Fecir | Konular | Kitaplar

Put Kıran İbrâhim (a.s.)

Put Kıran İbrâhim



Put Kıran İbrâhim
(a.s.)

 

"Andolsun Biz İbrâhim'e daha önce rüşdünü
vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip
tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?' demişti. Dediler ki: ‘Biz
babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.' ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da
açık bir sapıklık içindesiniz' dedi. Dediler ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin,
yoksa sen oyunbazlardan biri misin?' ‘Hayır' dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı
göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şâhitlik edenlerdenim. Allah'a yemin
ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!'
Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki
ona müracaat ederler diye. ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o,
zâlimlerden biridir' dediler. (Bir kısmı:) ‘Bunları diline dolayan bir genç
duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş' dediler. O halde, dediler, ‘onu hemen
insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler.' ‘Bunu ilâhlarımıza sen
mi yaptın ey İbrâhim?' dediler. ‘Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır.  Haydi
onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!' dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına
dönüp (kendi kendilerine) ‘zâlimler sizlersiniz, sizler!' dediler. Sonra tekrar
eski inanç ve tartışmalarına döndüler: ‘Sen bunların konuşmadığını pek âlâ
biliyorsun' dediler. İbrâhim: ‘Öyleyse' dedi, ‘Allah'ı bırakıp da, size hiçbir
fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Yuh olsun size ve Allah'ı
bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Siz akıllanmaz mısınız?' (Bir kısmı:) ‘Eğer
iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!' dediler. Biz de dedik
ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!' Böylece ona bir tuzak kurmak
istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Biz,
onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye
ulaştırdık." (21/Enbiyâ, 51-71)



"Şüphesiz İbrâhim de onun (Nuh'un) milletinden
idi. Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi. Hani o, babasına ve kavmine: ‘Siz
kime kulluk ediyorsunuz?' demişti. ‘Allah'tan başka birtakım uydurma ilâhlar mı
istiyorsunuz? O halde, âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?' (Hz.
İbrâhim'in kavmi, yıldızlara bakar, onlarla kâhinlik yaparlardı. Bir bayram günü
İbrâhim'e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler.) Bunun
üzerine İbrâhim yıldızlara şöyle bir baktı. ‘Ben hastayım' dedi. Ona arkalarını
dönüp gittiler. Yavaşça (kavmin) putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş
çelenkleri, yemekleri görünce:) ‘Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz?' dedi.
Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi). (Putperestler)
koşarak İbrâhim'e geldiler. (Neden putları kırdığını sordular.) İbrâhim:
‘Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı
Allah yarattı' dedi. ‘Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın!'
dediler. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat Biz onları alçaklardan
kıldık." (37/Sâffât, 83-98)

İbrâhim (a.s.)'in tevhid mücâdelesini tahlil
ederken, "tevhid"in zıddı olan şirk ve putçuluk hakkında Yüce Allah, İbrâhim
(a.s.)'in şöyle duâ ve niyazda bulunduğunu bildiriyor: "Hatırla ki İbrâhim
şöyle demişti: 'Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı
putlara tapmaktan uzak tut! Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun
dalâletine/sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir.
Kim de bana karşı gelirse, artık Sen gerçekten çok bağışlayansın, çok
merhametlisin." (14/İbrâhim, 35-36)

Üstad Seyyid Kutub İbrâhim (a.s.)'in , "Beni
ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!" duâsını, İslâm'ın öğretileri
doğrultusunda günümüz şartlarını da göz önünde bulundurarak şöyle izah ediyor:
"Hz. İbrâhim'in hem kendisini hem de çocuklarını, tapınmaktan korumasını
Allah'tan istediği put, sadece Arapların ilkel câhiliyet dönemlerinde yaptıkları
gibi basit ve alelâde şekilden ibaret değildir. Veya muhtelif câhiliyet
sistemlerinin taş, ağaç, kuş, hayvan, yıldız, gök cismi, ateş, ruh veya hayaller
biçiminden ibaret değildir put.

Bu basit ve alelâde puta tapınma şekilleri,
Allah'a şirkin bütün anlamlarını içine almaz. Allah'tan başka tapınılan tüm
putları ihtivâ etmez. Yalnızca bu basit ve alelâde şirk ve put şekilleri
üzerinde durarak, Kur'an'daki şirkten maksadın bunlar olduğunu kabul edecek
olursak, sonsuz derecede şekilleri olan şirk kavramını iyi kavramış olmayız. Ve
bugün beşeriyetin içine saplandığı şirk ve modern câhiliyye şekillerinin gerçek
yüzlerini tam olarak göremeyiz. Bunun için şirkin mâhiyetini derinliğine
araştırmak ve putun şirkle olan alâkasını açığa çıkarmak gerekir.

