Fecir | Konular | Kitaplar

Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları

Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları

Az Yemenin Dindeki
Önemi ve Faydaları

Az yemede, kalbin (gönlün)
safâsı, inceliği, hassâsiyeti vardır. Gönlün Hakk'a bağlılığı artar. Çok yemede
kalp katılığı oluşur; giderek kalbin nuru kaybolur. Nitekim Peygamber
Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivâyet edilir:
"Kalplerinizi çok yemekle
öldürmeyin. Fazla suyun ekinleri öldürdüğü gibi, muhakkak fazla yemekle de kalp
ölür."
"Rasûl-i Ekrem (s.a.s.),
karnını tamamen doyurmaz ve şöyle buyururdu:
"Mü'min, karnını tamamen
doyurmaz."[1]

Az yemek; insana tembellik,
uyuşukluk ve ahmaklık veren fazla uykuyu giderir. Nefis, açlıkla kırıldığı kadar
hiç bir şeyle kırılmaz. Çok yiyenin gafleti artar. O yüzden Peygamberimiz
(s.a.s.) az yeme hakkında ısrarlı tavsiyelerde bulunmuştur:
"Âdem oğlu,
midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak
birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin
galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın:
(Karnının) Üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de
nefesine (ayırsın; üçte birden fazlasına yemek koymasın)."[2]
Bu hadis-i şerifte mide,
öncelikle bir kaba ve içerisine bir şeyler konan zarfa benzetilmekte, böylece
değer itibariyle düşürülmektedir. Zira kap ve zarf, gâye değil; vâsıtadırlar.
Kendi zatları sebebiyle değil; içlerine konan şeyler sebebiyle kıymet taşırlar.
Öyle ise onlar değil; içlerine konan şeyler asıldır. Hadis, mîdeye ayrıca
"şerli" sıfatı vererek ikinci bir değerden düşürmeye tâbi tutmaktadır. Yani
mide, sıradan bir kap değil; zarar veren, şer getiren bir kaptır. Mideyi çok
doldurmanın dinî, tıbbî zararları vardır; dengesiz, kalitesiz... beslenmenin
nice hastalığa sebep olması söz konusudur.
"Kimin fikri fazla ise
yemesi azdır; kimin tefekkürü azsa yemesi çok, kalbi de katıdır."[3]

"Bu mal, tatlı ve hoştur.
Ama bilin; kim onu nefsânî hırsla alırsa, yediği halde doymayan kimse gibi
olur."[4]

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
‘Rasulullah (s.a.s.) kâfir bir misafir ağırlamıştı. Derhal onun için bir keçinin
sağılmasını emretti. Keçi sağıldı. O kâfir onun sütünü içti. Sonra diğer bir
keçinin daha sağılmasını emretti (adam doymadı). Bu sûretle tam yedi keçinin
sütünü içti. Adam yatıp, sabah olunca müslüman oldu. Rasulullah, bir keçi
sağılmasını emretti. Adam onun sütünü içti, sonra ikinci bir keçi daha sağıldı.
Fakat bunun sütünü tamamen içemedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdular:
"Mü'min bir mideye içer;
kâfir ise yedi mideye içer."[5]

Hadisin başka rivâyetinde
"Bu gün o mü'mindir, bir tek mideye yedi. Dün ise yedi mideye yemişti. Kâfir,
yedi mideye yer, mü'min ise tek bir mideye yer." Ve artık müslüman olan Ebû
Gazvan'a "Senin dün yedi miden vardı; Bugün ise tek miden var!"[6]

Muhaddisler ve âlimler,
kâfirlerin yedi mideye yemesi konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşler,
cidden çok yönlü değerlendirmeler yapmışlardır.[7]
Ulemâ bu konuda der ki: Hadis-i şeriflerde, dünyalık (yeme-içme) hususunda
azlığa teşvik, bunda zühd ve harama gitmeden elde edilene kanaat etmeye rağbet
vardır. Akıllı kimseler, hep açlığı övmüşler, çok yemeyi zemmetmişlerdir. Yeme
hususunda insanlar üç kısımdır: Bir grup vardır, her yiyeceği, ihtiyaç olsa
da olmasa da yer. Bu, câhil takımın amelidir. Bir grup vardır, acıktığı zaman,
açlığı örtecek kadar (aşırılığa kaçmaksızın doyuncaya kadar) yer. Bir grup da
vardır ki, bunlar nefislerini açlığa mahkûm ederler, bu davranışlarıyla nefsin
şehvetini kırıp, dizginlemek murad ederler. Bunlar, yedikleri vakit
ihtiyaçlarını örtecek kadar yerler.[8]

