Fecir | Konular | Kitaplar

Putlara ve Putperestlere Karşı İbrâhimî Tavır

Putlara ve Putperestlere Karşı İbrâhimî Tavır

Putlara ve
Putperestlere Karşı İbrâhimî Tavır


Hz. İbrâhim'in yaşadığı döneme göz attığımızda,
toplumun bütün siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatının şirk esası üzerine
kurulduğunu açıkça görmek mümkündür. İbrâhim (a.s.)'in doğduğu Ur şehrinde,
tarihçilerin belirttiğine göre beş bin tane tanrı mevcuttu. Nüfusun ekseriyeti
ticaret ve sanayi ile uğraşmaktaydı ve dolayısıyla bütünüyle maddeci bir
zihniyete sahipti. Her maddeci toplum bireyleri gibi onların da başta gelen
eğilimi, servet sahibi olmak ve lüks bir hayat yaşamaktı. Hal böyle olunca,
İbrâhim (a.s.)'in getireceği tevhid inancı, sadece memleketin bir sınıfını veya
putperest inancı değil; bütünüyle ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal
yapısını değiştirecekti. Bu amaçla, İbrâhim (a.s.)'in dâvetini kabul etmek,
toplumu temelden değiştirmek ve yepyeni temellere oturtmak demekti. Bu da o
toplum için ağır bir teklifti. Çünkü, bireysel ve toplumsal alanların tümünde
anlayış, teori ve pratik olarak tümüyle şirke gömülmüş bir toplumu ıslaha
çalışmak, onları İslâmî anlamda değiştirip dönüştürme gayreti, gerçekten ağır
bir yüktür. Böylesine çile ve cefa ile karşı karşıya gelecek bir elçinin daha
küçük yaşta iken Rabbi tarafından terbiye edilmesi ve yetiştirilmesi gerekirdi.
Çünkü elçiye yüklenen görev ve emânetler, kabiliyet ve enerji ister, güç ve
potansiyel ister.

İbrâhim (a.s.), tevhid emânetini yüklenince, ilk
uğraşı, toplumun putperestliğini yok etmek ve onları İslâm'a çağırmak olmuştu.
Bu dâvete, en yakınlarından başladı: "Babasına dedi ki: 'Babacığım! Duymayan,
görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım!
Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola
hidâyet edip çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok
merhametli olan Allah'a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup
da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.' (Babası:) 'Ey İbrâhim! dedi; sen benim
tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar,
taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!" (19/Meryem, 42-46)

Bu mesaj, hem babasına, hem babasının şahsında
topluma idi. İbrâhim (a.s.)'in yaptığı bunca dâvet, ne yazık ki şirke batmış
kalplerin derinliğine ulaşmıyor, onlara fayda sağlamıyordu. Kendilerini yıllar
boyu şirk bataklığı içinde görmüş putperestlerin kalpleri, gözleri ve kulakları
bunca uyarıya rağmen görmüyor, duymuyordu. Artık ihtarlar, ikazlar, dâvet ve
tebliğler fayda sağlamıyordu. Onlar o kadar azgınlaşmışlardı ki İbrâhim
(a.s.)'in şaka yaptığını sanıyor ve onun dâvetini hafife alıyorlardı. "O,
babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne
oluyor?' demişti. Dediler ki: ‘Biz babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.'
‘Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz' dedi. Dediler
ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?' ‘Hayır'
dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna
şâhitlik edenlerdenim." (21/Enbiyâ, 52-56)

Onlar körü körüne, heykellere tapıyorlar, bu
konuda atalarının izini takip etmekten başka bir gerekçe de ileri
süremiyorlardı. Onlar fikren ve rûhen ölmüş, hurâfe ve geleneklerin, örf, âdet
ve an'anelerin altında ezilip duruyorlardı. Onun için de İbrâhim (a.s.)'in
dâveti karşısında "şaka mı ediyorsun?" diyorlardı. İşte şirk, bid'at ve
hurâfelere boğulmuş toplumların hali bundan farklı olamaz. Onlar duyu ve
duygulardan o kadar mahrumdurlar ki, kendi putları gibi putlaşmış, robotlaşmış
ve kendi putlarından farkları kalmamıştı.[1]

Hz. İbrâhim, aklî ve mantıkî delillerle,
putperestlikten ve yıldızlara tapmaktan vazgeçirmek için giriştiği tevhid
mücâdelesi sonunda kavmini susturmuş ve cevap veremez bir hale getirmiştir. Ama
ne var ki bütün bu deliller karşısında şirksiz bir inançla Allah'a yönelmesi
gereken bu insanlar; günümüzde de olduğu gibi, kendilerini sorgulayacak yerde
"ilâhlaştırdıkları atalarının" ve "kutsal kemiklerin" arkasına sığınma açmazına
düşmüşler, suçu onlara atarak sorumluluktan kurtulmaya çalışmışlardır.

Kur'an, hâlâ şirklerinde inat göstererek
atalarını taklit bahanesine sarılmış olan bu insanların savunmalarını şöyle
yansıtır: "İbrâhim, babasına ve kavmine: 'Neye tapıyorsunuz?' demişti.
'Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz' diye cevap verdiler.
İbrâhim: 'Peki, dedi; yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut, size
fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?' Şöyle cevap verdiler: 'Hayır, ama biz
babalarımızı böyle yapar bulduk." (26/Şuarâ, 70-74) İbrâhim dedi ki: 'İyi
ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığını (biraz olsun)
düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi
(benim dostumdur)." (26/Şuarâ, 75-77) "İbrâhim'i de gönderdik. O kavmine
şöyle demişti: 'Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş
olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah'ı bırakıp birtakım
putlara tapıyor, asılsız sözler yaratıyor/uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki,
Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah
katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na
döndürüleceksiniz." (29/Ankebût, 16-17)

Hz. İbrâhim'in bu çağrısı; hiçbir bilgiye ve
düşünmeye dayanmadan katı bir tutuculukla atalarını taklit eden bu insanları,
geçmişin esâret zincirlerinden, gelenek pençesinden kurtararak İslâm'ın ışığında
yeniden uyandırmak, vicdanlarındaki hürriyet duygularını harekete geçirerek
özgürce düşünmelerini temin etmek içindir. Ne var ki bu insanlar, gerçeklerden
kaçarak, ruhlarından İslâm'ın hidâyetini uzaklaştırarak "kemiklere sığınıyor" ve
Hz. İbrâhim'in çağrısını cevapsız bırakıyorlar. Ama Peygamber ve Kitap;
kendilerine "Allah'ın indirdiklerine uyun" deyince, "hayır, biz atalarımızı
üzerinde bulduğumuz yola (dine, ilkelere, ideolojiye) uyarız" diyorlar. Kur'an,
böyle diyenlere şöyle sesleniyor: "Peki, ya ataları bir şey düşünmeyen,
doğruyu bulamayan kimseler olsa da mı?" (2/Bakara, 170) "Ya şeytan onları
alevli azâba çağırıyor idiyse?!" (31/Lokman, 21)

Şüphesiz insanlar, atalarıyla, atalarının
kemikleriyle uğraşmaya harcadıkları ümit ve enerjileri, kendilerini tanımaya ve
oluşun çileli yolunda yürümeye harcadıklarında talih ufku aydınlanacak, vahyin
hayat düzeni yeniden kurulacak; saâdet, asra taşınacaktır.

[2]



[1] Beşir
İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri, Denge Y. s. 42-44


[2]
Necmettin Şahinler, Tek Başına Bir Ümmet, Beyan Y. s. 93-95