Fecir | Konular | Kitaplar

Kur'an Hükümleri Ebediyyen Geçerlidir

Kur




Kur'an
Hükümleri Ebediyyen Geçerlidir

 

Kur'an'da neshedilmiş gibi görünen
âyetler, bir boyutta hükmü değişmiş bir manzara arzederken, daha başka
boyutlarda birinci derecede hüküm ifade edebilir. Bir durum, şart ve mekâna,
ortama göre kullanamadığımız bir hüküm, başka şartlar ve zeminlerde en ileri
derecede kullanma alanı bulabilmektedir. Burada sözkonusu olan nesh değil;
değişik ortamlara cevap verme esnekliğidir, Kur'an'ın evrenselliği ve çağlar
üstülüğüdür, hayat kitabı olmasıdır. Bu da Kur'an'ın kelâm mûcizesi olmasının
özelliklerinden biridir.

Kur'an, 23 yılda inmiştir ve kıyâmete
değin her müslümanın, her müslüman toplumun her çağda, her dönemde ve her yerde
sorunlarına cevap verecek niteliktedir. Kur'an İslâm'ın hem yönetim dini
olmadığı Mekkî dönemi, hem de yönetim dini olduğu Medenî dönemi içermekte ve her
iki dönem için de kurallarını sergilemektedir. Sözgelimi, inanmayan, imanın
gerçeğini bilmeyen bir insana "içki içme, kumar oynama, çalma!" demek abes olur.
İslâm'ın tevhidî düzlemde hâkim olmadığı, İslâm'ın yasakladığı bir siyasal ve
ekonomik düzenin egemen olduğu yerde de, şeriatın haddlerini uygulamaya kalkmak,
hırsızlık yapanların elini kesmek, zina edenlere ağır cezalar vermek İslâm adına
en büyük zulmü işlemektir. O halde nesh konusu oldukça önemlidir ve neshin çok
iyi kavranılması gerekmektedir.

 Kur'an'da mensûh âyetler, hükümler
bulunduğunu kabul etmek, İslâm'ı belli bir zamana ve yere mahkûm etmek anlamına
geleceği gibi; İslâm'ın dinamizmini de kavramamak anlamına gelir. Aslında, nesh
konusu Kur'an'da oldukça açıktır.

Cihad, İslâm'ı yaşayıp yaşatma
mücâdelesine verilen addır. Cihad, gerektiğinde salt sözle olur, gerektiğinde
kalple olur, gerektiğinde elle olur. Elle, kılıçla yapılan cihadın adı
"kıtâl"dir. Kur'an, Medine'de kıtâle izin vermiş, belirli durumlarda bu izni
"farz" hale getirmiştir. Ama, bu âyetler, bir yandan da, sözlü cihadın
gerektirdiği durumlarda, yeni bir Mekke'de veya kıtâlin gerekmediği durumlarda
sözlü cihadı şart koşar ve kıtâlin yasak olduğunu ortaya kor. Zamanı gelir,
kıtâl gerekir; öyle bir zaman da gelir ki, kıtâl zulüm olur. Aynı şekilde,
Kur'an, "kâfirler üzerinde ezici bir üstünlük sağlayıncaya kadar, özel olarak,
savaşta onları iyice perişan  edinceye kadar esir almayı yasaklar" (Bkz.
8/Enfâl, 67). Ama, kâfirler karşısında ezici üstünlük sağlandığında bu yasak
kalkar ve esir alma izni doğar. Bütün bunlar, İslâm'ın hükümlerinin her zaman ve
şartlardaki uygulanabilirliğini ve dinamizmini ortaya koymaktadır. Nesh
gerçeğinin iyi kavranmaması, İslâm'ı en açık ve bilinmesi en gerekli yanlarından
birinden yoksun bırakmak olacaktır.  (4)

"Biz (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara
azabı indirmişizdir. Onlar ki Kur'an'ı bölüp ayırdılar, parça parça
yaptılar.Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı
sorguya çekeceğiz."
(15/Hıcr, 90-93) "Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz?..." (2/Bakara, 85) "Rabbinin kitabından sana vahyedileni
oku. O'nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da
bulamazsın." (18/Kehf, 27)

