Fecir | Konular | Kitaplar

Hâfıza/Bellek ve Geliştirme Teknikleri

Hâfıza



Hâfıza/Bellek ve Geliştirme Teknikleri
 
Hâfıza (Bellek), insanın bilgi
ve hâtıralarını saklaması, gerektiğinde hatırlaması yeteneğidir. Hâfıza,
psikolojinin temel elemanlarından birisidir. Hâfıza olmadan zekâ, ne yapacağını
bilmez bir karışıklık içinde olur; rasyonel hareket etmekten yoksun, ne
dediğini, ne yaptığını ve ne öğrendiğini hatırlayamaz bir durum ortaya koyar.
Hâfızadaki  bilgilerin  unutulması,  başlangıçta hızlıdır, sonra zaman içinde
logaritmik bir ölçüye göre sâbit kalmaya meyillidir. İnsanda iki çeşit hâfıza
vardır: Kısa ve uzun süreli hâfıza. Kısa süreli hâfıza, alıştırma yapılmadıkça
uzun süreli hâfızaya girmez. Meselâ bir tanışma esnasında bir isim söylenilir;
ama bu ismin ileride hatırlanabilmesi için tekrar edilmesi, zihnin zorlanması
gerekir. Hâfıza üzerinde yapılan birçok araştırma, görme ve işitme üzerinde
yoğunlaşmıştır. Bu özel bellek sistemleri içinde, koku hâfızasının da önemli bir
rolü vardır.  
İnsan beyni, hassas bir
mekanizma olmasına rağmen, son derece dayanıklı ve uzun ömürlüdür. Aynı zamanda
tasavvur edildiğinden daha faydalı bir organdır. Beynin düşünme, hâfıza ve şuur
üstü faâliyetlerini içine alan kısmında 10-12 milyon hücre vardır. Her hücre
birbirlerine elektro kimyasal haber taşıyan ince uçlarla bağlı bulunmaktadır.
Düşünce ve hâfızanın bu elektrik akımlarının yolculuğuyla yakından ilgisi
vardır. Bilim adamları "dimağ yorgunluğu", "zihin doluluğu" gibi halleri kabul
etmezler; uzun süren zihnî çalışmalar neticesinde yorulan, beynimiz değil;
gözlerimiz, boynumuz, sırtımızdaki kaslar veya vücudumuzun diğer kısımlarıdır.
Beynimiz, hiç yorulmadan devamlı çalışacak güçtedir. Zihin yorgunluğu denen şey,
genellikle dikkatsizliktir, sıkıntıdır; dikkatimizin dağılmasına engel olacak
kuvveti kendimizde bulamayışımızdır.
Yaş ilerledikçe beyinde öğrenme
kabiliyetinde azalma olacağı nazariyesi de bugün bilimsel olarak çürütülmüş
bulunmaktadır. Ölen beyin hücreleri yerine yenileri gelmez. İnsanlar
ihtiyarladıkça; bedenî ve bir dereceye kadar da zihnî güçlerini kaybettikleri
doğrudur. Tıbbî olarak her iki halde de bu çok karışık fizyolojik mekanizmaların
çeşitli kısımlarında bir seri yıkılma ve yıpranmalar neticesinde bozukluklar
meydana gelmektedir. Bu bozukluklar tek başlarına tehlike teşkil etmemelerine
rağmen, hepsinin birden etkisi, ciddî olabilmektedir. Yaş ilerledikçe beynin
ârızalanması, oksijen ve glikoz taşıyan kan dolaşımı azaldığı içindir.
Gençlikteki hâtıraların daha canlı olarak hatırlanması, dolaşım sisteminin daha
iyi çalıştığı zamanlarda beyne işlenmiş olmasındandır. Bu sebepten ihtiyarlar,
gençliklerinde olan şeyleri, yakın geçmişte olanlardan daha iyi hatırlarlar.
