Fecir | Konular | Kitaplar

Müteşâbih; Anlam ve Mâhiyeti

Müteşâbih

Müteşâbih; Anlam ve Mâhiyeti

Müteşâbih: Birbirine benzeyen birey ve cüzleri
bulunan şeyler, kendisinde karışıklık ve iltibas bulunan şey; Kur'ân-ı Kerim'de
mânâsı kapalı, birçok anlama gelebilen, tefsirinde güçlük çekilen âyet veya
kelimelerdir. Bunlara müteşâbihât denir. Bunların hangi mânâya geldikleri yalnız
kendilerinden anlaşılmaz. Başka hâricî bir delile ihtiyaç gösterirler. "Müteşâbih"in
karşıtı "muhkem"dir. Allah'ın sıfatları, kıyâmetin durumu, Cennet nimetleri,
Cehennem azâbı vs. hakkındaki lafızlar müteşâbihtir.

Bir âyette; "Allah, sözün en güzelini
müteşâbih ikişerli, bir kitap halinde indirdi" (39/Zümer, 23) buyurularak
Kur'ân'ın tamamının müteşâbih olduğu belirtilmektedir. Burada müteşâbih,
benzeşme anlamında kullanılmıştır (Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Tahran
(t.y), VII, 17). Kur'ân'ın baştan sona lafızları, anlatım üslûbu ve mânâları
birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur'ân'ın bir âyeti,
başka bir âyetiyle çelişmez.

Başka bir âyette ise, Kur'ân-ı Kerim âyetleri
muhkem ve müteşâbih olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır: "Sana Kitabı indiren
O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkemdir; diğerleri
ise müteşabihtir/benzeşenlerdir. Kalplerinde bir eğrilik/kayma olanlar fitne
çıkarmak ve olmadık te'vilini/yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına
uyarlar. Oysa onun te'vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde derinleşenler
ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır' derler. Temiz akıl
sahiplerinden başkası öğüt alıp düşün(e)mez." (3/Âl-i İmrân, 7). Bu âyette
müteşâbih, muhkem'in karşıtı olarak kullanılmıştır. Muhkem, mânâsı apaçık
anlaşılan âyetlerdir. Ayrıca "kitabın anası -ummu'l kitab-" olarak
vasıflandırılmaları Arap dili açısından diğerlerinin anlaşılmasında başvurulacak
kaynak anlamına gelir ve diğerlerinden sayıca daha çok olduklarını gösterir (Ebû
İshak eş-Şâtibî, el-Muvâfakat, Beyrut 1975, III, 86).

Müteşâbihler ise, birden fazla anlama gelebilen
veya mânâsında kapalılık bulunan âyetlerdir. Müteşâbihlik ya lafız yönünden, ya
mânâ yönünden ya da her ikisi yönünden olur. Lafızda müteşâbihlik ya kelimede,
ya da cümlede olur. Kelimenin garip bir kelime olması veya birden fazla anlama
gelmesi onu müteşâbih kılar. Cümlede müteşâbihlik ise, cümlenin kuruluşunda
takdim-te'hîr gibi cümlenin üslûbundan kaynaklanan durumdur.

Mânâ yönünden müteşâbihlik; Allah'ın sıfatları,
kıyâmet ile ilgili hususlar gibi insan aklının künhüne varmaktan âciz olduğu
hususlardır. Hem mânâ, hem de lafız yönünden müteşâbihler ise; âmm-hâs, nâsih-mensûh
ve mübhematu'l-Kur'ân'ı ilgilendiren hususlardır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât
fi Ğaribu'l-Kur'an, Beyrut (t.y), s. 254).

Geniş anlamıyla müteşâbihlerin kapsamına
yukarıda anlattığımız hususların hepsi girmesine rağmen, özel ve yaygın
anlamıyla müteşâbih, Allah'ın sıfatlarını konu alan âyetlerdir. Kur'ân-ı Kerim
Allah hakkında istivâ, vech (yüz), yed (el), ayn (göz) gibi sıfatlardan
bahsetmektedir. Allah hakkında kullanılan bu sıfatlar zâhirleri üzere mi kabul
edilecekler; yoksa te'vil mi edilecekler? Âlimler arasında bu hususlar tartışma
konusu olduğundan, müteşâbih derken ilk akla gelen hususlar bunlar olmaktadır.

Selef âlimleri bu sıfatları zâhirleri üzere
kabul eder, te'vil etmezlerdi. Onlara göre bu sıfatları te'vil etmek, meselâ
"istivâ"ya "istilâ" demek "vech"e Allah'ın zâtı; "yed"e Allah'ın kudreti gibi
anlamlar vermek, bu sıfatları ta'tîl (işlevsiz kılma) ve onları yok saymaktır.

Selef âlimleri bunu söylerken, Allah'ın elinin
bizim elimize benzediğini ya da Allah'ın cisim olduğunu kasdetmezler. "Nasıl
Allah'ın zat ve sıfatlarını bilmiyorsak, sıfatlarının da keyfiyetini bilemeyiz"
derler. İmam Mâlik'in, "istivâ"nın ne olduğunu soran birine; "İstivânın
keyfiyeti akıl ile bilinemez. İstivâ'nın dildeki anlamı ise meçhul değildir.
Ayrıca buna iman etmek vâcip, hakkında soru sormak ise bid'attir" şeklindeki
cevabı meşhurdur (Beyhakî, Kitabu'l-Esmâ ve's-Sıfât, Mısır 1358, s. 408).

Bu sıfatları ilk te'vil eden fırka, Mu'tezile
olmuştur. Daha sonra Müteahhirûn diye bilinen Ehl-i Sünnet kelâmcıları,
Mutezileye uyarak bu sıfatları te'vil etmiş ve "onları zâhirleri üzere kabul
edersek, bu bizi teşbih ve tecsime götürür" demişlerdir. (2)