Fecir | Konular | Kitaplar

Sanat Dallarına Bakış Açımız

Sanat Dallarına Bakış Açımız



Sanat Dallarına
Bakış Açımız:

 

"De ki: 'Size (yaptıkları) işler bakımından en
çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) güzel sanat yaptıklarını
sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir."
(Kehf, 103-104)

Batıda mimarlık, heykeltıraşlık, resim, müzik ve
edebiyat sanatının ana dalları; diğer türler bunların birer kolu kabul edilir.
Müslümanlara göre güzel sanat denilince ilk sırayı edebiyat alır kanaatindeyiz.
Kur'an ve Sünnet'in hem edebiyat şaheserleri olmaları, hem edebiyatı teşvik ve
tavsiye etmeleri, hem de dinin tebliğine en müsâit sanat dalları olmaları
hasebiyle şiir, hikâye, hiciv, edebî sanatlar ve her türlü dallarıyla edebiyat.
Sonra mimarî, süsleme sanatları. Tabii ki hat, kıraat, tezhip, ebru...

Resim, müzik, tiyatro ve sinema çok sıkı kayıt
ve şartlarla kabul edilebilecek dallar. (Bu sanat dallarının aslının kötü
olduğundan değil; özellikle günümüzde çok çeşitli haram ve küfürlere
bulaşmasından dolayı bu sanatlara biraz soğuk bakıyor, sıcak ortamları
bekliyoruz.) Heykelin sadece soyut olanı, resmin daha çok minyatür ve karikatür
şeklinde ya da figür halinde tezâhürü, zanaat denilen el sanatlarının hemen her
çeşidi. Ölçü belli: Allah'ın hudûdu.

 

İnsan ve hayvan figürlerine âit heykellerin,
dans, bale gibi etkinliklerin sanat kabul edilmesi bizim açımızdan mümkün değil.
Herhangi bir harama veya küfre âlet ve vesîle olan şekliyle sanat kabul
edilenlerin güzelliği de meşrûluğu da kaybolur. Genel ölçü, Allah'a yaklaştıran
herhangi bir şey meşrû, Allah'tan uzaklaştıran; tâğutlara, şeytana, nefsin
hevâsına hizmet eden herhangi bir şey çirkin ve yasak. Müslümana göre sanatın
mutlaka bir hayra hizmet etmesi ve yalan değil, hakikat olması gerekir. Tabii ki
dinî ölçüler, selim akıl ve fıtrat kalıpları içinde güzel olması, estetik, zevke
uygun olması şarttır ki sanat olabilsin. Bütün bu sanatlar vecd, tefekkür ve
tebliğe hizmetleri ölçüsünde dince makbuldür.

Sanat deyince dejenere edilmiş toplumun aklına
gelen iki şeyden biri müzik. Müziğin helâl ve haram türleri var.
Ayrıca müziğin icrâ edildiği yere ve icrâ edildiği maksada göre de hükmü
değişir. Haddi aşmadığı ve herhangi bir günaha sebep olmadığı takdirde çoğu
âlimlerce mubah görülen müziğin günümüzdeki durumu dikkate alınmadan
değerlendirme yanlış olur. Günümüzde müziğin içkili gazinolarda, fısk u fücuru
ihtivâ eden, haramla birleşerek icrâ olunan, hayvanî duyguları öne çıkaran,
cinsiyet ve seksin ön planda olduğu, şarkı sözlerinin çoğunun İslâmî edep ve
hayâyâ ters düşmesi bir yana, küfür lafızlarını da içermesi değerlendirilince
mubah damgasını vurmak mümkün değildir. Vakit israfı, para israfı, sayılanların
yanında daha küçük problem. Bu problemlerin hiçbiri yoksa, salt olarak müzik,
insanı şeytanî düşüncelere yaklaştırmıyor ve müslümanlığını unutturmuyorsa o
takdirde helâl denilebilir. Günümüzde adına yanlış olarak dinî mûsikî denilen
İlâhî, marş ve ezgileri buna örnek verebiliriz.