Mustafa İslâmoğlu, klasik nesh
anlayışını kabul etmez ve şöyle der: "Allah'ın hükümlerinden bazılarını
tutmamanın ya da geçersiz saymanın adı; Kitabın bir kısmına inanıp bir
kısmını inkâr etmek" olarak konulmaktadır. Ümmet-i Muhammed de "nesh"
meselesinde İsrâiloğullarının düştüğü yanlışa düştü. Bazılarına göre nesh üç tür
olur: 1) Metni bâki hükmü mensûh, 2) Metni mensûh hükmü bâki, 3) Metni de hükmü
de mensûh. Bu görüşte olanlar (Kur'an'da, hükmü mensuh olan âyetler olduğunu
kabul edenler) nesih konusunda öyle aşırı şeyler söylemişler, öyle iddialarda
bulunmuşlardır ki, bu görüşün kabulü halinde Kur'an'dan onlarca, hatta yüzlerce
âyetin hükmünün kalktığını kabullenmek gerekecektir.

Hayatta nesh vardır. Gecenin gündüzü,
yazın baharı, sonraki neslin önceki nesli neshetmesi bunun bâriz delilleridir.
Şeriatler arasında nesih vardır. Yahûdiler Rasûlullah'ın peygamberliğini
reddetmek için neshi inkâr ettikleri halde Tevrat'ta neshin olduğuna dair birçok
örnek vardır. Örneğin önceki şeriatlerde Cumartesi yasağı yokken Tevrat'ta
Cumartesi gün dünya işi yapmak yasaklanmıştı (Çıkış, 16/25-30). Hz. Nuh
şeriatinde kan hâriç tüm hayvanlar helâl iken Tevrat'ta bazı hayvanların eti
yasaklanmıştır (Levililer, 7/22-26; 6/En'âm, 146). Tevrat'ta buzağıya tapanların
öldürülmeleri emredildikten sonra, bu emir sonradan neshedilmiştir (Çıkış,
32/21-33). İncil de Tavrat'ın bazı hükümlerini neshetmiştir. Bunun en bâriz
örneği, Tevrat'ta Cumartesi yasağı olduğu halde İncil'de bu yasağın neshedilmiş
olmasıdır (Markos, 2/23-28; 3/Âl-i İmrân, 50).

İslâm şeriatinde nesh vâki olmuştur.
Ancak, bu tamamen kaldırılma ya da unutturulma şeklinde gerçekleşmiştir. Sahâbe
ve tâbiinden birçokları da bu görüştedir. Kur'an'ın iki kapağı arasında yazılı
olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur. Şeriatlerin maksatlarından biri
olan "tedrîcîlik" sünnetini göz önüne almayan bir kısım ulemâ, bazı âyetler
arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir kısmıyla mensûh
addetmişlerdir. Lâkin, Hz. Peygamber'den Kur'an'da metni bulunan hiçbir âyet
için "bu âyet mensûhtur" biçiminde sahih bir rivâyet gelmemiştir. Bizce bu, çok
önemlidir. Ayrıca, mensûh olduğu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak
ettikleri bir tek âyet yoktur. Bu durumda, nasıl zannî bir delil ya da
yaklaşımla subûtu kat'î olan bir âyetin hükmü iptal edilir? Bu, eğer iyi
düşünülürse çok büyük bir vebaldir. Hele zannî bir delil olan "hadis" ile kat'î
bir delil olan "âyet"i neshetmenin ne şer'î ne de aklî izahı yapılabilir.
"Onlara açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, Bizimle buluşmayı ummayanlar:
‘Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir' derler. De ki: ‘Onu kendi
tarafımdan değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şâyet ben Rabbime
karşı gelirsem, büyük bir günün azâbından korkarım!" (10/Yûnus, 15) âyeti de
Peygamber (s.a.s.)'e, kendisine vahyedilene uymasını emretmiş ve ona vahyi
değiştirme yetkisi vermemiştir.

