Fecir | Konular | Kitaplar

Hüküm

Hüküm



Hüküm:



 

"Hükm" kelimesinin sözlük anlamı, yargı ve
yargıda bulunmak, hükmetmek, karar vermek, idare etmek, ata gem vurmak demektir.
Hakkında âyet ve hadis olan itikada ve ibâdete ait bütün prensiplere "hüküm"
denilir. Hükmün çoğulu "ahkâm"dır. Ayrıca, hâkimlik, âmirlik, tesir gücüne sahip
olma gibi anlamlarda da kullanılır. Emir ve irâde demektir. Gerçekte hüküm,
kelime anlamıyla önlemek, engel olmak, menetmek anlamındadır; hâkim kelimesi de
haksızlığa engel olan demektir. Bir şeyin iyice araştırılıp soruşturulmasından
sonra verilen karara "hüküm" denir. Mahkemelerde hâkimlerin verdiği karar gibi;
filan adam, "bu konuda şöyle hükmetti", "falancanın hükmü şöyledir" denilir.
Sözü geçmek, hükmünü yürütmek, kuvvetli ve güç sahibi olmak anlamlarına da
gelir. Bu mânâda; "Allah'ın dediği olur" anlamında "Allah'ın hükmü her şeye
geçerlidir" deriz. 

Kur'ân-ı Kerim'de, insan fiilleriyle ilgili beş
yüz kadar âyet vardır. Bunlara "ahkâm âyetleri" denmektedir. Peygamberimizin,
ahlâk, öğüt, âhiret, ibâdet, muâmelât (insan ilişkileri) ve ukubat (cezalar) ile
ilgili hadislerine de "hüküm-ahkâm hadisleri" adı verilir.

Bir konuda Allah'ın bir hükmü varsa ve O'nu
gerek Kur'an'la, gerek peygamberi ile bize bildirmişse, insana düşen o hükme
teslim olmak, tüm işlerinde Allah'ın hükmünü uygulamaktır. Allah'ın hükümleri
dışındakilere "câhiliyye hükmü" denir. Mü'minler, câhiliyye ile hükmetmezler (5/Mâide,
50). İman edenler, dinî hükümlere teslim olurlar, bir konuyla ilgili veya
insanlar hakkında hüküm verme durumunda olurlarsa, adâletle hükmederler (4/Nisâ,
58). Fıkıh Usûlüne göre hüküm, mükelleflerin (yükümlülerin) fiillerine bağlanan
şer'î özelliktir.  Şer'î hükmün kaynağı da yalnızca Allah'tır. Hüküm Allah'tan
kaynaklandığı için Allah'ın güzel isimlerinden biri el-Hakem, biri de
el-Hakîm'dir.

Sünnetullah gereği, insanlar toplum halinde
yaşamak durumundadırlar. Cemiyetin düzeni ise, birtakım emirlerin ve hükümlerin
çevresinde teşekkül eder. Bu noktada karşımıza; "hüküm nedir? Hükmetme hakkı
kime aittir?" gibi sualler çıkacaktır.   Araplar, atı gemlemeye de hukm
derler. Dolayısıyla "hukm"ün "zapt u rabt altına alıp terbiye etme, boyun
eğdirme" mânâsı sözkonusudur. Hâkim, mahkeme, hakem gibi günümüzde sık sık
kullanılan kelimeler, aynı kökten gelir. Hüküm sahibi denildiği zaman, Türkçede
kullanıldığı şekliyle, "hâkimiyet ve egemenlik" kelimeleri gündeme girer.
"Hâkimiyet kayıtsız, şartsız ulusundur" sloganında; yönetme ve hüküm koyma
hakkının kime ait olduğu noktasında bir tercih vardır. Bu tercih, "ulusun
gücünün üstünde, hiçbir gücün olmadığı" iddia ve ifadesidir. İslâmî ıstılahta;
"mükellefin fiillerine iktiza eden hitab-ı İlâhînin eserine hüküm denilir"
şeklinde tarif edilmiştir. 

