Fecir | Konular | Kitaplar

Putları Kırmak.

Putları Kırmak

Putları Kırmak


Şeytan insana, şirkten kurtulmayı çok zor ve
karmaşık, tevhidi, ihlâsı ve imanı ise yaşanması imkânsız gibi olağanüstü zor
gösterebilir. Oysa bu, yalnızca şeytanın verdiği bir vesveseden ibarettir
(14/İbrâhim, 22). Bilinmelidir ki, şirkten kurtulmak için samimi bir niyet ve
tavır değişikliği yeterlidir. Bu niyet tashihi kişininn herşeye, herkese ve tüm
olaylara karşı olan bakış açısını şirkten tevhide çevirecektir. Yani siyah
gözlük takan birisinin etrafını görebilmek için her yeri tek tek aydınlatmasına
gerek yoktur. Gözlüğünü çıkarması yeterlidir. Şirk de her yeri karartan bu
gözlük gibidir. Gözlüğü çıkarmadan zorlama yöntemlerle şirkten arınmaya çalışmak
hem zor, hem de ümit kırıcıdır. Bir hamlede gözlüğü çıkarmak ise hem kolay, hem
de tek etkili çözümdür. İnsanın şirk boyutundan Allah'ın râzı olduğu iman ve
ihlâs boyutuna geçmesi de tek bir kararlılık hamlesi gerektirir. Bu da her ne
durumda olursa olsun Allah'a güvenmek ve Kur'an'a bütünüyle ve samimi olarak
uymaya karar vermektir. Bu samimiyet ve kararlılık, muhakkak beraberinde
Allah'ın yardımını, hidâyetini ve büyük bir nimetle rahmetini getirecektir.

Şeytan tabii ki, tevhidi ve ihlâsı çirkin,
sıkıntılı ve ıstırap verici olarak göstermeye çalışacaktır. Halbuki gerçek
eziyet, sıkıntı ve ıstırap şirktedir. Bu, dünyada da âhirette de böyledir.
Taptığı sahte ilâhları bırakarak sadece Allah'a yönelen bir insan boşlukta ve
sahipsiz kalmaz; aksine tek gerçek ilâh olan Allah'a sığınarak olabilecek en
büyük huzur, güven ve rahatlığı kazanır. "Kim Allah'tan ittika ederse (korkup
sakınırsa), (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir ve onu hesaba katmadığı bir
yönden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah,
kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir." (65/Talâk, 2-3)

Şirkle tevhid arasındaki fark, çoğu zaman niyet
ve bakış açısı farkıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) Kâbe'deki putları fiilî olarak
kırmış, Hz. Mûsâ yahûdilerin edindiği altın buzağı heykelini yakıp küllerini
denize savurmuştur. Bunlar, sembolleştirilen şirklere karşı vurulan darbelerdir.
Bugün de sembolleştirilen şirklere karşı aynı fiilî müdâhaleler yapılabilir; ama
önemli olan öncelikle şirkin mantığını yıkmaktır. Gönül ve kafalardaki putlar
yıkılmadan diğer putların yıkılması çok önemli olmayacaktır. Şirki gönül ve
kafalardan yıkmak için, niyet ve bakış açısının değiştirilmesi gerekmektedir.

Bu nedenle, şirkten vazgeçip tevhide yönelen
insanın yaşadığı büyük değişim, öncelikle kalpte ve zihinde meydana gelir. Dış
görünüm olarak belki eski yaşamının bazı ögelerini devam ettirse bile, tamamen
farklı bir bakış açısına ve kavrayışa sahip olur muvahhid insan. Eskiden
atalarından gördüklerine, kendi tutkularına, birtakım insanların fikirlerine
göre düzenlediği hayatını, şimdi sadece Allah'ın kitabına göre ve sadece O'nun
rızâsı için düzenler. Böylece binlerce küçük ve sahte ilâha kulluk etmeyi,
onları memnun etmek için uğraşmayı bırakarak, "birbirinden ayrı rabler mi
daha hayırlıdır, yoksa Kahhar olan bir tek Allah mı?" (12/Yûsuf, 39) diyen
Hz. Yûsuf gibi, sadece kendisini Yaratan'a teslim olur.