Sinema
için de benzer şeyler söyleyebilir, aynı
hükümleri tekrarlayabiliriz. Hep kadın ve çıplaklık, gayri meşrû ilişkiler,
sevgililer, kâfirlerin câhilî hayatlarının reklamı... Türk filmleri de batı
hayatının ve batı filmlerinin hem de çok kötü birer taklidi. Konular bizim
insanımıza tümüyle ters olduğu halde, izleye izleye insanımızın hayatı da film
oldu. Bugünkü ortamda sinemaya gitmeyene, film seyretmeyene tavsiye edilecek,
onu filme alıştıracak, yani içinde hiçbir çirkin ve haram unsur bulunmayan bir
film var mı, bilmiyorum. Bana sorarsanız, bugünkü şartlarla tebliğe müsâit
görünmüyor sinema. Çünkü onlarca problemi var sinemanın. Meselâ bayan eleman,
yani aktrist problemi var. Oyuncu kızcağızın kıyafetinden zarâfetine dişiliğinin
ortaya çıkmaması nasıl mümkün olacak? "Bâtılı tasvir, saf zihinleri saptırır."
Müşrik veya günahkârları, kötüleri tasvir etmeyen, onların çirkefliklerini
gözler önüne sermeyen film biliyor musunuz? Bu rolleri müslümanın mı, bir
başkasının mı oynayacağından tutun, elfâz-ı küfrü ve ef'âl-i küfrü rol icabı da
olsa söyleyip yapmaları... Bunların ibret olduğu kadar bazıları açısından kötü
örnek teşkil etmesi, bazılarını olumsuz yönde etkilemesi gibi birçok sakıncalar.
Oyuncu, senaryo yazarı, yönetmen ve diğer teknik elemanların gerçek anlamda
müslaman, hatta dâvâ adamı olup olmamaları; olaya tüccarca mı, sanatçı olarak
mı, yoksa tâvizsiz dâvâ adamı olarak mı baktıkları, bunların genel olarak
İslâm'ı, Kur'an'ı ve yaptıkları işle alâkalı teferruatlı hükümleri ne oranda
bildikleri, yaşadıkları değerlendirilmeli. Bütün bu problemlerin aşılması için
ortam, bağımsız ve helâl finansman temini, hangi televizyonda veya hangi
salonlarda oynanabileceği, rejimin sansür kurumlarını nasıl geçeceği... Film
seyretmeyeni sinemaya alıştırma tehlikesi, muayyen bir şahsın taklidinin hükmü,
hayalde büyük yeri olan bir zâtın veya peygamberin basit bir artist tarafından
canlandırılması (ne demek canlandırma?), yani rol olarak taklidi. Sözgelimi
gençlere Hz. Hamza dediğinizde akıllarına Yunan asıllı Amerikalı kâfir Anthony
Quinn geliyor. Züleyha denilince Fatma Girik vb.

Bütün bu problemler aşılsın, ortaya müslümanca
bir şey konulsun, sonra konuşalım hükmünü.

Tiyatro
için de aşağı yukarı aynı problemler sözkonusu.
Hükmü de benzer.

Peki, öyleyse bunlardan İslâm adına
yararlanmayalım mı? Yararlanma yollarını arayalım, ama nasıl? Din, "ille
yararlanın, haram veya büyük günahlar önemli değil!" diyorsa, tamam. Haramlarla
İslâm'a hizmet ve tebliğ olmayacağını, alkolle abdest alınmayacağını bilelim. Şu
anda öncelikle ilimle mi, filmle mi uğraşmalıyız, din bizden ne bekliyor, bu
ortam içinde tekrar değerlendirelim. Dünyaya hizmet için değil; kulluk için
geldiğimizi hesap edelim. Kulluğun içine ne kadar hizmet giriyorsa, yani
yaptığımızın ne kadarı İbâdet ise, ancak o kadarını yaratılış amacımız,
diğerlerinin ise nefsin aldatmacası, şeytanın sağdan yaklaşarak bizi kandırması
olarak düşünelim.

Edebiyata gelince...
Haramlara ve küfre vâsıta olması, günahkâr
yalancılar elinde şeytanî ilhamlarla küfre hizmet edilmesi Kur'an'ın dikkatleri
çektiği büyük günah. İslâm için kullanılması ise Kâ'b bin Züheyr için olduğu
gibi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e cübbesini çıkartıp ikram ettirecek ölçüde teşvike
şâyân.