Peygamberimiz, aza kanaat etme
ve az yeme ve beraber yiyenlerin sayısı arttıkça yemeğin bereketinin de artacağı
konusundaki meşhur bir hadiste de şöyle buyurur:
"İki kişinin yiyeceği üç
kişiye de yeter. Üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter."[9]

Bu hadisin İbn Mâce'de gelen
bir rivâyeti ise şöyledir:
"Bir kişinin yemeği iki
kişiye kâfidir. İki kişinin yemeği üç-dört kişiye kâfidir. Dört kişinin yemeği,
beş-altı kişiye kâfidir."
"Birlikte yiyin, ayrı ayrı
yemeyin; zira beraber olunca bir kişilik yemek, iki kişiye de yeter."[10]

Bir zât, Rasulullah'ın yanında
öğürmüştü. Rasulullah ona şöyle buyurdu:
"Öğürtünü/ geğirmeni bizden
uzak tut. Zira, dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyâmet günü en çok
aç kalacak olanlardır."[11]

Hadiste öğürtü/geğirti diye
tercüme edilen 'cüşâ' kelimesi: "doyma sırasında mideden çıkan gaz" diye târif
edilir ki, çok yemenin belirtisidir. Rasûlullah, öğürmeyi kınamakla, onun sebebi
olan çok yemeyi takbih etmiş olmaktadır; nitekim hadisin devamından, çok yemenin
kötülüğü rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu hadis-i şerif, çok yemenin
ölçüsü hakkında bir ipucu vermektedir: Öğürme oluşturacak kadar yememek gerekir.
Zira öğürme, çok yemeden oluşur. Yoksa, Rasûlullah, gayr-ı irâdî olarak meydana
gelen bir olaydan dolayı kimseyi kınamazdı. Öğürme irâdî değildir; ama ona sebep
olan çok yeme irâdeye bağlıdır.
Münâvi, bu hadisi şu mânâda
açıklar: Esasen bu derece fazla yemek, tıbben de yasaklanmıştır. İyice tokluk
kişiyi şeytana yaklaştırır, nefsi azdırır ve tuğyâna atar; açlık ise, şeytanın
yollarını daraltır, nefsin hâkimiyetini kırar. Böylece onların şerlerini
bertaraf eder. Tokluktan insanda çok değişik arzu ve hırslar harekete geçebilir.
Bu da âhiret açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilir.[12]

Acıkmadan yemek yenmeyeceği ve
mideyi fazla doldurmama ile ilgili, şu olay meşhurdur: Asr-ı Saâdette,
hükümdarlardan biri Hz. Peygamber (s.a.s.)'e hizmet için bir doktor
göndermişti. Bu tabip, Rasul-i Ekrem'in yanında uzun müddet kalarak ashâb ve ehl-i
beytten hastaları tedâvi için beklemiş, fakat tedâviye çok az kimsenin muhtaç
olduğuna şâhit olarak memleketine dönmek için izin isteyince, az hastalanmanın
sebebi hakkında Hz. Peygamber, "Ashâbın iyice acıkmadıkça yemek yemediklerini
ve yemekten iyice doymadan ayrıldıklarını" söylemiştir.[13]
İbn Sîna da "yediğiniz yemeği hazmetmeksizin yemek yemekten sakının" diyor.[14]

