Fecir | Konular | Kitaplar

İbâdetlerde Hikmet Aramak ve Orucun Hikmeti

İbâdetlerde Hikmet Aramak ve Orucun Hikmeti




İbâdetlerde Hikmet
Aramak ve Orucun Hikmeti:

 
Allah'ın emirleri ve yasakları,
kulların iyiliği içindir. İslâm âlimleri, bütün hükümlerin insanların
faydalarını gerçekleştirme amacına yönelik olduğu konusunda görüş birliği
etmişlerdir. Bu bakımdan, Allah'ın yapılmasını istediği şeylerde kullar için çok
büyük faydalar, yasakladığı şeylerde ise büyük zararlar bulunduğu kesindir.
Kur'ân-ı Kerim'de akla aykırı hiçbir emir ve yasak bulunmamakla birlikte, bütün
emir ve yasakların yarar ve hikmetlerini bilmek de mümkün değildir. Kaldı ki,
ibâdetler dinin bir yönüyle akıl üstü ve bir yönüyle sembolik törenleri
kapsamında değerlendirildiği vakit, o dinin mensupları, benimsemiş oldukları
dinin bu gereklerini bir hikmet, bir yarar arama telâşına düşmeden yerine
getirmek durumundadırlar. Bununla birlikte öteden beri İslâm bilginleri çeşitli
ibâdetlerin yarar ve hikmetleri konusunda kafa yormuş, bunların kişisel pratik
yararlarından çok, insan nefsinin arındırılması ve yükseltilmesi yolunda
fonksiyonel hale getirmeye çalışmışlardır. İbâdetleri, bir hedefe erişmenin yolu
olarak görebilenler için bu kulluk görevleri, artık sırtta taşınan ve bir an
önce indirilmeye çalışılan bir yük olmaktan çıkar ve âdeta üzerinde yükseklere
ulaşılan bir araç haline gelir. İbâdet esâsen Hakk'ın emrine riâyet olduğu gibi,
sonuç itibarıyla, halkın hakkına riâyeti de içerir. Bu sebeple de ibâdette
Hakk'ın ve halkın hukukuna riâyet birlikte gerçekleşir.  
İmam Gazzâlî, orucun üç
derecesinden bahsederken, bedende iştah ve şehvetin tatmin yeri ve aracı olan
iki âzâyı, yani mide ve cinsel organı, iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum
etmekten ibâret olan orucu, "sıradan insanların orucu" (avam orucu) olarak; buna
ilâveten gözü, kulağı ve diğer âzâları günahtan korumayı "özel kişilerin orucu"
(havas orucu) olarak ve tüm bunlara riâyet ettikten başka, kalbini düşük
emellerden, dünya düşüncelerinden kısaca, mâsivâdan arıtarak bütün varlığıyla
Allah'a bağlanmayı ise "daha özel kişilerin orucu" (ehassü'l-havâs orucu) diye
tanımlar. Orucun hangi derecesi alınırsa alınsın, ibâdetin bireysel olgunluğa ve
toplumsal ilişkilere, sosyal hayata, kısaca "huzur" ve "iyi geçim"e yönelik
olumlu sonuçları açıkça görülecektir.    
İnsanların arasındaki
çekişmenin, haksız kavganın temel sebeplerinden biri insanların, iştah ve
şehvetlerini ölçüsüzce tatmin etmeye çalışması ve belki bu amacı gerçekleştirmek
üzere mal ihtiraslarıdır. Birinci kademedeki oruç bile, bu ihtirası
dizginlemenin, iştah ve şehveti kontrol altına almanın bizzat gerçekleştirilen
ve tecrübe edilen bir yolu olmaktadır. İştah ve şehveti alabildiğine ve
ölçüsüzce tatmin peşinde koşmak şeytanî bir tutum olup oruç tutmak bu anlamda
şeytanı zincire vurmak anlamına gelir.
Peygamberimiz'in orucun ikinci
yönünü vurgulayan "Oruç bir kalkandır; sakın, oruçluyken câhillik edip de kem