Kur'ân-ı Kerim'de, "(Ve şu emri indirdik:)
İnsanlar arasında Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmet! Sakın onların
(insanların) hevâ ve heveslerine uyma" (5/Mâide, 49) emri verilmiştir.
Dolayısıyla hiç kimsenin, Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve o
hükümlerin yerine geçmek üzere hüküm koyma hakkı yoktur. İnsanların hevâ ve
heveslerinden kaynaklanan hükümlere câhiliyye hükmü denilmiştir. Müslüman,
kayıtsız şartsız olarak, Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerine tâbi olan kimsedir.
"Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Rasûlü'ne çağrıldıkları zaman,
iman edenlerin sözü, ancak ‘işittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte asıl
murâdına erenler bunlardır." (24/Nûr, 51) Arzularını İslâm'a tâbi kılmayan
kimselerin iman iddiaları bir vehimden ibarettir. Zira Rasûl-i Ekrem şöyle
buyurmuştur: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, arzusunu
İslâm'a tâbi kılmayan kimse iman etmiş olmaz." (İbn Kesir, III/490)

Kur'an'da "Dinde zorlama yoktur. Hakikat,
iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp da Allah'a
iman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır.
Allah, hakkıyla işiten ve her şeyi kemâliyle bilendir." (2/Bakara, 256)
hükmü beyan buyrulmuştur. Dolayısıyla insan için iki yol mevcuttur. Birincisi:
Allah'a iman etmek ve hayatını İslâmî hükümlere göre  düzene koymak. İkincisi:
Tâğuta kalben teslim olup, hevâ ve heveslere göre yaşamak. Bu iki yolun dışında,
üçüncü bir yoldan söz etmek mümkün değildir. Tâğut kelimesi, tuğyan etmek
(azgınlaşarak isyan etmek) mânâsınadır.  Kendisi  için  tayin edilmiş olan
sınırın dışına taşan her şey tâğuttur. İslâmî ıstılahta; Allah'ın indirdiği
hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hüküm koyan her güce
tâğut ismi verilmiştir. Tâğut, sapıklıkta önderlik (liderlik) eden herkese
şâmildir. Tâğutî güçlerin icad ettiği hükümlere câhiliyye hükümleri demek
mümkündür. Nitekim Kur'an'da; "Onlar, hâlâ câhiliyye (devri)nin hükmünü mü
arıyorlar? Şüphesiz, yakîn sahibi (gerçek iman ve ilim sahibi) bir kavim
indinde, hükmedici olarak Allah'tan daha güzel kim vardır?" (5/Mâide, 50)
buyrulmuştur. Câhiliyye devrinin hükmünden maksat, "darü'n-nedve" isimli
mecliste, insanların hevâ ve heveslerinden (ideolojilerinden) yola çıkılarak
hazırlanan ve bütün zümreleri bağlayıcı olan kanunlardır. Hz. Adem'den itibaren
bütün peygamberler, insanları, Allah'ın emirlerine ve hükümlerine göre yaşamaya
dâvet etmişlerdir. Bu dâvet, peygamberlerin vârisleri olan âlimler tarafından
kıyâmete kadar devam edecektir. Kur'an'da Hz. Yusuf kıssası beyan edilirken
bütün insanlığa şu hatırlatma yapılmıştır: "Sizin Allah'ı bırakıp da
taptıklarınız kendinizin ve atalarınızın takmış olduğu (kuru) isimlerden başkası
değildir. Allah bunlara hiçbir hüccet indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a
mahsustur (ondan başkasına ait değildir). Allah, kendisinden gayrisine ibâdet
etmenizi emretmemiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu
bilmezler." (12/Yûsuf, 40)

Hüküm ve emir, Allah'a mahsustur. Hesap gününü
düşünen her insan yeryüzünde, Allah'ın emirlerini tebliğ ve hükümlerini infaza
memur kılındığını asla unutmamalıdır. Kur'an'da, "Allah, hükmedenlerin en
güzel hükmedeni değil midir?" (95/Tîn, 8) denilmektedir. Allah, mutlak hüküm
koyucu, hükmeden, hükmünü geçirendir. (Y. Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s.
188-191)