[1]

"Andolsun biz İbrâhim'e daha önce rüşdünü
vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip
tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?' demişti. Dediler ki: ‘Biz
babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.' ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da
açık bir sapıklık içindesiniz' dedi. Dediler ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin,
yoksa sen oyunbazlardan biri misin?' ‘Hayır' dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı
göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şâhitlik edenlerdenim. Allah'a yemin
ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!'
Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki
ona müracaat ederler diye. ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o,
zâlimlerden biridir' dediler. (Bir kısmı:) ‘Bunları diline dolayan bir genç
duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş' dediler. O halde, dediler, ‘onu hemen
insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler.' ‘Bunu ilâhlarımıza sen
mi yaptın ey İbrâhim?' dediler. ‘Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi
onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!' dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına
dönüp (kendi kendilerine) ‘zâlimler sizlersiniz, sizler!' dediler. Sonra tekrar
eski inanç ve tartışmalarına döndüler: ‘Sen bunların konuşmadığını pek âlâ
biliyorsun' dediler. İbrâhim: ‘Öyleyse' dedi, ‘Allah'ı bırakıp da, size hiçbir
fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Yuh olsun size ve Allah'ı
bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Siz akıllanmaz mısınız?' (Bir kısmı:) ‘Eğer
iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!' dediler. ‘Ey ateş!
İbrâhim için serinlik ve esenlik ol!' dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak
istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Biz,
onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye
ulaştırdık." (21/Enbiyâ, 51-71)

Hz. İbrâhim'in putçularla mücâdelesi ve putları
devirmesi Sâffât sûresinde de şu şekilde anlatılır: "Şüphesiz İbrâhim de onun
(Nuh'un) milletinden idi. Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi. Hani o, babasına
ve kavmine: ‘Siz kime kulluk ediyorsunuz?' demişti. ‘Allah'tan başka birtakım
uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz? O halde, âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz
nedir?' (Hz. İbrâhim'in kavmi, yıldızlara bakar, onlarla kâhinlik yaparlardı.
Bir bayram günü İbrâhim'e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini
söylediler.) Bunun üzerine İbrâhim yıldızlara şöyle bir baktı. ‘Ben hastayım'
dedi. Ona arkalarını dönüp gittiler. Yavaşça (kavmin) putlarının yanına vardı.
(Oraya konmuş çelenkleri, yemekleri görünce:) ‘Yemiyor musunuz? Neden
konuşmuyorsunuz?' dedi. Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp
geçirdi). (Putperestler) koşarak İbrâhim'e geldiler. (Neden putları kırdığını
sordular.) İbrâhim: ‘Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?! Oysa ki sizi ve
yapmakta olduklarınızı Allah yarattı' dedi. ‘Onun için bir bina yapın ve derhal
onu ateşe atın!' dediler. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz
onları alçaklardan kıldık." (37/Sâffât, 83-98)

Ve Rasûlullah: Yegâne önderimiz Rasûlullah
(s.a.s.), put kıran bir peygamber babanın, put kıran bir peygamber oğludur. Tek
başına bir ümmet olan İbrâhim (a.s.), put kıran bir peygamber idi. O babanın
oğlu, yani onun neslinden olan Rasûlullah da, put kıran bir Peygamberdir.
Rasûlullah, hem kalplerdeki, hem beyinlerdeki putları ve putlaşmış fikirleri,
akîdeleri kırıp parçalamış, hem de müşrik putperestlerin kendi elleriyle yapıp
meydanlara diktikten sonra tapınılan put heykelleri paramparça edip kırmıştır.
Rasûlullah, hem putçu ideolojileri ortadan kaldırmış, hem de tapınılan ve
putlaştırılan şeyleri yok etmişti.