Allah'tan başka ilâhın olmadığını belirten "lâ
ilâhe illâllah"ın zıddı olan şirk, hayatın tüm alanlarında, Allah'ın buyruğuna
dayanmayan ve her konuda dinin emirlerini benimsemeyen tüm sistem ve her tavır
şirktir. Tek bir ilâh olarak Allah'tan başkasını tanımadığını söyleyip de abdest,
namaz, oruç ve hac gibi dinin emirlerini yerine getirdiği halde; siyasî, sosyal
ve ekonomik konularda Allah'tan başkasının koyduğu hükümlere bağlananlar...
Değer ölçülerinde ve hükümlerinde Allah yapısı olmayan düşünceleri ve fikirleri
benimseyenler... Geleneği, ahlâkı, âdet ve alışkanlıkları itibarıyla giyindiği
kıyafeti ve elbiseleriyle birtakım insanları tanrı tanırcasına onların icat
ettikleri kılık ve kıyafetlere girip modalarına uyan ve Allah'ın şeriatinın
yasakladığı şekillere bürünenler... Evet bunlar, şirkin âlâsını işlemektedirler.
Bütün gerekçeleriyle birlikte söyledikleri "eşhedü en lâ ilâhe illâllah"
kelime-i şehâdetinin zıddını yapmaktadırlar... İşte günümüzdeki insanların
çoğunun yanıldıkları noktalardan birisi budur.

Put... Sadece o, ilkel ve basit şekilde olmaz.
Dikilen heykeller biçiminde olması şart değildir putun. Put, putlaşmak
isteyenlerin arkasına gizlendikleri birer işaret ve alâmetten başka bir şey
değildir. Onlar insanları kendilerine kul köle yapmak için o dikili putların
arkasına sığınırlar ve onun gerisinden kendi buyruklarını rahatça yürütürler.
Hiçbir zaman için bir putun konuştuğu, duyduğu ve gördüğü görülmemiştir. Ancak,
putların arkasına gizlenmiş olan râhipler ve mâbet bekçileri mırıldanarak
etrafında onun adına duâlar okur ve bereketler dağıtan muskalar asarlar. Sonra
da kitleleri ezmek ve kölesi kulu haline getirmek istediği kimselerin adına o
putları konuştururlar. Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda idarecilerin ve
kâhinlerin adına konuştukları ve Allah'ın izni, müsaadesi olmaksızın hükümler
koydukları ve kanunlar vaz ettikleri, hareket ve işlemler yaptıkları şeyler
ortaya sürülecek olursa... İşte bu ortaya atılan şey tabiatı, mâhiyeti ve
vazifesi itibarıyla putun ta kendisi olur.

Bir yerde bunlar arma olarak "ırkçılığı" mı
seçiyorlar? Bir yerde arma olarak "vatan"ı mı çıkarmak istiyorlar? "Halk"ı mı
işaret ve simge olarak kendilerine bayrak yapmak istiyorlar veya bir "sınıf"ı mı
kendilerine sembol olarak yükseltiyorlar? Sonra da insanlardan bu yükseltilen
armalara, şiarlara, işaretlere ve bayraklara Allah'ı bırakıp kulluk etmelerini
mi istiyorlar? Halkın bu kaldırılan alâmetler uğruna fedâkârlığa katlanmasını mı
istiyorlar? Malını, mülkünü, ahlâkını, ırz ve namusunu bu uğurda harcamasını mı
diliyorlar? Ve her ne zaman bu işaretlerin, alâmetlerin ve armaların isteğiyle
Allah'ın kanunları ve şeriati çatışacak olsa, hep Allah'ın şeriatinı onların
isteğine göre yontarak şekiller vermek mi istiyorlar? Ve Allah'ın emirlerini
bırakıp o armaların ve işaretlerin veya daha doğru bir tâbirle bu putların, yani
putların arkasına saklanmış olanların istek ve emirlerini mi yerine
getiriyorlar? İşte orada putçuluk vardır. Allah'tan başkasına tapınma vardır.
Yoksa putun mutlaka bir ağaçtan dikilmiş veya bir taştan, tunçtan yontulmuş
olması zarûri değildir. Put bir sistem olabilir, bir arma olabilir, bir ekol
olabilir...