Eğer Kur'an'a farklı bir yaklaşımla
"tedrîcilik" ilkesi göz önünde bulundurularak yaklaşılırsa, neshçi ulemâ
tarafından mensûh sayılan tüm âyetlerin Kur'an'ın bütünlüğü ve İlâhî vahyin
evrenselliği içerisinde  muhakkak  bir  yere  oturtulacaktır.  Neshçi  ulemâ 
nezdinde  dahi mensûh addedilen âyet sayısı ihtilâflıdır. Bu gruptan bazılarına
göre Kur'an'da neshedilen âyet sayısı 300'e ulaşmaktadır. Bu gruptan öylesine
ilginç görüşler ileri sürenler olmuştur ki, örneğin Pezdevî'ye göre savaşa izin
veren 2/Bakara, 216 âyeti, kendisinden önce nâzil olup sabrı, dâveti, öğüdü,
güzel davranmayı emreden 100 küsür âyeti neshetmiştir. Nesh konusundaki bu
keşmekeş, "Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek" gibi bir
sonucu getirmektedir. İşte bize bu âyeti hatırlatan garip yaklaşımlara bir
örnek: Kadı İbn el-Arabî; "Ey iman edenler, siz nefislerinizi ıslah etmeye
bakın. Siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapıtan kimse size zarar veremez.
Tümünüz Allah'a döneceksiniz. O size ne yapacağınızı haber verecektir."
(5/Mâide, 105) âyetinin son tarafı baş tarafındaki "siz nefislerinizi ıslah
etmeye bakın" cümlesini neshetmiştir. Aynı müellife göre "Af yolunu tut,
iyiliği emret, câhillerden yüz çevir" (7/A'râf, 199) âyetinin başı ve sonu
mensûh, ortası muhkemdir (İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an, 1/388). İbn el-Arabî,
9/Tevbe, 5 âyetindeki "haram ayları çıktığı zaman" cümleciğinin
Kur'an'dan tam 114 âyetin hükmünü geçersiz kıldığını söyler (A.g.e, 1/102)." (5)



Başka bir müfessir Süleyman Ateş de bu
konuda sert ifadelerle Kur'an âyetlerinin birbirini nesh etmesi anlayışına karşı
çıkar. "Bazı müfessirler, metni Kur'an'da durduğu halde hükmün kaldırılması ve
hükmü durduğu halde âyetin metninin Kur'an'dan kaldırılması şeklinde iki nesih
türünden söz ederler ve bunlardan örnekler verirler. Bu görüşler Allah'ın
kitabına iftirâdır. Evvelâ, "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan
başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey
bulurlardı." (4/Nisâ, 82) âyetine göre Allah'tan gelen sözde ihtilâf
(çelişki) olmaz. Çelişki olmayan yerde müfessirlerin ortaya attıkları türden bir
nesih de olmaz. Çünkü bu tür nesh, ancak çelişkili sözler arasında olabilir.
Ayrıca Allah'ın, sözünü değiştirmeyeceği de vurgulanmıştır: "Lâ mübeddile li
kelimâtillâh; Allah'ın kelimelerini değiştirecek yoktur."  (6/En'âm, 34,
115; 18/Kehf, 27) Allah'ın kelimelerini başkası değiştiremeyeceği gibi, kendisi
de sözlerini ve kararlarını değiştirmez: "Benim katımda söz değiştirilmez."
(50/Kaf, 29) "Allah'ın kelimeleri değişmez." (10/Yûnus, 64) Görüldüğü
üzere Kur'an, Allah katında sözün değiştirilmeyeceğini, Allah'ın sözlerinde
birbirine aykırı şeyler bulunmadığını vurguluyor. Allah'ın buyruğu ile,
indirilen Kur'an'da çelişki yoksa, mevcut bir âyetin hükmünü yürürlükten
kaldırma anlamında bir nesih de yoktur.

Hükmü uygulandığı halde âyetin
metninin kaldırılmasının hiçbir hikmeti olamaz. Çünkü önemli olan, âyetin
anlamı, hükmüdür. Hükmü uygulanırken âyetin metni neden Kur'an'dan çıkarılsın?
Bu konuda recm âyeti adı altında verilen örnek doyurucu değildir. Çünkü Kur'an
âyetleri, bir iki kişinin rivâyeti ile değil; tevâtürle sâbit olmuştur. Kur'an
âyetinin neshedilmiş olduğu, ancak Peygamber tarafından bildirildiği takdirde
geçerli olur. Bu konuda Peygamber'den gelen tek sağlam söz yoktur.

