Fecir | Konular | Kitaplar

Şianın Görüşü

Şianın Görüşü



Şianın Görüşü:

 
Mut'ayı helâl sayan şia
ulemâsı, görüşlerini şöyle savunurlar:
1- Aralarında Ubeyy ibn
Kâ'b, Abdullah İbn Abbas ve Abdullah ibn Mes'ud'un bulunduğu sahâbilerden bir
cemaat âyeti: "feme'stemta'tüm bihî minhünne ilâ ecelin müsemmâ -onlardan
hangisiyle ‘belli bir vakte kadar' mut'a yaptıysanız/faydalandıysanız-"
şeklinde okumuş, Sa'lebî'nin tefsirinde naklettiğine göre Habib ibn Sabit, İbn
Abbas'ın kendisine verdiği Übeyy mushafında ayetin ilâve ile yazılı olduğunu
görmüştür. Said ibn Cübeyr de ayeti bu ilâvesiyle okumuştur.
2- Hz. Ali'nin, "Ömer
müt'ayı menetmeseydi, şaki'den başkası zina etmezdi" dediğini el-Hakem ibn
Uyeyne rivayet etmiştir.
3- Câbir (r.a.)
Rasûlullah, Ebû Bekir ve Ömer devrinde mut'a yaptıklarını söylemiştir.
4- Âyetteki "istimta'"
kelimesiyle faydalanma ve cimâ kasdedilmiş olamaz. Çünkü böyle olsa, kadından
faydalanmayan kimsenin hiç mehir vermemesi gerekir. Halbuki dühulden önce
karısını boşayan, yarı mehir vermekle yükümlüdür. Eğer buradaki istimta' ile
sürekli nikâh kasdedilmiş olsa, o zaman âyetin hükmüne göre yalnız akid yapmakla
bütün mehri ödemek gerekir. Çünkü "Onlara ücretlerini yani mehirlerini
veriniz" buyurulmuştur. Oysa daimî nikâhta yalnız akid yapmakla mehrin
tamamını vermek gerekmez. Dühul şarttır. Ancak müt'a nikahında mücerred akidle
ücretin tamamını vermek vâcip olur.
5- Ayrıca Hz. Ömer'in
"Rasûlullah devrinde hac ve kadın mut'ası vardı. Ben bunları men ediyorum ve
bunları yapanı cezalandırıyorum" sözü de mut'anın, Rasûlullah devrinde helâl
olduğunu gösterir.
6- Âyette mal ile ibtiğâ
ve faydalandıktan sonra kadınların ücretlerinin verilmesi emrediliyor: Yani
âyette mücerred mal ile ibtiğâ, birleşmeyi câiz kılıyor. Halbuki daimî nikâhta
yalnız mal ile ibtiğâ birleşmeyi câiz kılmaz. Velî ve şâhitler de lâzımdır.
Yalnız mal verince birleşmenin helâl olması, ancak mut'a nikâhındadır.
7- Eğer bu âyet ile
daimî nikâh kasdedilmiş olsa, aynı sûrede nikâh hükmünün başka yerlerde tekrar
edilmiş olması lâzım gelir. Çünkü sûrenin baş tarafında 3 ve 4'üncü âyetlerle
asıl nikâh izah edilmiştir. Burada aynı şeyin tekrarına lüzum yoktur. Ama bu
âyeti mut'aya hamledersek o zaman âyet yeni bir hüküm getirmiş olur, tekrar
olmaz.
8- Mut'a nikâhının câiz
olduğunda bütün ümmet ittifak etmiştir. İhtilâf, bunun neshedilip
edilmediğindendir. Eğer bu hüküm neshedilmiş ise nesheden ya tevâtüren veya âhad
yoluyla bilinir. Tevâtüren bilinmiş olsaydı Ali İbn Ebi Tâlib, Abdullah İbn
Abbas ve İmran İbn el-Hasin gibi sahâbilerin, Muhammed (s.a.s.) dininden
tevâtüren sâbit olmuş bir hükmü inkâr etmiş olmaları gerekirdi ve bu da onların
küfrünü gerektirirdi ki bu, bâtıldır. Bu neshin âhad haberiyle sâbit olması da
bâtıldır. Çünkü icmâ ile mubah olduğu sâbit olan bir hükmü, âhad haberi
neshedemez. Zira icmâ kesinlik ifade eder. Halbuki âhad haber kesin değil,
zannîdir, şüphelidir.
9- Rivâyetlerin
çoğunluğu, Hz. Peygamber (s.a.s.)in mut'ayı ve evcil merkep etini yemeyi Hayber
günü nehyettiğini söylüyor. Yine rivâyetlerin çoğuna göre Hz. Peygamber
(s.a.s.), mut'ayı, Mekke'nin Fethinde, veya Vedâ haccında serbest bırakmıştır.
Mekke'nin fethi ve Vedâ haccı, Hayber'den çok sonra olmuştur. Demek ki mut'anın,
Hayber günü neshedildiği yolundaki haberler doğru değildir. Aksi takdirde
nâsihin, mensuhtan önce vuku bulması gerekir. Nesih ve helâl kılmanın, birkaç
kez vuku bulduğu yolundaki haberler de zayıftır. Mûteber kişiler, böyle bir şey
söylememişlerdir. Bunu söyleyenler, bu rivâyetler arasındaki çelişkileri
gidermeğe çalışanlardır.