Hem İslâm, sadece ağaçtan, taştan, tunçtan
yontulmuş putları yıkmak için gelmemiştir ki... Bunca gelmiş geçmiş peygamberler
silsilesi sadece bu putları yıkmak için uğraşmamışlardır ki. İslâmî hareket,
yalnızca ağaçtan dikilmiş veya  taştan yontulmuş putları yıkmak için tarih
boyunca  bunca fedâkârlıklar yapmış, bunca acı ve ıstıraplara katlanmamıştır...
Bilâkis İslâm, gerçek mânâda Allah'a kulluk ve her meselede Allah'ın emirlerine
itaat ile, her ne şekilde olursa olsun Allah'tan başkasına kulluk ve itaatten
ayrılış noktalarını kesinkes belirtmek için gelmiştir. Her devirde geçerli olan
prensipleri iyice inceleyip tevhid esasına mı, şirk esasına mı dayandığını
ortaya koymak gerekir. O sistemde ve prensipte Allah'ın hâkimiyetinin mi esas
alındığını, yoksa putların hâkimiyetinin mi esas alındığını belirtmek icap
eder...

Dilden söyledikleri kelime-i şehâdet ile
"Allah'ın dini"ne girmiş olduklarını ve fiilen yaptıkları ibâdetleri, kıldıkları
namazları, tuttukları oruçlarıyla müslüman olduklarını sanıp da bunun dışında
kalan ahkâm ve diğer hususlarda Allah'tan başkasının buyruklarına uyanlar,
Allah'ın emrinin zıddı olan sistem ve prensipleri benimseyenler, Allah'ın
şeriatina tamamı tamamına zıt olan hükümleri tatbik edenler... Sonra bu her gün
yenilenen putların istediğini yerine getirmek ve arzularını tatmin etmek için bu
uğurda namuslarını, ahlâklarını, mallarını ve canlarını verenler... Bu putların
istek ve arzularıyla dinin emir ve hükümleri çatıştığı zaman Allah'ın emir ve
hükümlerini arkaya atıp putların istek ve arzularını yerine getirenler... Evet
bütün bu yaptıklarına rağmen hâlâ "Allah'ın dini"nde olduklarını ve "müslüman"
kaldıklarını sananlar bir kere kendilerine gelsin de içinde yüzdükleri şirki
görsünler...

Allah'ın dini bu kendilerinin müslüman
olduklarını sananların tasavvur ettiği gibi zayıf değildir, basit değildir.
Şurası muhakkak ki Allah'ın dini, hayatın en küçük meselelerine, bütün
teferruatına kadar şâmil olan tam ve mükemmel olan bir hayat nizamıdır. Esas ve
temelleri bir yana, hayatın en ufak bir meselesinde bile yalnız ve yalnız
Allah'ın buyruklarına uymaktır. Ve Allah'ın, başkasını kabul etmediği yegâne
din, İslâm dini budur.

Şirk, yalnızca Allah'tan başka ilâhların
olmadığını kabullenmekle bitmez. Allah'tan başka hüküm koyan rablerin
bulunmadığını kabullenmek de gerekir. Puta tapıcılık, sadece dikilen bir ağaca
ve yontulan bir taşa tapınmak değil; hatta ondan daha fazlasıyla kaldırılan
bayraklar, flamalar, işaretler ve bunların arkasına gizlenen güçler, nüfuzlar ve
isteklerdir. Ve işte buna göre herkes kendi yurduna baksın en yüce hüküm ve
makam kimin elindedir? Bütünü bütününe kimin dinine bağlanmışlardır? Kimin
emrine uymaktadırlar? Şâyet bu konuların hepsinde hâkimiyet ve emir Allah'a
aitse işte onlar katıksız olarak Allah'ın dinindedirler. Şâyet bu hâkimiyet ve
emir Allah'tan başkalarına ait ise, onlar Allah'ın dininde değil; hâkim/egemen
olan putların ve tâğutların dinindedirler.



[1]

Korkunun kol gezdiği, güvenin yıkıldığı, insanın
metâ olarak algılandığı, eşyalaştırıldığı; paranın, maddenin, gücün
putlaştırıldığı bir dünyada ve ülkede kurtuluşun tek reçetesi, "İbrâhimî
duruş"tur. Hz. İbrâhim'in, sapık bir toplum düzenine karşı gösterdiği onurlu
direniş ve karşı koyuştur. Bir tarafta babasının da içinde yer aldığı bâtıl bir
düzen ve halk, diğer tarafta yalnızca Allah'a iman edip O'na güvenen ve yalnızca
O'ndan korkan Hz. İbrâhim... Muvahhid kimliği gereği putperest sisteme karşı
çıkan tek kişilik bir ümmet.