Müslüman açısından sanatlar içinde ilk sırada
sayılabilir edebiyat. Müslümanlar söz sanatlarında, hitâbet ve edebiyatta söz
sahibi olmalıdır. Laf adamı olmaktan ve gevezelikten kurtulmak, sanatla bu
çirkinliklerin farkını ayırabilmek için de gereklidir bu. Savunduklarının ve
yaşadıklarının güzelliğinin dile yansıması, "İnsanlara güzel söyleyin"
(2/Bakara, 83) emrine uyulmasıdır bu.

Resim ve heykele gelince...
Canlı resmi, özellikle insan figürü resimde yasak kabul edilmiş. Özellikle
heykel için bu yasaklık daha net ve daha tartışmasızdır. Tevhid inancının temel
esaslarını korumak, bu yasağın en büyük hikmetidir. Kendi eliyle yaptığına tapma
ahmaklığını bazı insanlar, sadece eski câhiliyye döneminde değil; şu asırda ve
çok yakınlarımızda bile göstermekte. Sadece imal ettiği halde "yaratma" vehmine
kapılmak, çıplak kadın heykeli, sahte tanrılar, bâtıl dinlerin sembolleri gibi
şeyler yapmaya kalkmak ve bunların demirden, tunçtan yontusu için büyük paralar
sarfetmek, faydasız bir lüks, yani israf, heykelin yasaklanması için diğer
hikmetler.

İslâm'da canlı resim ve heykellerin
yasaklanmasının, bazı iddiâların aksine, sanat için çok olumlu etkileri vardır.
Biyolojik bir vâkıadır ki, kullanılmayan bir kabiliyet, kullanılmakta olan diğer
yeteneği takviye eder. Meselâ bir âmânın hâfızası ve hassâsiyeti normal
insanlarınkinden kat kat üstündür. Meyvesini çoğaltmak için ağacın budanması
gibi canlı yaratıkların resim, yontma ve heykellerinin tasvirinden uzak kalan
sanatkârın kabiliyeti diğer sahalarda daha büyük kuvvetle kendini gösterir. Hat
sanatı, minyatür, arabesk, stilizasyon ve her çeşit süsleme sanatındaki müslüman
sanatçının başarıları bunun delilidir. Resim ve heykelin soyun olanına İslâm
yasak koymaz. Dolayısıyla resimle veya heykelle uğraşmak isteyen için soyut
resim ve heykelin kapıları ardına kadar açıktır. Modern resim ve heykel sanatı
bile soyut resim ve heykele yöneldi. Minyatür modernize edilebilir, soyut resmin
sınırsız imkân ve güzelliklerinden yararlanılabilir. Hat modern resme adapte
edilebilir. Heykelden tebliğ amaçlı olarak da yararlanılabilir. Allah'ı,
âhireti, ölümü, kulluğu hatırlatan, canlı figürlerden uzak, soyut heykel ve
anıtlar gerekirse meydanlara dikilebilir. İsrafa kaçmadan ve yararlı bir şekilde
müslümanca bu sanatlarla uğraşılabilir.

Sanat konusunda çok az yasak vardır. Yeme-içme
konusundaki birkaç yasak gibi. Geniş olan alan, meşrû olan alandır. Yasakların
çoğu putçuluk, seks, fitne, fesat, israf gibi, sanatın aslına âit olmayan
unsurlardır ki, şeytanın süsleyip güzel gösterdiği ârızî dış etkenlerle
ilgilidir. Bunlar sanatla birlikte olmasa da yasak olan inanç ve ahlâk dışı
çirkinliklerdir. Müslüman sanatkârın önünde, kabiliyetini gösterebileceği çok
geniş saha vardır. Ancak, oynamasını bilmeyen gelin "yenim dar, yerin dar" der.

"Müslümanım" diyen sanatçı, Kur'an'a yönelmek
zorundadır. Ancak bu şekilde evrensel çapta, güçlü ve orijinal eserler
üretebilir. Sanatın da, sanatçının da kurtuluşu Kur'an'dadır...