Metni Kur'an'a yazılmış olan bir
âyetin hükmünün kaldırılmış olduğu iddiâsının da sağlam bir delili yoktur. Bu,
müfessirlerin kendi görüşlerinin yayılmasından doğmuştur. Bu konuda da Hz.
Peygamber'den sağlam bir söz gelmemiştir. Nesh sorununa kendilerini iyice
kaptırmış olanlardan kimi, neshedilen âyetlerin sayısını artırma gayretine
girmişler, kimi bunları 200'e, hatta 565'e kadar çıkarma başarısını
göstermişken(!), kimi 20'ye kadar indirmiştir. Bu meseleyi inceleyen Şah
Veliyyullah Dehlevî, aslında neshedilmiş âyetlerin sadece 5 olduğunu
söylemektedir ki, Ömer Rızâ Doğrul'un da söylediği gibi, bu beş âyetin de
uygulanacak hükmü vardır. Bunlar, kendilerini neshettiği söylenen âyetlere
aykırı değildir." (6)            

Muhammed Esed, Bakara 106. âyeti
yorumlarken, klasik nesh anlayışını şiddetle eleştirerek şöyle der: "Bu pasajda
ortaya konulan prensip –Kitab-ı Mukaddes öğretisinin, yerini Kur'an'ın getirdiği
öğretiye bırakması- birçok müslüman âlimin yanlış yorumlarına sebep olmuştur. Bu
bağlamda kullanılan "âyet"(mesaj) kelimesi, aynı zamanda Kur'an'ın bir
"hükmü"nü ifade etmek için de kullanılmaktadır (Çünkü bu hükümlerin her biri,
bir mesaj  taşır).

Âyet
terimini bu sınırlı anlamda alan bazı
âlimler, yukarıdaki pasajdan (Bakara, 206 âyetinden), Kur'an'ın bazı âyetlerinin
vahiy tamamlanmadan önce Allah'ın tâlimatı ile "nesh" edildiği (yürürlükten
kaldırıldığı) sonucunu çıkarmaktadırlar. Bu iddianın –ki, yazdıklarını tashih
için ikinci defa okurken bazı bölümleri atan veya başkaları ile değiştiren
herhangi bir yazarı akla getirmektedir- saçmalığının yanısıra, Kur'an'ın
herhangi bir âyetinin "nesh" edilmiş olduğunu bildiren tek bir sahih hadis bile
bulunmamaktadır. Sözde "nesh doktrini"nin temelinde bazı eski müfessirlerin
Kur'an'ın bir pasajını diğeri ile uzlaştırmadaki yetersizlikleri yatmaktadır:
Sözkonusu âyetlerden birinin "neshedildiği" yargısına vararak altından
kalkılmaya çalışılan bir yetersizlik. Bu keyfî değerlendirme, "nesh doktrini"nin
taraftarları arasında kaç Kur'an âyetinin ve hangilerinin neshedildiği; ayrıca
bu sözde nesih ile, sözkonusu âyetin Kur'an'ın tertibinden tamamen çıkarıldığı
mı yoksa yalnızca o âyet ile konulan özel hükmün veya beyanın mı iptal edildiği
konusunda neden hiçbir görüş birliği olmadığını da açıklamaktadır. Kısacası,
"nesh doktrini" hiçbir tarihsel olguya dayanmamaktadır ve bu nedenle de
reddedilmelidir. Diğer taraftan, yukarıdaki Kur'an pasajını (Bakara, 106. âyeti)
yorumlamadaki zâhirî güçlük, âyet teriminin "mesaj" olarak anlaşılması ve
bu âyetin, yahûdilerin ve hıristiyanların Kitab-ı Mukaddes'in yerini alan
herhangi bir vahyi kabul etmediklerini ifade eden önceki pasaj (Bakara, 105) ile
bağlantılı olarak okunması halinde derhal ortadan kalkar; çünkü onu bu şekilde
okumamız halinde, neshin, bizzat Kur'an'ın herhangi bir bölümü ile değil; sadece
geçmiş ilâhî mesajlar ile ilgili olduğunu görürüz. (7)

