Fecir | Konular | Kitaplar

Şirk ve Küfür İlişkisi

Şirk ve Küfür İlişkisi



Şirk ve Küfür
İlişkisi:

 

Şirk olayının küfr olayı ile birlikteliği
vardır. Aslında şirk de bir inkârdır;  Hak'tan gelen gerçeğin üzerini örtmektir
(küfürdür). Ancak ‘küfr' kelimesi ‘şirk'e göre biraz daha kapsamlıdır. ‘Küfr'
kavramı bütün inkârcıların eylemini ifade ederken; ‘şirk' Allah'ı kabul ediyor
görünürken O'na ortak koşmayı, birden fazla ilâh edinmeyi, bir şeye Allah'ın
özelliklerini vermeyi anlatmaktadır. Kısaca ‘şirk' Tevhid dini dışında kalan
bütün ilâh anlayışlarını, tüm bâtıl inançları içeren anahtar bir kavramdır.
İnsanın, fıtratından gelen inanma ve İbâdet etme ihtiyacını karşılarken düştüğü
alçak seviyeyi, haktan yüz çeviren insanın içindeki kaosu, inanma adına
insanların düştüğü câhillik ve sapıklığı anlatmaktadır. Yine ‘şirk' kavramı,
insanların kendi kafalarından uydurdukları inançları ve bu inançlar adına
yaptıkları yanlışlar, fesatlar ve zulümleri gözler önüne sermektedir.

Şirk, insan zihnindeki bir sapmayı ve sıkıntıyı
ifade etmektedir. Tevhid hakikatinden sapan kimselerin, kendi kendilerine
düştükleri açmazları, sürüklendikleri yanlışları ve bunun sonucu olarak
yaratılış kanununa aykırı düşmeleri böylelikle ortaya konmaktadır. Şirk; Allah'a
zâtında (sayı olarak), sıfat ve tasarrufunda (yapıp etmelerinde) ortak tanıma
eylemi veya inanışıdır. Şirk koşmak salt bir inkâr olayı değildir. Şirk
koşanlar, yani müşrikler inançsız  insanlar değildir; aksine, Allah'a inanan ama
yanlış inanan, inancı tevhide aykırı olan ve Allah'ın yanında başka varlıklara
da ilâh diye tapınan kimselerdir.

Kur'an, şirk üzerinde ısrarla durmaktadır. Çünkü
tarih boyunca dinsiz toplumlardan çok şirk koşan toplumlarla, ateist insanlardan
çok müşrik insanlarla karşılaşıyoruz. İnsanlar, Tevhid'ten uzaklaştıkça, din
adına çok çeşitli yalanlar, hurâfeler uyduruyor, kendi kafalarından sahte
tanrılar icad ediyor; sonra da onlara yine kendi kafalarına göre İbâdet
ediyorlar. Bazı toplumlar da, başlangıçta Tevhid'e bağlı iken zamanla çeşitli
nedenler yüzünden şirke düşmüşler, dinlerini  bozmuş ve yanlış bir şekilde 
inanıp din adına ilâhlar, ilkeler, törenler, âyinler ve İbâdet türleri
uydurmuşlardır.

İnanmak fıtratta/yaratılışta vardır. İnanma ve
yüce bir kudrete kulluk yapma ve ona tapma; yüce bir güçten yardım isteme
ihtiyacı bütün insanlarda vardır. İnsanın fıtratı böyledir. Yaşamak için suya,
yemeğe, havaya muhtaç olan insan, inanmaya ve inandığı ilâhın önünde eğilmeye de
muhtaçtır. Bu ihtiyacı bilen, insanların yaratılışına bu ihtiyacı koyan
âlemlerin Rabbi, ilk insandan itibaren toplumlara peygamberler/elçiler göndermiş
ve nasıl hareket etmeleri gerektiğini onlara göstermiştir. Dünyaya imtihan için
gelen insan, bu elçilerin gösterdiği gibi yani Tevhid dini üzerinde yaşadığı
zaman, hem sınavı kazanır hem de dünya hayatını fıtratına uygun olarak yaşamış
olur. Üstelik Tevhid'in ilkeleri, insana gerçek saâdeti ve kurtuluşu
getirmektedir. İnsana ait hakları ona vermekte, insanlar ve toplumlar arasındaki
adâleti sağlamakta, azgın kimselerin hevâ ve heveslerinin getirdiği fitne ve
zulümden insanları korumaktadır.

Ancak insanların çoğunluğu bu gelen elçileri
dinlemedi. Elçilerin öğrettiklerini ya hiç almadı veya aldıktan kısa bir zaman
sonra bir tarafa attı, tevhidi tahrif ve dejenere etti; kendi hevâsının peşinden
gitti. Eline geçirdiği güç ve dünyalıklarla ‘bağy' etti, ‘tuğyan' ederek
azgınlaştı ve tevhidin doğru yolundan ayrıldı.

