" sözünün
manası şudur: Allah (c.c.) ve Rasûlünün (s.a.s.) ortaya koymadıkları bir şeyi
din edinen kimseye amelleri süslü gösterilir. O yaptıklarını doğru zannetmeye
başlar. Kötü amellerini güzel görmeye devam ettiği sürece de tevbe etmiş olmaz. 
Her şeyden önce tevbenin başlangıcı; kişinin işlediği fiilin tevbe etmesi
gereken kötü bir amel olduğunu kabul etmesi, ya da tevbeyi gerektirecek denli
vâcip veya müstehab bir dinî emri terkettiğini bilmesidir. Bir kişi, kendi
yaptıklarını güzel görmeye devam ettikçe tevbeye ihtiyaç duymaz.
Bid'at ehlinin
tevbe etmesi, Allah'ın ona hidâyeti göstermesi ile mümkündür. Bu da ancak
kişinin bildiği Hakk'a uyması ile gerçekleşebilir. "Bildiği ile amel edene
Allah (c.c.) bilmediği şeyleri de öğretir." (Ebu Nuaym, Enes b. Malik'ten,
nak. Ibni Teymiyye, Takvâ Yolu, s: 14). Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Doğru
yolu bulanların Allah hidâyetlerini artırmış ve onlara takvâlarını (Allah'tan
korkup sakınmalarını) vermiştir."  (47/Muhammed 17; ayrıca bkz. 4/Nisâ,
66-68; 57/Hadîd, 28; 5/Mâide, 16)

Peygamberimiz'in deyişiyle bütün bid'atler merduttur (reddedilmiştir). Hiç
birinin İslâm'a göre bir değeri ve hükmü yoktur. Çünkü böyle bir şey, İslâm'da
eksiklik veya fazlalık olduğu düşüncesine dayanır. Halbuki Din Allah (c.c.)
tarafından insanlar için beğenilip gönderilmiş ve tamamlanmıştır. Onda eksik
veya fazla bir şey yoktur.  Bid'atçıların bir kısmı Kur'an'a ve Sünnet'e aykırı
inanç ve amelleri uydurup İslâm'a sokarlar, onları Din'denmiş gibi sunarlar.
Bazıları da İslâm'ı daha iyi  yaşamak, daha dindar bir müslüman olmak  amacıyla
yeni ibâdet ve inanış türleri uydururlar. Her iki tutum da yanlıştır. İnsanlara
düşen görev, İslâm'ın eksikliklerini bulup kendi akıllarınca o eksiklikleri
gidermek değil; İslâm'a hakkıyla teslim olarak ellerinden geldiği kadar onu
yaşamaktır. Unutmamak gerekir ki hiç kimse İslâm'ı Hz. Muhammed (s.a.s)'den daha
güzel yaşayamaz, O'ndan fazla dindar olamaz.   
‘Güzel bid'at,
kötü bid'at' tanımları net değildir. Hangi inanış, hangi amel ve âdet bid'attır,
hangisi güzeldir, hangisi kötüdür? Bu gibi değerlendirmeler kişilere ve
kültürlere göre değişebilir. Bid'atın sınırlarını kim ve nasıl çizecek?  Tarihte
ve günümüzde hemen hemen her grup (hizip) kendi düşündüğünün ve yaptığının
doğru, diğerlerinin yaptıklarını yanlış görmektedir. Herkes görüşlerini ve
eylemlerini Kur'an ve Sünnete dayandırma iddiasındadır. Hiç kimse de yaptığının
bid'at olduğunu kolay kolay kabul etmez.
Onun için bu
konuda da dikkatli olmak ve her şeye bilmeden ‘bid'at' demek, ya da o şey
gerçekte bid'at ise onu da İslâm'dan sayma yanlışlığına düşmemek gerekir.
Kur'an'ı ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği Din'i iyi bilirsek;
bid'atleri daha iyi tanıyabiliriz. Peygamberimiz'den sonra ortaya çıkan bütün
fikirlere, icatlara, kurumlara, yani her şeye -kavram anlamında- bid'at demek
yanlış olduğu gibi, din kılıfı geçirilmiş sonradan ihdas edilmiş şeyleri de
kabul etmek mümkün değildir.
Meselâ, mezar
ziyareti ibret verici ve sevaptır; ama, türbeye veya mezarın yanındaki bir şeye
çaput bağlamayı, mezardaki ölüden bir şey dilemeyi nereye koyacağız? Zikir
yapmak, Allah'ı her an ve bütün ibâdetlerle anmak, hatırlamak Kur'an'ın emridir;
ama, kolkola girerek, yatarak-kalkarak, ayılıp-bayılarak, kendinden geçerek,
feryat ederek zikretme(!) davranışlarının delilini nerede bulacağız? Âlimleri
dinlemek, derslerinden, sözlerinden, ahlâklarından ve ilimlerinden faydalanmak
güzeldir, gereklidir de. Ancak "bir âlime, bir şeyhe bağlanılmadan, ömür boyu
onun peşinden gidilmeden İslâm yaşanmaz", "şeyhi olmayanın mürşidi şeytandır" 
gibi iddiaları nereye koyacağız? Ölünün arkasından duâ etmek, onu hayırla anmak
güzeldir. Ama onun arkasından yapılan kırkıncı, elli ikinci gece ve mevlid
merasimlerini hangi âyete ve hadise dayandıracağız? İslâm'da biat (seçim), şûrâ,
din hürriyeti, hoşgörü ilkelerinden hareketle; şirk ve zulüm  düzenlerini,
İslâm'a aykırı yapılanmaları İslâmî sayabilir miyiz? Hoşgörünün sınırları;
sapıklıkları, isyanları, Din'e hakarate varan tavırları kabullenmek midir?

İslâmî olmadığı
halde Islâm kılıfıyla sunulan bütün inanç, amel, tavır ve anlayışlara karşı
duyarlı olmak zorundayız. Bunlar Din'den olmadığı halde ona sokulan bid'at ve
hurafelerdir. Her bir bid'at, müslümanın hayatından bir sünneti alıp götürür.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Sünnetini iyi tanıyanlar ve onu bir hayat olarak
yaşayanlar bid'atlerin tuzağına düşmezler. (19)