Böyle toplumlarda putlar, yönetimin bir
parçasıdır. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, putlar etrafında efsâne ve mit
oluşturarak toplumu yönetmeyi temel ilke edinirler.  Putlar,  ibâdet

edinilen bir varlık olmanın ötesinde, sömürü
çarkının ağırlık merkezini de oluştururlar. "İbrâhim dedi ki: "Siz gerçekten
Allah'ı bırakıp da dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları
ilâhlar edindiniz." (29/Ankebût, 25).

Bu tür toplumlarda putlar; dünya hayatında
aralarında bir sevgi bağı oluşturması ve böylelikle toplumun daha kolay kontrol
edilebilmesi için, refahtan şımarıp azan önde gelenler tarafından uydurulmuş ve
isimlendirilmişlerdir: "Bu (putlar), sizin ve atalarınızın (kendi istek ve
öngörülerinize göre) isimlendirdiğiniz (kuru ve keyfî) isimlerden başkası
değildir. Allah, onlarla ilgili ispatlayıcı bir delil indirmemiştir. Onlar,
zanna ve nefislerinin hevâ olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa andolsun,
onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir." (53/Necm, 23)

Tarihî süreci incelediğimizde, ihdas edilen ve
koruma zırhına büründürülen putlarla ilgili hiçbir tartışma yapılamadığını
görmekteyiz. Bu ülkelerde putların dışında, Allah'ın varlığı da dâhil olmak
üzere, her şeyi tartışabilirsiniz; fakat putları tartışamazsınız. Onlar
hakkında, refahtan azan önde gelenler, bu konuda ileri sürülebilecek her türlü
fikri engellemek için korkuyu, bir yönetim aracı olarak kullanmaktadırlar.



Bu yüzden Hz. İbrâhim: "Ben hanîf (Allah'ı
bir bilen ve O'na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan
Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Kavmi onunla tartışmaya girişti.
Onlara dedi ki: 'Beni doğru yola hidâyet etmişken, Allah hakkında benimle
tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam.
Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah'ın size, haklarında hiçbir hüküm
indirmediği şeyleri O'na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk
koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan
(Allah'ı tek ilâh kabul edenlerle O'na ortak koşanlardan) hangisi (Allah'ın
azâbından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?" (6/En'âm, 79-81) diyerek
putperest düşünceye karşı tavır almaktadır.

Yukarıdaki âyetlerde konumuz açısından şu
noktalar önemlidir: Putperestler, Allah'tan korkmamakta; fakat iman edenlerin
putlardan korkmasını istemektedirler. Putları önemli bir korku kaynağı olarak
insanların hâfızalarında diri tutarak toplumu yönetme ilkesi egemendir, bu tür
toplumlarda. Bundan dolayı, putların gölgesinde sürdürdükleri otoritelerini
sarsacak her düşünce ve hareketi tehlikeli sayarlar. Farklı düşünenler;
yıpratma, tehdit ve korkutma gibi yöntemlerle sindirilmeye çalışılır. Hz.
İbrâhim, babasını putlardan vazgeçirme konusunda ısrarcı olunca, oğluna verecek
cevabı kalmayan baba, putlara olan bağlılığını oğlunu tehdit ederek ortaya
koymuştur: "(Babası:) Demişti ki: 'Ey İbrâhim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü
çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar, taşa tutarım! Uzun bir
zaman benden uzak dur! İbrâhim: ‘Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız
şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime
duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam." (19/Meryem, 46, 48)

Putperest/câhilî düzenin yöneticileri,
otoritelerini zedeleyecek hiçbir inanç, düşünce ve davranışa asla tahammül
göstermezler. Sisteme ve düzenin ana felsefesine yönelik köklü eleştiri bir tek
kişi tarafından da başlatılmış olsa, bundan şiddetli bir paniğe kapılırlar; zira
"haksız" olduklarının bilincindedirler ve eleştirileri cevaplayacak tutarlı bir
fikir bütünlüğüne sahip değildirler. Nitekim, Nemrut ve adamları, Hz. İbrâhim'in
putlara ve putperest düzene yönelik eleştirilerini sürdürmedeki kararlılığı
karşısında, onu yakma girişiminde bulunmaktan çekinmemişlerdir: "Dediler ki:
‘Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!' dediler. Biz de
dedik ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!' Böylece ona bir tuzak
kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna
soktuk." (21/Enbiyâ, 68-70)