Az yemek konusunda bugünün
tıbbı da şöyle diyor: Sofradan doymamış olarak kalkmalı, mideyi alabildiği kadar
doldurmaya çalışmamalıdır. Bazı doktorlar, yiyeceklerin miktarı, rejimden daha
önemlidir derler. Mideye fenalık etmenin başlıca yolları: Çok sık yemek, çok
fazla yemek, çok sıcak veya çok soğuk şeyler yemek, yeteri kadar çiğnememek,
alkol vb. şeyler kullanmaktır.[15]
Eskiden kuvvetli gıdalar
almakla ve çok yemekle sağlıklı olunacağı ve daha uzun yaşanacağı zannedilirdi.
Halbuki şimdi tıp ilmi de az yemeyi tavsiye ediyor. Araştırmacılar, farelere her
zamanki yedikleri normal yiyeceği azaltarak sadece yüzde kırkını verdiler.
Neticede bunların ömürlerinin uzadığını gördüler.
R. Walford gibi bilim adamları,
insanlar da az yer ve açlık çekerlerse daha çok yaşayacaklarına inanıyor.
Walford ve üç meslektaşı kendilerine iki sene süreyle az kalorili bir diyet
uyguladılar. Neticede tansiyonlarının ve kandaki kolestrol seviyelerinin
düştüğünü gördüler. Bugünkü tıp ilmi şişmanlığı bir hastalık, fazla yemeyi de
zehir olarak kabul etmektedir. Bilim adamları, ayrıca sağlıklı ve uzun ömürlü
olmak isteyenlere, sigara ve içki içmemeyi, bol jimnastik yapmayı ve az yağlı
yemeyi tavsiye ediyorlar. Amerika Milli Yaşlanma Enstitüsü Araştırmaları
tarafından bildirildiğine göre, küçük canlılarda ispatlanan az yiyerek daha uzun
yaşama kuralı, maymunlarda ve insanlarda da geçerli olabilir.
Hayatı boyunca az yemeyi
prensip edinen Peygamberimiz, ümmeti hakkında korktuğu şeylerden birini çok yeme
hastalığı olarak sayar:
"Benden sonra, ümmetim için
üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek
ve şehvetlere tutulmaktır."[16]