Dimağımızda yaptığımız her
terkip, her tahlil bir çalışma sayılır. Beyin çalıştırıldığı zaman kuvvetlenir,
çalıştırılmadığı zaman zayıf kalır. Mantığımızı işlettiğimiz nisbette yeni
hükümlere varma gücümüzde artma olacaktır. Ancak işleyen demirin ışıldadığı
gibi, hâfıza da idmanla, egzersizle gelişmektedir. Gelişmiş bir belleğe sahip
insanlar, zihinlerinde hayalleri bütün teferruatına kadar depo ederler, ihtiyaç
duydukları an ise, derhal ve aynen ortaya çıkarırlar. Kuvvetli hâfızaya sahip
kişiler bir bakışta her şeyi zihinlerine işleyebilmektedirler. Onların gözleri
mercek gibi çalışıp fotoğraf makinesinin resim çektiği gibi yazıları, resimleri,
şekilleri hâfızalarına nakşederler. Kendilerine sorulduğunda; kelimeleri,
resimleri, şekilleri zihinlerinde belirgin olarak "gördüklerini" ifade
etmektedirler.
Beynin, hâtıraları nasıl
sakladığı, bugün hâlâ tam olarak açıklanamamıştır. Hâfıza, bilim adamlarınca,
insanın esrârı kolay kolay anlaşılamayan yeteneklerinden biridir. Bazı bilim
adamlarına göre; hâfızanın her bir parçası, yüzlerce, binlerce hücreden meydana
gelmiştir. Birbirine ince uçlarla bağlı ilmikler bulunmakta ve ilmiklerde
elektrik akımları dolaşmaktadır. Diğer bilim adamlarına göre de; hâtıra hücreye
işlenmekte veya bir sicimdeki düğümler gibi bir hücreler zinciri teşkil
etmektedir. Bilimsel olarak; hissettiğimiz görüntülerin otuz ilâ altmış dakika
beynimizde kayda geçmeden yüzer halde kaldığını kesin olarak bilmekteyiz. Bu
sebepten başına sert bir darbe yiyen insan, vuruştan 15-20 dakika evvelini
hatırlayamamaktadır. Ortalama bir ömür içerisinde beynin, birbirinden ayrı on
beş trilyon haber aldığı hesaplanmıştır. Hâfızada tutulanların sayısı, beyin
hücre adedinden kat kat fazladır. Yapılan bir araştırmada beynin depolama
kapasitesinin bir katrilyon (bir milyon tane milyar) bilgi parçasını alacak
imkâna sahip olduğu hesaplanmıştır. İnsanın zihnî kabiliyetlerinin % 10-15'inin
kullanıldığı, buna rağmen hâfızada trilyonlarca ayrı haber depo edildiği
düşünülecek olursa, hâfızamızın gücü ve çapının beşer idrâkinin kat kat üstünde
olduğu anlaşılmış olacaktır.
Tıp araştırmacıları, bir
süredir beyinde bazı bölgelerin elektrikle uyarılması sonucu hâfızanın ortaya
çıktığını bilmektedirler. Hâfızanın beyinde yıllarca nasıl mükemmel bir şekilde
korunduğu ve öğrenmenin nasıl olduğu hususunda bilgilerimiz çok az olmakla
birlikte, bazı hayvanlarda yapılan çalışmalar, bu konunun aydınlatılmasında ümit
vericidir. Hâfıza, beynimizde sayıları yüz milyarı bulan sinir hücrelerinin
içinde saklanmaktadır; fakat çok girift olan ve bugüne kadar ancak çok az
kısmını anlayabildiğimiz insan beyninde bunu araştırmak, çok zordur. Çünkü bir
hâfıza kaydı, beyinde tek bir hücrede değil; milyonlarca sinir hücresinin
birbirleriyle temaslarıyla meydana gelen büyük bir ağ içinde yapılmaktadır.
