Fecir | Konular | Kitaplar

72) Yedullah

72




72) Yedullah:

 
Allah'ın
eli; kuvvet ve kudreti, otoritesi. Bu kelime "yed" ve "Allah" kelimelerinin bir
araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir terkiptir. Zâhirî mânâsı, "Allah'ın eli"
demektir. Fakat hiç bir şeye benzemeyen ve her türlü noksan sıfatlardan,
eksiklik ifâde eden özelliklerden uzak (münezzeh) olan ve her türlü kemâl
sıfatlarla, kemâliyet, üstünlük, yetkinlik ifâde eden özelliklerle
nitelenebilecek olan Yüce Allah'ın, insanın eline benzer bir eli olması
muhaldir/imkânsızdır. Bu itibarla İslâmiyet'e göre Allah'ın eli olmaz, ancak bu
"el" kelimesini, mecâzî mânâda kudretten kinâye olarak "Yüce Allah'ın kuvvet ve
kudreti" olarak anlamak daha doğru olacaktır. Nitekim Türkçe'mizde de mecaz ve
kinâye olarak kullanılan deyimler vardır. Meselâ; "Şu kişinin eli açıktır"
denildiği zaman, pekâla bilinir ki, burada "el" kelimesinin müfred ve müşahhas
olarak anlaşılan mânâsı kasdedilmemiştir; aksine "eli açık" deyimiyle onun
cömert, yardım sever bir kişi olduğu, ihsan edip vermeyi alışkanlık haline
getirdiği, cimri, pinti olmadığı kasdedilmiştir. Yoksa böyle bir kimsenin elini
uzatıp açmakta olduğu ve herkesin onun bu açık elinden alacağını almakta olduğu
düşünülmez.
"El"
kelimesi mecâzî mânâda sadece Türkçe'de değil, diğer dillerde, özellikle Arapça
ve Farsça'da Türkçe "el" kelimesinin karşılığı kullanılmaktadır. Meselâ; Arap
şâiri Lebîd, kışın esen poyraz rüzgârının şiddetli soğuğunu ve etkisini anlatmak
maksadıyla yazdığı şiirinde: "Soğuğun yularını poyrazın elinde gördüğü rüzgâr"a
bile "el" isnâd ederek, teşhis sanatını kullanarak ifâdeyi daha da güçlendirmeye
çalışmıştır.

Bütün insanlığa hitap eden Kur'ân-ı Kerîm'de de böyle mecâzî ifâdelere yer
verilmiş, Yüce Allah insanlara anlayacakları tarzda ve kullandıkları şekiller
içerisinde zâtına mahus olan özelliklerini, Kudret ve azametini beyan
buyurmuştur. Böylece insanlar Kur'ân'ı daha kolay ve kendi dillerinde
kullandıkları şekiller ve sanatlar içerisinde yadırgamadan anlayabilmişlerdir.
Arap
dilinde "yed = el" kelimesi aşağıdaki çeşitli mânâlarda kullanılmaktadır:

1- Bilindiği gibi "el" kelimesi insanların
bir uzvu veya organı olup çoğu kez bileğe kadar olan kısma "el" denildiği gibi,
bazen de koltuk altına kadar olan kısma "el" adı verilir.

2- Nimet anlamında kullanılır ki, bu
durumda çoğulu; "eyâdî" olarak gelir. Bu mânâ Türkçe'mizde pek bilinmemekle
beraber; "Efendim, elinizin altında yaşayayım" şeklinde bir cümle kurarsak,
"nimetiniz ve inâyetiniz sâyesinde hayatımı devam ettireyim" anlamında bir istek
olmuş olur.

3- Kuvvet, kudret mânâsına gelir. Meselâ;
"Ulû'l-eydî ve'l-ebsâr" cümlesi "Kuvvet ve akıl sahibi" diye açıklanmıştır.
Dilimizde de "El elden üstündür, tâ arşa varıncaya kadar" denilir; yani kudret,
kudretten üstündür, ancak Allah'ın kudretinin üstünde hiç bir kudret yoktur
anlamına gelir. Nitekim, Allah Teâlâ; "(Ey Muhammed! Şüphesiz sana biat
edenler (baş eğerek ellerini verenler), Allah'â biat etmiş (baş eğip el vermiş)
sayılırlar. Ancak Allah'ın eli onların ellerinden üstündür." (Feth: 48/10)
buyurmaktadır ki, "Allah'ın kudreti ve kuvveti onların güç ve kuvvetinden
üstündür" demektir.