Çağımız âlimlerinden Muhammed Gazâli
de neshi, sadece eski şeriatlerin kaldırılması şeklinde anlar ve Kur'an âyetleri
arasındaki klasik nesh anlayışını kabul etmez: "Kur'an'ın ebedîliği (metninin
bâki ve korunmuş kalacağı ve hükmünün sonsuza kadar geçerliliği), onun her durum
ve şarta cevap verebileceği anlamına gelmektedir. Âyetler ebedî olduğu gibi
problemler de süreklidir. Böylece problemlerle âyetler arasında bir denge
bulunmaktadır. Bundan dolayı, küfür, nifak, gerileme, yükselme arasında
bocalayan beşeriyetin Kur'an'a ihtiyacı devam etmektedir. Asr-ı saâdetteki,
âyetlerin indiği durum ortadan kalktığı için bazı âyetlerin neshedildiğini kabul
edersek, bu inançla İslâm nasıl ebedî olabilir?

Kur'an'ın indiği eski toplum, beşerî
bir toplumdur. Bu toplumun yaşamış olduğu durumlar, insan hayatı sona erene
kadar beşeriyetin yaşayıp geçireceği durumların bir benzeridir. Herhangi bir
durum hakkındaki hüküm, tabiatı nedeniyle ebedîdir; çünkü bu hüküm, kıyâmete
kadar yenilenecek olan her benzer durum için de aynıyla geçerlidir. Kur'an'ın
ebedîliği buradan gelmektedir. Çeyrek asır süren Hz. Peygamber devrinde
insanlığın yaşadığı durumlar, (daha sonraki) tarih boyunca da devam edecektir.
Çeyrek asırda nefret ve sevginin neler yaptığının örnekleri sunulabilmiştir. Her
insanın karşılaştığı durumlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in çevresinde birer
örnekti. Bu örnekler, âdetâ gelecekte olacağı gayb âleminden bildiren somut
birer temsilci gibiydi. Böylece bunlar, yakın ve uzak gelecekte meydana gelecek
olayların ihtiyaç duyabileceği şeyleri Hz. Peygamber döneminde bildirmektedir.
Bu gerçek, İslâm risâletinin (şeriatinin) insanî olduğunun sırrıdır. Hz.
Peygamber döneminde insanlığın karşı karşıya kaldığı durumlar kıyâmete kadar da
devam edecektir. Kur'an bu durumların tamamına hitap etmekte, sorunlar için
kıyâmete kadar aynı çareleri sunmaktadır. Bundan dolayı zaman içerisinde meydana
gelecek şeylere, Kur'an'ın çözüm bulamayacağına inanmıyorum; çünkü iniş yöntemi
onu problemler için çözüm kılmıştır.

"Bir âyet, belirli bir meseleyi
çözümlemek için gelen başka bir âyeti, Hz. Peygamber döneminde mesele
geçerliliğini yitirdiği için neshetti" demek, o meselenin artık bir daha
tekrarlanmayacağı ve neshedilen çözüme de ihtiyaç duyulmayacağı anlamına gelmez
mi? Böyle bir şeyin Kur'an'da bulunması mümkün değildir. Geçerliliği sonara
erdiği, ilgili şahıs veya hâdise bertaraf olduğu için hükmü kaldırılan bir âyet,
kesinlikle Kur'an'da bulunmamaktadır. Belirli bir dönemde, herhangi bir soruna
çözüm içeren veya bir olaya binâen nâzil olan bazı âyetlerin,  daha  sonraki 
dönemde  toplumun  ilerlemesinden  dolayı  neshedildiğini  söyleyenler
bulunmaktadır. Halbuki sonraki toplumlarda, neshedildiği söylenen benzer
durumlar sürekli tekrarlanmaktadır.