İnsan beyni içinde bir hardal
tanesi küçüklüğünde bir yere yerleştirilen hâfıza merkezine bakıyoruz. Görüyoruz
ki, öyle büyük bir kitap, hatta kütüphane hükmündedir ki, bütün hayat
mâcerasının içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. Acaba bu kudret mûcizesine
hangi sebep gösterilebilir? Beyindeki sinir lifleri mi? Basit ve şuursuz hücre
atomları mı? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki bu sanat hârikası, ancak öldükten
sonra dirilince bütün yaptığı işleri muhâsebe vaktinde insanın hatırına
getirecek ve işlediği her fiilin yazıldığını bildirmek için küçük bir senet
gibi, yazıp aklının eline verecek gayet hikmetli bir Sanatkâr'ın sanatı
olabilir. (6)          
Son devrin bazı âlimlerince
hâfızanın/belleğin, dünyadaki amellerin saklandığı ve âhirette açılacak olan
amel defteri olarak kabul görmesi, ona başka bir önem daha atfetmektedir.
Nitekim bu âlimler tarafından ileri sürülen anlayışı, Kur'an âyetleri de
desteklemektedir: "Her insanın amelini boynuna dolarız. İnsan için kıyâmet
gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün
sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." (17/İsrâ, 13-14)
Hâfızanın iki temel şartı
vardır: Tecrübelerin oldukları gibi kalması; Bir zaman düşüncesinde ve zaman
düzeninde bulunması. Yani hâfıza, her şeyin rastgele atıldığı bir bitpazarı veya
hurdacı dükkânı değildir. Bir eczane tertip ve düzeni içindedir. Hatırlama da,
çağrışım yoluyla, evvelce bildiğimiz bir şeyi aklımıza getirmektir. Çağrışım da,
bazı kanunlara bağlı olarak meydana gelir. Bunlar:  1- Zamanda yakınlık,  2-
Mekânda yakınlık,  3- Benzerlik,  4- Tezat'tan oluşmaktadır. Sarışın birini
gördüğümüz zaman, sarışın bir yakınımızı hatırlamamız benzerlik yoluyla; geceyi
gördüğümüz zaman gündüzü hatırlamamız zıtlık yoluyla, Marmaris kelimesini
duyduğumuz zaman geçmişte yaptığımız bir tatili hatırlamamız uzayda/mekânda
yakınlık yoluyla çağrışıma örnek teşkil eder. Düşünüp akıl yürütürken, büyük
çapta hatırlamada bulunduğumuzu söyleyebiliriz.
Hatırlama, saklanan şeyin
zihinde ne dereceye kadar kaldığını göstermek sûretiyle tesbit ve zihinde
tutmanın derecesini de göstermektedir. Zihinde tutma derecesi, ya hemen
hatırlama veya gecikmeli olarak hatırlama şeklinde kendini gösterebilir.
Bilgisayar ve diğer mekanik cihazların hiçbir ayırım yapmadan bellekte
tutmasına, saklamasına karşılık, insan hâfızası seçme özelliğine sahiptir. Kötü
veya iyi olanı seçer. Hâfıza bir seçme  fonksiyonu olarak yaş, çevre, huy,
heyecan hali, amaç gibi hallerle değişen tercihlere göre şemalar serbestleşir.
İnsan zihni, hiçbir ayrıma tâbi
tutmadan bütün öğrendiklerini sonsuza kadar saklayacak kapasitede
yaratılmamıştır. Öğrendiklerimizin bir kısmını, bazı hallerde de tamamını
unuturuz. Bazı araştırıcıların bulgularına göre, öğrenilmiş bir şeyin hiçbir
zaman tamamen unutulmadığı tesbit edilmiştir. Şuurumuza çıkmayıp unutulmuş gibi
görünen bilgi ve hâtıralarımız, bu teze ve tesbite göre tamamıyla kaybolmamakta,
bunların düşünce, muhâkeme ve takdirlerimizde payları bulunmaktadır.