Fecir | Konular | Kitaplar

Su Uyur Düşman Uyumaz

Su Uyur Düşman Uyumaz

Su Uyur Düşman
Uyumaz:


Yukarıda kaydedilen vesika ve yapılan
açıklamaların ışığında şunu da belirtelim ki, bunca başarılarına rağmen düşman
kendisini hedefine ulaşmış görmüyor. Batı, bütün dünyayı, -kendi dışındakiler "proleterya"
yani millî şahsiyetten mahrûm, medeniyete yapıcı bir katkı ile iştirak etmekten
uzak, sömürülen zümre olma vasıfları ve kayıtları çerçevsinde- Batı medeniyetine
dâhil edip dünya devleti kuruncaya kadar işinin bitmediğine inanmaktadır. Her an
hesâbını kitâbını büyük bir titizlikle yapmakta, hâdisâtın zikraklarına,
çalkalanmalarına muvâfık bir tempo ile, bazan bir ileri iki geri, bazan iki geri
bir ileri yaparak yol almaktadır. Geri gitmesi, yerinde sayması da daha hızlı
ileriye atılmak için bir tâlimdir, idmandır, antremandır, asla gâyeden vaçgeçmek
değildir. Feleğin değişen rengine aldanmayıp, onun aslî renginin değişkenlik
olduğunu hatırda tutmak gerek.

İslâm düşmanları, Cemel Vak'ası'nı hazırlayan
münâfıklardan Şureyh İbnu Evfâ'nın verdiği şu tâlimatı günümüze kadar harfiyen
uygulamaya devam etmişlerdir: "Ortaya çıkmazdan önce işlerinizi sıkı ve tedbirli
tutun. Tâcili gerekenleri te'hir etmeyin. Te'hir etmeniz gerekenleri de ta'cil
etmeyin. Bilin ki, (münâfıkça, iğrenç işleriniz sebebiyle) insanlar nazarında en
kötü kimselersiniz. Yarın karşılaşma sırasında ne yapacaklarını bilemiyoruz
(onları istediğimiz istikamete sevketmek bizim tedbir, hîle ve şahsî
gayretlerimize bağlıdır).

Bu tedbirlerde işi ne kadar ileri götürdüklerini
göstermek ve etrafımızda zaman zaman cereyan eden ve birçoklarımızın büyük ümîd
ve heyecanlarını en son en kritik anda sükût-u hayâle çeviren, iyi niyetli
kimselerin beyinleri çatlatan gayretlerine rağmen aklî îzâhını yapamadıkları ve
"mantıksızlık", "delilik" ve daha iyimser bir ifâde ile "acemilik", "aptallık"
diye îzah ettikleri bir kısım vak'aları, ömrü boyu iyi olmuş ve iyiliğine
hükmedilmiş vak'a kahramanlarını îzahta yardımcı olacak bir başka vesikayı daha
kaydedeceğiz:

"Protestan misyonerlerin merkezi Londra'da olup,
misyonerler bu merkezde yıllarca eğitildikten sonra, gönderileceği ülkelerin
durumuna göre sınıflara ayrılıyordu. Bu sınıflama işi bittikten sonra, gideceği
ülkenin dili ve dini en iyi şekilde öğretilirdi. Meselâ II. Abdülhamid devrinde
İstanbul'a gelen Mr. John'un durumu da böyledir. O, on yaşında iken İstanbul'a
gelmiş bir misyonerdir. Mahalle mektebinde okuduktan sonra, İbrahim adıyla
Kur'ân'ı ezberlemiş, medresede okumuş ve gerekli imtihanları verdikten sonra,
Beyazıt'ta müderris bile olmuştur. Daha sonra İngiliz elçisinin çabasıyla
Osmanlı Hâriciyesine girmiş ve İngiltere ile ilgili evrak onun elinden
geçmiştir."

Sâdece şu veya bu zümreye, şu veya bu kesime
değil her zümreye, her eve, hattâ her yorganın altına kadar giren bu fikrî
ayrılıklar, bu... izmler, bu bölünmeler ve netîcede bu kanlı anarşi başka nasıl
îzah edilebilir?[1]


[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları:7/317-318.