Fecir | Konular | Kitaplar

Kadınlara Miras Olmak ve Kadınların Mirasta Erkeğin Yarısını Alması

Kadınlara Miras Olmak ve Kadınların Mirasta Erkeğin Yarısını Alması

Kadınlara Miras Olmak ve
Kadınların Mirasta Erkeğin Yarısını Alması

"Ey iman edenler! Kadınlara
zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça,
onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın.
Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (bilin ki) Allah'ın,
hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz."
(4/Nisâ, 19). İslâm'dan önce Araplar kadına çok kötü muâmele ediyor, bu cümleden
olarak kocası ölen kadını, adamın miras bıraktığı mal gibi telâkkî ediyorlar,
kadın istemese bile onunla evlenme veya onu başkasıyla evlendirme hakkına sahip
olduklarını düşünüyorlar, kadını kullanarak maddî menfaat sağlama yoluna
gidiyorlardı. Bu âyet, bütün bu haksızlıklara son vermiş, kadına lâyık olduğu
hakları getirmiştir.
"Allah size, çocuklarınız
hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.
(Çocuklar) İkiden fazla kadın iseler ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır.
Eğer yalnız, bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her
birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona vâris olmuş
ise anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir
(düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır.
Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın
olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah (tarafın)dan konmuş farzlar (paylar)dır.
Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir." (4/Nisâ, 11)
İslâm'ın miras hukukunda paylar
ile mükellefiyetler arasında dengeleme yolu tutulmuş, daha çok harcama yapmak
mecbûriyetinde olanlara çok, daha az harcama yapanlara az hisse verilmiştir.
İslâm âile hukukuna göre, evlenirken mehir verecek, düğün masrafı yapacak olan
erkektir. Evlendikten sonra da gerek muhtaç olan yakın akrabasına ve gerekse eş
ve çocuklarına bakacak, onlara yiyecek, giyecek, mesken gibi asgarî ihtiyaçları
temin edecek yine erkektir. İşte bu sebepledir ki genellikle mirasta erkeklerin
payı, kadınlarınkinin iki misli olmuştur.
İslâm'da erkeğe, kadının iki
katı miras verilmesini tenkit eden câhiller çoktur. Fakat iyi düşününce bunun,
derin hikmete uygun olduğu ve baştan sona adâlet olduğu anlaşılır. Burada, aile
hayatının sonucu olarak ortaya çıkan miras hukuku sözkonusudur. Aile hayatında
geçim yükü, genellikle erkeğin üzerindedir. Erkek, hem kendisi, hem karısı olmak
üzere en az iki kişiyi beslemek zorundadır. Bunun yanında küçük çocuklarını,
annesini, babasını geçindirmek de erkeğe düşer. Birkaç kişinin bakımı, erkeğin
omuzlarına biner. Oysa kadın, kocasını beslemez, kocası tarafından geçimi
sağlanır. Kadına kocası, oğlu, babası veya kardeşleri tarafından bakılır. Bazı
kadınlar, bizzat çalışarak geçimlerini sağlasalar da, bu durum tüm kadınlara
şâmil değildir; İslâm da, kadına dışarıda çalışma mecbûriyeti vermeyerek ailenin
geçim yükünü ona yüklememiştir. Bugün bazı kadınlar, erkek gibi çalışmak
isteseler de, bu, gönüllü bir durumdur ve bütün kadınlara şâmil değildir. Bundan
asırlar önce ise, kendi geçimini sağlayan kadın hemen hiç yok gibiydi.
Genellikle her dönemde kadına başkaları tarafından bakılır. Kadın himâye görür,
erkek ise başkalarına bakar, karısını, hâmîsi olmayan kızkardeşini, annesini,
ninesini himâye eder.
İşte hem kendisine, hem
karısına, çoluk çocuğuna, gerektiğinde annesine, babasına bakmak, onların da
geçimlerini sağlamak zorunda bulunan erkeğin, icabında yine kendisinin himâye
edeceği kızkardeşinden bir kat fazla miras alması, adâletsizlik değil; adâletin
ta kendisidir. Çünkü erkek, bir kadın getirip ona bakacak; kız ise bir başka
erkek tarafından götürülüp bakılacaktır.
Miras hukukunun temel
ilkelerinin tesbit edildiği Nisâ sûresinin 7-12. âyetlerinde dikkat edilecek
önemli bir husus da vardır ki o da erkek gibi, kadına da borç ve vasiyet
hakkının tanınmış olmasıdır. Ölen erkek olsun, kadın olsun, borcu verilip
vasiyeti yerine getirildikten sonra geri kalan mirası taksim edilir. Bu, kadına
bütün medenî ve sosyal hakların tanınması demektir. Kadın mülk sahibi olur,
miras bırakır, miras alır, vasiyet eder, vasiyeti yerine getirilir, borç alıp
verebilir. Demek ki Kur'an, kadına her türlü mülkiyet ve mülkünde tasarruf hakkı
tanımış, ona tam hür bir kişilik kazandırmıştır. Bu, kadın hakları bakımından
çok büyük bir gelişmedir. Çünkü kadının mülkiyet hakkı, değil o günkü
toplumlarda, medenî kabul edilen Batı toplumunda bile ancak on dokuzuncu asrın
sonlarıyla yirminci asrın başlarında tanınmaya başlamıştır. Kur'an indiği zaman
kadın, birçok sosyal haklarından yoksun yaşıyor, bir eşya gibi kabul ediliyordu.
İşte Kur'an onun elinden tutup insanî bakımdan onu erkekle eşit yapmış, ona
toplumun tanıyabileceği en ileri hakları tanımış, onu saygıdeğer bir insan
yapmıştır.[1]



[1]
Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 13, s. 374-375.