İbrâhim (a.s.), sırf inançlarından dolayı,
babasının da dâhil olduğu bir topluluk tarafından yakılmak istenir. Yerleşik
değerlerin (putperestlik) temellerine yönelen bir eleştiri, çok şiddetli bir
cezalandırma yöntemiyle susturulmak istenir. Refahtan şımarıp azan önde
gelenler, sömürü ve zulüm çarkının işlemesini engelleyecek her türlü inanç,
düşünce ve harekete karşı tahammülsüzdür. Tarihte Hz. İbrâhim'in yakılma
teşebbüsü bunun en canlı örneklerinden biri olmuştur. Günümüzde yapılanlar ise,
refahtan şımarıp azan önde gelenlerin toplumu korku, tedhiş ve terör kıskacında
yönetebilmek için tarihte benzer zihniyettekilerin yaptıklarının bir tekrarından
ibarettir. Tarihsel süreç incelendiğinde benzer senaryolar hep tekrarlanıp
durmuştur. Halkı sindirerek daha rahat yönetebilmek için korku, silâh olarak
kullanılmakta ve tüm ülke acımasız bir psikolojik savaşın içine
sokulabilmektedir. Halkın muhâlif olduğu politikalar karşısında sessiz kalmasını
sağlayabilmek için klasik bir yöntem vardır: Yüreklere korku salmak. Halk,
malının ve canının bir büyük düşmanın tehdidi altında bulunduğuna inandırılırsa,
muhâlif olduğu programların uygulanması karşısında sessiz kalmayı tercih eder;
yapılanları hoş karşılamasa bile, zarûri bulabilir. Yüreklere korku salabilmek
için propaganda sistemi çalıştırılır.

İstenen sonuca ulaşabilmek için, o zamana kadar
halka söylenilen ve fakat gerçekte inanılmayan birçok kavram, ilke unutulur. Her
şey te'vil edilerek bir çok kavramın içi boşaltılır, anlam alanları daraltılır
veya saptırılır. Her türlü hile, entrika, yol ve yöntem mubahlaşır: "Nuh dedi
ki: ‘Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine
kayıptan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük hileli düzenler
kurdular." (71/Nûh, 21-22) Ama İbrâhim (a.s.), putperest düzene karşı
mücâdelesinde bütün olumsuz koşullara rağmen, inancının gerektirdiği duruşu,
tavrı sergiler: "Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri
yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (6/En'âm, 79). Hz. İbrâhim,
yalnızca Allah'a ibâdet ve itaat etmenin, yalnızca O'nu ilâh ve Rab kabul
edinmenin, yalnızca O'ndan korkmanın doğal sonucu olarak böyle bir tavır, bir
duruş ortaya koyar. Bu nedenle Allah, tüm mü'minlere Hz. İbrâhim'i örnek
gösterir: "İbrâhim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek
vardır." (60/Mümtehıne, 4) 

Putperest bir toplum içerisinde tek başına
kalmış olmasına karşın inancından ve bu uğurdaki kararlı mücâdelesinden
vazgeçmemiş olması ise, İbrâhim (a.s.)'in en belirgin vasfıdır. Tek başına
olmasına rağmen hiçbir korku ve kaygıya kapılmadan, en olumsuz şartlarda
direnmenin, ayakta kalmanın sembolüdür Hz. İbrâhim. O nedenle Kur'ân-ı Kerim onu
hem tekil (muvahhid), hem de çoğul (ümmet) olarak tanıtmakta ve örnek olarak
gelecek nesillere göstermektedir: "Gerçek şu ki, İbrâhim tek başına bir
ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden
değildi."(16/Nahl, 120)

Hz. İbrâhim'in ateşe atılırken söylediği
"Allah bana kâfidir" ve kavmi ile tartışmasında söylediği "ben sizin
ilâhlarınızdan korkmuyorum", "sizden ve sizin ilâhlarınızdan kopup
ayrılıyorum." sözleri, onun teslimiyetinin bir ölçüsü olmanın yanı sıra; tüm
korkuları, Allah korkusu içinde eritip yok ettiğinin de bir göstergesidir. Bir
önder ve örnek olarak o, özgür olmanın yolunun yalnızca Allah'tan korkarak ve
böylelikle tüm korkulardan arınmaktan geçtiğini, tüm iman edenlere
göstermektedir. Yalnızca Allah'tan korkan bir mü'min, Allah'ın çizdiği sınırları
koruma konusunda gerekli hassâsiyeti gösterir.

 





[1] Seyyid
Kutub,  Fî Zılâli'l Kur'an, c. 9, s. 87-90