Fecir | Konular | Kitaplar

44) İsbât-ı Vâcib

44




44) İsbât-ı Vâcib:

 
Varlığı
kendinden olan, var olmasında başka bir şeye muhtaç bulunmayan Zâtı
delillendirme demektir. Her şeyi var edip idâre eden bu yüce kudretin varlığı
her devirde akıl, nakil yani semâvî kitaplar ve insanın iç dünyası ile dış
âlemdeki nizam, gâye, sebeplilik, hikmet, inâyet gibi hususlardan hareketle
delillendirilip ispatlanmaya çalışılmıştır.

İsbât-ı vâcip, başka bir ifâdeyle Allah'ın varlığını delillendirme konusu, başta
kelâm ilminin olmak üzere felsefenin ve filozofların en önde gelen
konularındandır. Meselâ, İslâm felsefesinde el-Kindî'den (252/266 civarı)
başlamak üzere; Fârâbî (339/950), İbn Sina (428/1037), İbn Rüşd (595/1198) gibi
müslüman filozoflar, Allah'ın varlığını çeşitli delillerle ispatlama yoluna
gitmişlerdir.

İsbât-ı vâcip konusuyla Selefiyye de ilgilenmiştir. İbn Teymiyye (728/1382), İbn
Kayyim el-Cevziyye (751/1350) ve İbnü'l-Vezir (840/1436), bunlardan bazılarıdır.
Allah'ın sonsuz kudretini ve hikmetinin eseri olan mahlûkatın bazı sırlarını
inceleyen ve bu yolla isbât-ı vâcip yapan, "el-Hikme fi mahlûkati'llâh" eserinin
müellifi Gazzâlî (505/1111) ile İbn Hazm (456/1064) da aynı konu ile derinden
ilgilenmiştir.[1]



İslâm kelamcıları ve filozoflar isbât-ı vâcib hususunda Kur'ân-ı Kerîm'e büyük
ölçüde başvururlar. Çünkü, hudüs delili, imkân delili, inâyet ve hikmet delili
Kur'an'da mevcuttur.[2]
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın varlığını isbat eden delillerden çok, Allah'ın birliği,
O'nun tek ilâh oluşu, isim ve sıfatları üzerinde durur; ortağının bulunmadığını,
delilleriyle anlatır; Allah'ın kudret ve azametinin, hükümranlığının her türlü
eksik sıfattan münezzeh olduğunu, dileğine karşı çıkılamayacağını ve
yeriyle-göğüyle ve bunların içindekilerle bütün kâinatın O'nun emrinde olduğunu
bildirir. Çünkü Allah'ın varlığı, delile ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır.
İnsan, yaratılışı itibarıyla bir yaratanın olduğunu bilir. Allah'ın varlığına
inanmak, fıtrîdir. Ayrıca Allah'ın var olduğu, hemen hemen her toplum tarafından
kabul edilmektedir. Problem, daha çok; Allah'ın, bilinmesi gereken şekliyle
bilinmemesi ve başkasının şu veya bu şekilde O'na ortak koşulmasıdır.

Ayrıca Allah, peygamberlerini mûcizelerle göndermiştir. Bu mûcizeler,
peygamberlerin peygamberliğini ispat etmenin yanısıra, Allah'ın varlığının da
ispatı durumundadır. Bir de, Allah'ın sıfatları dile getirilirken dolaylı olarak
da olsa Allah'ın varlığının isbatı gündeme gelebilmektedir. Buna şu âyetleri
misal olarak zikretmek mümkündür:

"İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfeden (spermadan) yarattığımızı görmedi mi
ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi. Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal
verdi; 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' dedi. De ki; 'Onları ilk defa
yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O ki size yeşil ağaçtan ateş yaptı
da siz ondan yakıyorsunuz." (Yâsîn:
36/77-80);

"Görmedin mi, Allah (nasıl) gökten su indirdi. (Böylece) Onunla renkleri çeşit
çeşit meyveler çıkardı. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve
simsiyah yollar (yarattı)." (Fâtır:
35/27).

"O'nun âyetlerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan
yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz."
(Rûm: 30/20);

"Bakmıyorlar mı develere; nasıl yaratıldı? Göğe; nasıl yükseltildi? Dağlara;
nasıl dikildi? Yere; nasıl yayılıp döşendi?"
(Ğâşiye: 88/17-20).

Allah'ın varlığını dolaylı olarak isbatlayan bu âyetlere baktığımızda görürüz ki
Kur'an, felsefi ve mücerred delillerden çok, her insanın anlayabileceği, günlük
hayatında karşılaştığı delilleri zikretmektedir. Gerek müslüman, gerek diğer
dinlere mensup mütefekkirler, hatta bazen dinleri kabul etmeyip sadece Allah'ın
varlığına inanan mütefekkirler, Allah'ın varlığını isbat için birçok aklî
deliller zikretmişlerdir. Biz burada daha çok müslüman mütefekkirlerin ileri
sürdüğü delillerden belli başlı birkaç tanesini zikretmekle yetineceğiz:
 

 




[1]
Bekir Topaloğlu, İslâm Kelamcıları ve Filozoflarına Göre Allah'ın Varlığı (İsbât-ı
Vâcip), Ankara, t.y., s. 16.



[2]
İsmail hakkı İzmirli, Yeni ilm-i Kelâm, s. 11, 5,
vd. İstanbul 1340-1343; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s. 25.