Bu, Hz. Peygamber'in kurban etlerini
muhâfaza etmeyi yasaklamasına benzemektedir. Hz. Peygamber bir hadislerinde
şöyle demişlerdir: "Kurban eti yemenizi -üç günden sonra- zayıf insanların
gelmesinden dolayı yasaklamıştım. Artık kurban etlerinizden yiyip muhâfaza
edebilir ve sadaka da verebilirsiniz!" (Müslim, Edâhî 5, hadis no: 1971) Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in kurban eti muhâfaza etmeyi (depolamayı) yasakladığı yıl,
halk arasında sıkıntı vardı. Bundan dolayı kurban kesenlerin kesmeyenlere yardım
etmelerini istediği için etlerin depolanmasını yasaklamıştır (Buhârî, Edâhî 16)
"Kurban etleri depolanamaz!" denmiştir. Neden? Çünkü bu söz söylendiğinde
insanlar sıkıntı içerisinde olup yardıma ihtiyaçları bulunmaktaydı. Daha sonra
"etlerinizi depolayabilirsiniz" denmiştir. Çünkü insanlar artık kesilen
her ete muhtaç değillerdir. Bundan dolayı, "ikinci söz, ilk sözü neshetti"
denildi. Halbuki gerçek hüküm şudur: Toplum ihtiyacı açısından mevcut et az ise
depolanmayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtılır; çok ise depolanabilir. Ebedî hüküm
budur. "Eti depolamak yasaktı, sonra serbest bırakıldı" demek ise yanlış ve
cüz'î (parçacı) bir hükümdür. Bu doğru değildir ve neshin varlığını iddia
edenlerin bir ayıbıdır. Onlar aynı meselenin tekrarlanmayacağı düşüncesiyle
hükmünün sona erdiğini zannediyorlar. Halbuki şartlar tekerrür ettiğinde ona
bağlı olan hüküm de tekerrür eder. Ebedî âyetleri, sürekli hâdiseler
karşılamaktadır. Neshedildiği iddia edilen âyetlere ihtiyaç duyabileceğimiz
problemlerle karşılaşabiliriz. Karşılaştığım, dinlediğim veya kitaplarını
okuduğum bütün çağdaş âlimlerin nesh konusundaki görüşü, neshi Kur'an'da bulunan
bazı âyetlerin iptali olarak algılayan müteahhir müfessirlerin görüşünden
farklıdır. Meselâ fakîh ve tarihçi üstad Muhammed el-Hudarî neshi tamamen
reddetmektedir. O neshi, umûmî bir hükmün tahsîsi, mutlak bir emrin takyîdi veya
mücmel bir âyetin tafsîli olarak görmektedir. Şeyh Reşid Rızâ da aynı görüşü
daha net ifade eder.

Seyf âyetinin (9/Tevbe, 5), 120 âyeti
neshettiği sözü tipik bir aptallık örneğidir. Bu söz, müslümanların gerek
düşünce ve gerekse uygulama açısından gerilediği dönemlerde Kur'an'ı
anlamadıklarının göstergesidir. Nesh, başka bir deyişle bazı âyetlerin,
Kur'an'da bulunmasına rağmen hükmü geçerli olmayarak âdetâ mumyalanması
yanlıştır, kabul edilemez. Kur'an'da hükmü kaldırılarak ölüme terkedildiği
söylenebilecek hiçbir âyet yoktur. Aksi bir görüş bâtıldır. Her âyetin hükmü
geçerlidir. O âyetin geçerli olabileceği şartları ancak hikmet sahipleri bilir.
Böylece Kur'an âyetleri, insanların durumlarına göre onlara hikmet ve güzel
sözle hitap etmektedir. "Bir âyeti neshedersek veya onu unutturursak..."
(2/Bakara, 106) âyetinin siyâkı, geçmiş şeriatlerin yeni bir şeriat ile
neshedildiğine işaret eder. Bu âyet, teklifî ahkâm ile ilgili olmayıp kudret ile
ilgilidir. Yoksa Cenâb-ı Hak, âyetin devamında "...bilmedin mi ki, Allah her
şeye kaadirdir." yerine "Allah her şeyi bilmektedir ve hikmet sahibidir"
derdi. Yani Kur'an, önceki peygamberlere vermiş olduğu mûcize destekli
kitaplardan farklı bir kitaple yeni bir risâlet vermiştir. Kevnî âyetlerin neshi
yanısıra, Kur'an'ın nüzûlü, ehl-i kitabın bazı şeriatlerinin de neshedilmesi
demektir. (8)