Toplumların hayatını düzenleyici kanunlar,
insanların bağlandığı  değer yargıları, insanın fıtratında bulunan tapınma, duâ
etme, kendinden üstün bir varlığa el açma ihtiyacı insanla birlikte vardır.
Tevhidden uzaklaşanlar veya Tevhidi bilmeyenler, her ne kadar yerin ve göklerin
bir sahibi, yağmuru yağdıran, dünyayı yaratan ve yöneten bir ilâhın olduğunu
kabul etseler de; hâkimiyet, sosyal hayatın düzenlenmesi, İbâdet, helâl haram
gibi konularda kendi hevâlarına veya egemen güçlerin isteklerine ve tâğûtî
yasalara uyarlar. Böyle kimseler ve topluluklar, zamanla birtakım varlıkları ve
güçleri ilâhlaştırarak, onlara aşırı saygı göstermeye, bazılarının yardımını
alabilmek için, bazılarının da kötülüğünden kurtulmak için onlar adına
uydurulmuş putlara veya ilkelere tapınırlar. Kimileri de bu tapındıkları
ilâhları kendileriyle Allah arasında bir aracı kabul ederler. Kendilerine göre
dinler icad ederler ve onun peşinden giderler veya hak dini tahrif eder, hurâfe
ve şirk peşinde koşarlar.

Tevhid dininden ayrılıp kendi hevâsına uyarak
‘bağî' ve ‘müşrik' olan ve bu şekilde doğru yoldan uzaklaşan zâlimler, kendi
kafalarından koydukları ilkeleri bir inanç haline getirirler ve insanlara
dayatırlar. İnsan, inanma ihtiyacı ile beraber yaratılmış olduğu için, âlemlerin
Rabbine olan tevhidî inancını kaybetmiş veya hak dini bulamamışsa, içindeki
boşluğu mutlaka bir şeyle dolduracaktır. Geçmişte daha çok putçuluk ve
bâtıl/uydurma din şeklinde görülen bu ihtiyaç, günümüzde de benzer şekilde
karşımıza çıkmaktadır. Kimileri Allah'a ait ilâhlık özelliklerini bir başka şeye
verirler. Sayı olarak, birden fazla ilâh kabul ederler, kimileri de Allah'a ait
yaratma, rızık verme, cezalandırma, ödüllendirme, kendisine İbâdet ve duâ edilme
gibi özellikleri Allah'ın dışındaki varlıklara da verirler. Onlar bu değer
verdikleri niddlerini (ortak koştukları ilâhlarını) Allah'ı sever gibi, hatta
daha fazla severler (2/Bakara, 165). Kimileri, herhangi bir şeye hayatlarında
Allah gibi yer verir; Allah'tan fazla ondan korkar, Allah'tan fazla ona değer
verir. Allah'ın hükümlerini takmaz, aldırmaz; ama o çok sevdiği şeyden geldiğini
zannettiği her şeye daha fazla itibar eder.

Bu gibi müşrikler, bir müslümanın Allah'a İbâdet
ettiği gibi, ilâh haline getirdiği şeyin karşısında rukû' yapar, ya da secdeye
kapanır veya namazdaki kıyâma benzer şekilde saygı duruşunda bulunur. Ona olan
saygısını ve bağlılığını çeşitli şekillerde ortaya koyar. Ilâh haline getirdiği
şeyin veya kişinin emrinden dışarı çıkmaz. Onun önünde boyun eğer, onu râzı
etmeye ve onun cezasından kurtulmaya çalışır.

Şirk olayı, Allah'ın dışındaki herhangi bir
şeyi, bir varlığı, bir kişiyi, bir gücü veya beşerî ideolojiyi Allah gibi
değerlendirme, Allah yerine koymanın mantığıdır. Allah dışındaki herhangi bir
şeyi Allah gibi sanmanın, onlara ilâhlık vermenin adıdır şirk. Bu, onlara
tapınma şeklinde ortaya çıktığı gibi, inanç ve saygı olarak da görülebilir.
Nitekim Kur'an câhiliyye Araplarının putlara tapınmasını şirk olarak
nitelendirdiği gibi (53/Necm, 19-23), O'na çocuk isnat etmeyi ve yaratıkların
ilâh sayılmasını da şirk olarak nitelemektedir (6/En'âm, 100; 7/A'râf, 191-192).
Bu yanlışlık, kulların Allah'a ait ilâhlığı ve rabliği yeterince
anlamamalarından kaynaklanmaktadır. Kur'an bu konuda şöyle diyor: "Allah'ı
gereği gibi takdir edemediler." (22/Hacc, 74) Allah'ı hakkıyla bilemeyenler,
O'nu ve O'nun rabliğini anlamayanlar, başka dinlere girer, başka ilâhlara boyun
eğerler. Kendilerini âlemlerin Rabbinden mahrum edenler, içlerindeki ihtiyacı
başka yalancı ilâhlarla gidermeye çalışırlar. Kendini Allah'tan mahrum edenler,
mutlaka başka ilâhlar (tanrılar) bulacaklardır. Yaratılış gereği Allah'a kulluk
etmeyenler, İbâdet edecekleri bir ilâha, bir puta bağlanacaklardır. Allah'a
hakkıyla kul olamayan insanın böyle dalâleti var, putunu kendi yapar, kendi
tapar. İşte şirk yanlışı, insanı bu noktaya düşüren bir zillet ve bayağılıktır.