4- Mülk mânâsında, "tasarrufunda, elinin
altında" anlamında kullanılır. Meselâ; "Şu büyük arâzi falancının
yedindedir/elindedir", yani "onun mülküdür, veya tasarrufundadır, sahibi odur,
veya onun elinin altındadır" demektir. Nitekim Allah Teâlâ; "Hükümranlık
elinde olan Allah yücedir" (Mülk: 67/1) buyurmuştur.

5- Pek güçlü inâyet ve ihtisas anlamına
gelir. Meselâ; "Ben bunu elimle yaptım" demek, "Kendim yaptım" demek olduğu
gibi; "Fazlaca özen gösterdim, pek özel bir şekilde önem verdim, bence pek büyük
bir kıymeti vardır" anlamlarını ifâde eder. Nitekim Cenâb-ı Hak İblis'e; "Ey
İblis, Kendi elimle (kudretimle) yarattığıma (yani Âdem'e) secde etmekten seni
alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlandı mı?" (Sâd: 38/75) buyurdu.
İşte
bütün bu mânâlardan anlaşılıyor ki: "yedullâh" tâbiri, Allah'ın nimet ve ihsânı,
kudret ve kuvveti, mülkü, tasarrufu ve hükümranlığı, inâyet ve ihtisası
anlamlarına gelmektedir; yoksa birinci maddede gösterilen "el" veya "kol"
mânâsına değildi. Zira hiç bir yaratığa, hiç bir şeye benzemeyen Yüce Allah'ın
insanlar gibi müşahhas bir elinin olması düşünülemez.

Bununla beraber kültür tarihi içerisinde "Müşebbihe" ve "Mücessime" diye bilinen
bu iki fırkanın mensuplarından çoğu "yedullâh" tâbirini "insanın eli" gibi
tasavvur etmişlerdir. Mezhepler tarihi içerisinde yer almış olan bu iki fırka,
İslâm dininin dışında kalan fırkalardan olup çok kısa ömürlü olmuşlardır.
Halbuki Ehl-i Sünnet mütekellimlerinden bir kısmı "yedullâh"ı Allah'ın
sıfatlarından saymışlar, Kelâm tarihi içinde "yedullâh" ve benzeri tâbirlere
"Haberî sıfatlar" adı verilmiştir. Ehl-i Sünnet âlimlerinden pek çoğu da "yedullâh"ı,
Allah'ın kudreti diye açıklamışlardır. Zira Yüce Allah, kudretiyle kaadirdir.

Selef âlimleri bu haberî sıfatlara iman etmiş, bunları zâhirleri üzere bırakmış,
te'vile ve açıklamaya kalkışmamışlardır. Bununla beraber benzetmeye ve
cisimleştirmeye de yeltenmemişlerdir. Onlara göre, madem ki, Yüce Allah
Kendisine "el, yüz, göz..." gibi özellikleri nisbet etmiştir, öyleyse bunlar
öylece kabul edilmelidir. Bunların mâhiyetini ve hakikatini ancak Cenâb-ı Hak
bilir. Bunların hiç biri bizim elimize, yüzümüze, gözümüze benzemez.
İlk
mütekellimler de hemen hemen Selef gibi düşünmüşlerse de, sonraki mütekellimler
ise, bu haberî sıfatların Yüce Allah'ın zâtına ve şânına uygun bir tarzda te'vil
edilip açıklanması yolunu tutmuşlar; ancak te'vil yapıp açıklarken, "yapılan bu
te'vil ve açıklamaların Allah'ın murâdı ve O'nun kasdettiği mânâ olduğuna
kesinlikle hükmetmemek gerekir" demişlerdir.[1]

 

 




[1]
Cihad Tunç, Şamil İslâm Ansiklopedisi: 6/394-395.