Gerek içteki, gerekse dıştaki putları kırmak ile
vazifeli olan Rasûlullah'ın, müşrik tâğutların egemen olduğu ve bir dâru'ş-şirk
haline getirdikleri tevhidin merkezi Mekke'deki bir uygulaması şöyledir: (Bu
uygulama, Rasûlullah'ın hicret edeceği sırada gündeme gelmiştir.) Emîru'l-Mü'minîn
İmam Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) anlatıyor: "Ben ve Peygamber (s.a.s.) yürüdük,
nihâyet Kâbe'ye vardık. Bana: "otur!" dedi. Oturdum, omuzuma çıktı,
yukarıya kaldırmak istedim. Benim güçsüzlüğümü görünce, indi ve: "Sen, benim
omuzuma çık!" dedi. Omuzuna çıktım, beni kaldırdı, bana öyle bir hal geldi
ki, istersem göğe kadar yükselebileceğimi sandım. Nihâyet Beyt'in üstüne çıktım.
Bakır ve altından yapılmış birçok heykellerle karşılaştım. Beyt'in sağından,
solundan, önünden ve arkasından onları toplayıp bir araya getirdim. Hepsini
topladığımda bana, şöyle buyurdu: "Şimdi onları bir bir aşağıya fırlatıp at!"
Fırlatıp attım, cam bardaklar gibi kırılıp parça parça oldular. Sonra indim.
İnsanlardan birinin bizi görmesinden korktuğumuz için koşarak evlerin ötesine
kaçtık, kaybolduk." (Ahmed bin Hanbel, 1/84; Rûdânî, Cem'u'l-Fevâid: Büyük Hadis
Külliyatı, c. 3, s. 259, hadis no: 6396-6398; İslâm Tarihi, Mekke Devri, M. Âsım
Köksal, c. 6, s. 149)

Olayı anlatan Hz. Ali (r.a.)'nin ifadelerine
dikkat edilecek olursa, bu put kırma hareketi çok gizli yapılmış, gerekli
önlemler alınıp en müsait zaman seçilmiş, olay gerçekleştikten hemen sonra
koşarak evlerin arasında kaybolup olay yerinden uzaklaşılmıştır. Hatta İmam
Ali'nin ifadesiyle, "insanlardan birinin bizi görmesinden korktuğumuz için
koşarak evlerin ötesine kaçtık, kaybolduk." Bu korku, tedbir mâhiyetinde bir
endişe idi ki, tabiî ve fıtrîdir. Yoksa korkunun adı tedbir olmuş değildi. Yine
dikkat edilecek olursa, tüm ihtimaller düşünülerek ve tedbirler alınarak olay
gerçekleşmiştir. Müşrik tâğutların egemenliğindeki Mekke'de örnek bir put kırma
olayını gerçekleştiren önderimiz Rasûlullah, birkaç yıl sonra fethedilen
Mekke'de, gerek Kâbe'nin içinde ve üstünde, gerekse Kâbe'nin etrafında, yani
Harem-i Şerif'teki bütün putları kıracaktı.

Abdullah bin Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.s.), Mekke'nin fethi günü Kâbe'nin avlusuna girdi. Kâbe'nin
etrafında İbâdet için dikilmiş üç yüz altmış put vardı. Rasûlullah, elindeki
deynekle bu putlara dürtmeye başladı (onunla dokunduğu her put, yüz üstü
düşüyordu) ve şu âyetleri okuyordu: "Hak geldi, bâtıl yok oldu." (17/İsrâ,
81) "Hak geldi, bâtıl ise, ne (bir şey) ortaya çıkarabilir, ne geri
getirebilir." (34/Sebe', 49) (Buhârî, Meğâzî, B. 50, hadis: 294; Müslim,
Cihad ve's-Siyer, B. 32, hadis: 87; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, B. 18, hadis no:
3345)

[2]

Ebû'l-Heyâc el-Esedî anlatıyor: "Bana Hz. Ali
(r.a.): 'Rasûlullah (s.a.s.)'ın beni göndermiş olduğu şeye ben de seni
göndereyim mi?' diye sordu ve Rasûlullah'ın kendisene: "Haydi git, kırıp
dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!" buyurduğunu söyledi."
(Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 72; Nesâî, Cenâiz 99)

Hz. İbrâhim'in putperestlerin yüzüne
haykırdığını, çağdaş putçulara biz de tekrarlıyoruz: "Yuh olsun size ve
Allah'tan başka taptıklarınıza! Siz aklınızı kullanmaz mısınız?" (21/Enbiyâ,
67)


[1] Harun
Yahya, Şirk, s. 90, 92


[2]
Kul Sadi Yüksel, Selefin İzinde, s. 215-219