söz söylemeyin. Birisi size sataşacak veya dalaşacak olursa, ‘ben oruçluyum, ben
oruçluyum' deyin"[1]
sözü, izaha gerek bırakmayacak şekilde, "iyi geçim"i vurguluyor. Oruç,
sadece iştah ve şehveti dizginlemek değildir, ayrıca ağzını ve dilini kötü ve
çirkin söz söylemekten korumaktır.
İbâdetlerin sırlarını, gerçek
mânâ ve önemini kavrayan kimi âlimler namaz kıldığı, oruç tuttuğu halde, hâlâ
çirkin işler yapan ve fenâlıktan sakınmayan kimseyi, abdest alırken yüzünü,
eline su almadan üç kere yıkayan (yıkar gibi yapan) kimseye benzetmişlerdir:
Uzaktan bakan onun abdest aldığını zannetse de o gerçekte abdest almamaktadır.
Peygamberimiz "Oruç tutan öyle insanlar vardır ki, kârları sadece açlık ve
susuzluk çekmektir."[2]
derken bu durumu kasdetmiş olmalıdır. 
Oruç, nefsin isteklerinden
irâdî olarak uzak durma olması yönüyle bir irâde eğitimine, açlık ve susuzluğun
verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de bir sabır eğitimine dönüşmektedir. İnsanın
hayatta başarılı olabilmesi için irâde hâkimiyeti ve güçlükler karşısında
dayanabilme gücü de önemli bir role sahiptir. Nefsin isteklerinin kontrol altına
alınmasında, ruhun arındırılıp yüceltilmesinde de oruç etkili bir yoldur. Bu
orucun değişik biçimlerde de olsa hemen bütün din ve kültürlerde riyâzet ve
mücâhede yolu olarak mevcut olmasını da açıklar.
Toplumsal hayatta
huzursuzluklara yol açan taşkınlıklar, büyük ölçüde insanın hayvanî yönünü
tatmin eden maddî zevklere düşkünlükten kaynaklanır. Maddî zevk deyince de akla,
yeme içme ve cinsel ilişki gibi zevkler gelir. İşte oruç, insanı maddî zevk ve
şehvetler peşinde koşturan, dolayısıyla da, Allah'ın haklarına riâyet edemediği
için onlara zulmetmesine sebep olan nefs-i emmâreyi teskin etmenin de bir ilâcı,
aşırılıkları törpülemenin de bir çaresidir.
Oruç, yoksulların durumunu daha
iyi anlamaya, dolayısıyla onların sıkıntılarını giderme yönünde çaba sarfetmeye
de vesile olur. "Tok, açın halinden anlamaz" atasözü de bunu ifâde eder. Orucun,
dinimizde önemli bir yeri olan sabır konusuyla irtibâtı da burada
hatırlanmalıdır.
"Namaz ve sabırla yardım
isteyin" (Bakara: 2/153) ve
"Sabredenlere ecirleri
hesapsız olarak tastamam verilir" (Zümer: 39/10) gibi âyetler, "Oruç
sabrın yarısıdır"[3]
diyen ve orucun Allah için olup mükâfatını da Kendisinin hesapsız olarak
vereceğini bildiren hadislerin ortak anlamı, orucun sabır boyutunu ve bunun
fazîlet ve sevâbının yüksekliğini anlatır.
Bütün bunlara ilâveten orucun
sağlık açısından pek çok yararları bulunduğu da uzman hekimler tarafından ifâde
edilmektedir. Ramazan orucu zâhiren bakıldığında, bir yıl boyunca çalışan vücut
makinesinin dinlenmeye ve bakıma alınması gibidir. Oruç, özellikle mide ve
sindirim organlarının dinlenmesi için iyi bir moladır.[4]       

 

 



[1]
Buhârî, Savm: 9; Müslim, Sıyâm: 30.



[2]
İbn Mâce, Sıyâm: 21.



[3]
Tirmizî, Deavât: 86.




[4]
Yunus Apaydın, İlmihal I, İman ve İbâdetler, İSAM Y. s. 379-383; Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.