İlim de kabul etmektedir ki,
çok yemek zararlıdır. Romatizma, kalp hastalıkları, kan dolaşımındaki
bozukluklar, şeker vb. hastalıklarda en büyük etkenlerin başında çok yemek yemek
gelir. Çok yemenin sonucu, vücut lüzumundan fazla kilo alır ki, bu sebeple
kalbin etrafı yağ tabakasıyla kaplandığı için, insan rahat nefes alıp veremez.
Kollestrin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca sebebi yine çok
yemektir. Çok yemek neticesinde böbrekler vaktinden önce yorulur ve bozulur,
görevini yapamaz olur. Mide doğal şeklini kaybeder, büyür, elastikiyetini
koruyamaz. Dolayısıyla yenilenleri kolay kolay hazmedemez. Bu yüzden bütün vücut
da rahatsız hale gelir. Çok kere mide ülseri, mide veya kalın bağırsakta çıban
da meydana gelir. Bu saydıklarımız ve daha birçok rahatsızlıklar hep çok yiyip
içme neticesi meydana gelen zararlardandır. Bu gibi hastalıkların oruç
tutulmayan yerlerde ve oruç tutmayan kimselerde daha çok bulunduğunu
hatırlatalım.
İslâm'ın yeme içme ile ilgili
emir ve tavsiyelerinden, özellikle sünnete uygun olarak az yeme ile ilgili
hadislerden şu yargılara varabiliriz:
Müslüman, hayatı; yalnız yeme
içme, egoist duygu ve sınırsız arzuları tatmin etme felsefesine dayandıramaz. O
yeme için yaşamaz; ibadete güç yetirebilmek, kulluk bilincine katkı için ve o
miktarda yer.
Yiyecek ve içecek konusundaki
yasaklara uymak ve sünnete uygun tarzda yemekle insan olgunlaşır, kendi içinden
gelen arzulara ve çevreden gelen zararlı çağrılara gem vurmasını, fıtratı
zorlamadan, insan bu yolla kazanabilir.
Yeme içme arzusu, disipline ve
düzene sokulması gereken bir duygudur. Her konuda olduğu gibi bu hususta da
aşırılık ve düzensizlik dinimizce yasaklanmıştır. "Bir lokma, bir hırka"
anlayışı yanlış olduğu gibi; esas ve daha kesin olarak aşırı tüketim ve oburluk
yasaklanmıştır.
İnsanlar, nefsinin her isteğine
uyarsa, isteklerini sınırlamazsa, hem kendileri, hem toplumları bundan zarar
görecektir. Hırs ve doymak bilmeyen isteklerine; kişi, dış baskılarla değil;
insanda doğuştan mevcut olan din duygusuyla Rabbından korkarak O'nun rızâsı
doğrultusunda kendisi sınır koymalıdır.
Nefis ve hevâ/aşırı istekler,
insanın yapısına baskın çıkarsa, büyük savaştan insan, kendine zulmederek,
kendine yazık ederek mağlup olarak çıkmış ve dünya imtihanını kaybetmiş olur.
Bedeni, akıl ve ruha tâbi
kılmak gerekir. Bunun için de bedenin kuvvetini sınırlamak ve ruhun gücünü
arttırmak lâzımdır.
Çok yemek, doymadan sofradan
kalkmamak, hatta doyduktan sonra bile lezzetinden dolayı yemeye devam etmek,
sigara ve içki gibi zararlı alışkanlıklar... bütün bunları önlemeye çalışmak,
irâdeye hâkim olma mücâdelesinde gâlip gelmek için azmetmek/kararlı olmak, helâl
ve temiz gıdalara dikkat etmek; dinin bu konudaki önemli
tavsiyelerindendir.
Tıka basa, oburca yemeyi, israf
ve lüks tüketimi yasaklayan İslâm, insanı aza kanaat etmeye alıştırdığı gibi,
açların halini unutturmayıp onları doyurmayı önceliklerinin arasına aldırır.
İslâm, komşusu açken tok yatmayı, müslümanlardan ayrılmak ve insanlığa ihânet
olarak görür.
Müslüman, imkân nisbetinde
nâfile oruç tutmaya çalışacak, özellikle evlenmeye yol bulamayan gençler orucu
fazlalaştıracak ve az yiyecektir. Nefsi, yeme içmede dizginlenince, şeytanî
bakış, düşünce ve duygulardan da korunmaya daha kolay alışacaktır.
Geçim sıkıntısının önemli bir
sebebi, gereksiz mutfak harcamalarıdır. Sünnet çizgisinde ve selim akıl
ölçüsünde gerçekten ihtiyaç olmayan yiyecek ve giyecekler devreden çıkarılırsa,
bereket artacak, huzur çoğalacak, sıkıntılarsa azalacaktır.
Az yemek kanaati doğurur.
Kanaat ise tükenmez hazinedir.
Sünnete uygun yenildiğinde
kadınların ömrü mutfakta heder olmaktan çıkacak, kadına bu yönden yapılan zulüm,
yerini hayırlı faâliyetlere bırakacaktır.
Sünnete uygun yeme içme
kültürü, insanı doldur-boşalt makinesi olmaktan, sömürüye kurban olmaktan, "çok
kazan çok tüket" felsefesinden kurtaracaktır.

[17]



[1]
Dârimî, Vesâyâ 1, hadis no: 108.

[2]
Tirmizî, Zühd: 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et'ıme: 50, hadis no: 3349.

[3]
Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126.

[4]
Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126.

[5]
Buhâri, Et'ıme: 12; Müslim, Eşribe: 186 -2063; Tirmizî, Et'ıme: 20 -1820-;
Muvattâ, Sıfatu'n Nebî: 10 -2, 924-.

[6]
Hadisin farklı rivâyetleri için bkz. K. Sitte, 11/123.

[7]
Bu değerlendirmelerin özeti olarak yedi sayfa tutarında açıklamalar için
bkz. K. Sitte, c. 11, s. 122-128.

[8]
Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 128.

[9]
Buhâri, Et'ıme: 11; Müslim, Eşribe: 178 -2058-; Tirmizî, Et'ıme: 21 -1821-;
Muvattâ, Sıfatu'n Nebî: 20, 52, 928.

[10]
Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 129.

[11]
Tirmizî, Kıyâmet: 38 -2480-; İbn Mâce, Et'ıme. 50 -3350-.

[12]
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 11, s. 130.

[13]
Milaslı İsmail Hakkı, Tıbb-ı Nebevî, s. 22.

[14]
Kastalâni, el-Mevâhibu'l Ledünniye, s. 22.

[15]
Hemmerdinger, Midenizi Koruyunuz, Terc. Cevat Bilge, s. 31.

[16]
Câmiu's Sağîr, 1/13.

[17]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.