Fecir | Konular | Kitaplar

Velîme; Düğünde İkrâm..

Velîme



Velîme; Düğünde İkrâm

 
Düğün münasebetiyle verilen
yemek. Sevinç ve saadet ifade eden her türlü merasim sebebiyle verilen
ziyafetlere de velime dendiğini söyleyen olmuştur (Şevkânî, Neylü'l-Evtar, VI,
Mısır t,y., 198). Düğünler neşe ve saadet günleri olduğu için, hem sevincin
ortaya konması, hem de dost ve fakirlerin doyurulmasına vesile olması yüzünden
davetlilere düğün yemeği vermek güzel bir davranıştır.
Câhiliyye döneminde de velîme
geleneği mevcuttu. Hz. Peygamber (s.a.s.), Hatice vâlidemizle evlenirken velime
cemiyeti tertip etti. İki deve kestirerek halka yemek verdi. Amcası Ebû Tâlib de
bu münasebetle evinde ziyafet tertipleyerek Hz. Peygamberi ve Hatice anamızı da
davet etti. Rasûlüllah, diğer hanımlarıyla evlenirken de düğün yemeği vermiş;
önceden sadece gelenek olan velîme Rasûlüllah'ın tatbikatıyla sünnete
dönüşmüştür. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.), ashâbına da bu hususta tavsiyede
bulunmuştur. Nitekim Abdurrahman bin Avf'ın evlendiğini duyunca: "Bir koyun
keserek de olsa düğün yemeği ver" (İbn Mâce, hadis no: 1907) demiştir. Hz.
Ali ile Hz. Fâtıma validemizin düğünlerinde de bu sünnetin canlı olarak yerine
getirildiğini görmekteyiz. Hz. Ali bu iş için, yarım ölçek arpa almak üzere
zırhını bir yahudiye rehin bırakmıştı. Birkaç kesilmiş, çekirdeği çıkarılmış
kuru hurma, un, yağ ve yoğurt karıştırılarak yapılan bir yemek ve arpa ekmeği
sunulmuştur. O günün şartlarına göre bu, iyi bir ziyafet sayılırdı (Asım Köksal,
İslam Tarihi, I-II İstanbul 1981, 259).
 
Hz. Peygamber, Zeynep
validemizle evlendiğinde bir koyun kesmiş, Safiyye validemizle izdivacında da
hurma ve sevik (kavut) ikram etmiştir. Düğün ziyâfetinin şekli, ikram sahibinin
mâli gücüne ve cömertlik durumuna göre değişir. Hz. Peygamber, insanların en
cömerdi olduğu halde bazı düğünlerinde et ve ekmek ikramı yerine daha basit
ikramlarda da bulunmuştur (İbn Mâce, hadis no: 1908-1910).
Düğün yemeklerinde haram olan
şeylerin ikram edilmemesi ve gösterişten, şöhret alametlerinden kaçınılması
gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Birinci gün
yemek vermek haktır, ikinci gün yemek vermek güzeldir, üçüncü gün yemek vermek
riyâ ve propagandadır." (Ebû Dâvud, II, 307). Ayrıca bu davetlere
zenginlerle birlikte fakirlerin de çağrılması gerekir. Fakirlerin çağırılmadığı
ziyafetler için Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Dâvetlerin en kötüsü,
zenginlerin çağrılıp, fakirlerin mahrum edildiği düğün dâvetidir" (İbn Mâce,
hadis no: 1913).
Meşrû olmak şartıyla bu türlü
davetlere katılmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Sizden her kim düğün yemeğine çağırılırsa hemen icâbet etsin!" (İbn Mâce,
hadis no:1914). Şayet dâvetler çakışırsa Hz. Peygamberin tavsiyesine uygun
olarak en yakın komşu (veya en yakın akraba) tercih edilir. Dâvetlerden birisi
daha önceden vâki olduysa, önceliğe uymak gerekir (Şevkânî, a.g.e., II/203).
Düğündeki ikram ve eğlencelerin
İslâmî kaidelere uygun olması esastır. Uygun olmayan ziyafet ve merasimlere
katılmanın dinî hükmüne gelince: Şayet merasim ve ikramların gayri meşru tarzda
olacağı önceden belliyse bu türlü davetlere katılmamak gerekir. Eğer mahiyeti
önceden bilinmeden icabet edilip, bilahare gayri meşruluğu ortaya çıkarsa;
mümkünse haramlara mani olunur, değilse sabredilip oturulur. Şayet bu durumdaki
kişi; söz ve davranışları ölçü kabil edilen örnek ve dinî manada önder bir
kişiyse haramları engelleyemediği takdirde bu türlü meclisleri terk eder. Aksi
halde onun bu hareketi başkalarına örnek olur, günah işleme ve kötülüğe razı
olmaya bir nevi ruhsat kabul edilebilir (Merginânî, el-Hidâye, IV, 80).
Ziyafet sofrasında içki
içiliyorsa, kim olursa olsun sofrada oturmaması gerekir. Zira Hz. Peygamber
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah ve âhiret gününe iman eden kimse, içki
içilen sofraya oturmasın" (Şevkânî, a.g.e., XI, 206).
Günümüzdeki dâvetlerde
genellikle İslâmi prensiplere uyulmamakta, içki, kadınlı erkekli dans vs. gibi
dinen yasak olan her türlü davranışlar sergilenmekte, arkasından da Kur'an-ı
Kerim ve mevlid okutulmaktadır. Birbirine taban tabana zıt olan bu manzaralar
toplumumuzdaki dinî ve millî zaafı açıkça ortaya koymakta, batı taklitçiliği
uğruna neleri feda ettiğinizi ve ikili bir şahsiyete daha doğrusu
şahsiyetsizliğe büründüğümüzü göstermektedir.
Aile müessesesi kutsaldır ve
toplumun temelini teşkil eder. Böyle kutsal bir müessesenin, haramlar üzerine
değil, kutsal prensip ve davranışlar üzerine bina edilmesi gerekir. Yanlışlar
üzerine doğrular bina edilmez.[1]
 

 




[1]
Ali Rıza Temel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 339.