Fecir | Konular | Kitaplar

Kâhin

Kâhin



Kâhin:



 

İsrail oğullarında ve bazı başka bâtıl din
mensuplarında gâipten haber verme, gelecekle ilgili şeyleri bilme iddiasında
bulunan kimse. Gaybden haber veren kimselere verilen vasıf. Cin, yıldız ve bazı
tılsımlara dayanarak gelecekten haber vermeye çalışan kimselere verilen isim,
kehânet yapan kimse. Kehânet: Sonradan olacak şeyleri haber verme,
kâhinlik.

Falcılara, bakıcılara, gaibten haber veren
kimselere verilen isim Falcılık, bakıcılık sanatına da "kehânet" denilir. Kâhin
kelimesi arapça bir kelime olup çoğulu "kehene" veya "kühhân" dır.

İslâm'ın tebliğinden önce kâhinler geleceğe
yönelik bazı bilgileri haber verirler, kâinattaki gizli sırları bildiklerini
iddia ederlerdi.

Kâhinlerin câhiliyye toplumu içinde önemli
yerleri vardı. Onlara bazı hususlar sorulur, düşünceleri alınırdı. Her kabilenin
bir şâiri bir hatibi olduğu gibi, bir kâhini de olurdu. Kâhinler, insanlar
arasından anlaşmazlıkları çözümler, rüyaların yorumunu yapar, işlenen suçların
fâillerini belirlerler, hırsızlık olaylarını açığa çıkarırlardı.

Kâhinler, genellikle kabilenin ileri gelenleri
arasından olurdu. Kâhinllik babadan oğula da geçebilirdi. Kabilenin efendisi
aynı zamanda kâhini de olabiliyordu.

Gâibi yalnız Allah bilir. Yaratıkların gâibi
bilme iddiası kehânetten başka bir şey değildir. Sihir yapmak, yıldızlardan
hüküm çıkarmak, fal oklarına inanmak (el-Mâide. 3/90) İslâm tarafından
yasaklanmıştır.

Kâhinlerin yardımcıları şeytanlardır. Şeytanlar,
gökyüzündeki meleklerin konuşmalarına kulak misafiri olur, aldıkları bilgileri
kahinlere ulaştırırlardı. Kâhinler de bu bilgileri değişik kılık ve kalıplara
sokarak insanlara aktarırlardı.

Gökyüzü meleklerin koruması altına alınmış;
şeytanların meleklere yaklaşması engellenmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de bu durum
şöyle açıklanmaktadır: "Biz yakın göğü bir ziynetle, yıldızlarla süsledik. Ve
(göğü), itaat dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için (yıldızlarla
donattık). Onlar, (şeytanlar), Mele-i A'lâyı (melekler topluluğunu)
dinleyemezler; her taraftan atılırlar, kovulurlar. Onlar için sürekli bir azâb
vardır. Yalnız (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delici
bir alev takib eder" (es-Sâffat, 37/6-10)

Bu konuyla ilgili olarak ibn Abbas (r.a.) şöyle
buyurmaktadır: "Melekler buluttan inerler, işlerini kendi aralarında görüşürler.
Bu arada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar. İşittiklerini kâhinlere gizlice
ulaştırırlar. Bu haberlerle beraber kendileri de yüzlerce yalan uydururlar" (Ahmed
b. Hanbel, I, 274).

Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen âyetler, hadisi
şeriflerle daha bir açıklık kazanıyor. Olay daha iyi bir biçimde aydınlanıyor.

Kâhinler, anlatımlarında genellikle şairâneliği,
kısa ve özlü konuşmaları, secili kelimeleri tercih ederler. Peygamberimizin bir
hadisinde bu konuya işaret edilmiş ve şöyle bir olay anlatılmıştır. Hüzeyl
kabilesinden iki kadın birbirleriyle kavga ederler. Birisi diğerine taş atar.
Kendisine taş atılan kadın hâmile olup, karnındaki çocuğunu kaybeder Olay
peygamberimize anlatılır. Peygamberimiz de kadının ölen çocuğunun diyetinin
ödenmesine karar verir. Suçlu kadının velisi duruma itiraz eder: "Ya Rasûlallah!
Henüz yemeyen, içmeyen, söz söylemeyen, sayha etmeyen çocuğun diyetiyle nasıl
mahkum olurum. Bunun benzeri hüküm batıl olur" der. Peygamberimiz, adamın seçili
konuşmasına dikkat çekerek onun hakkında "bu adam kâhinler zümresindendir"
buyurur (Buhârî, Tıbb, 46; Müslim, Kasâme, 36; Ebû Dâvud, Diyât, 19).

Sihirbazlık, remilcilik, müneccimlik, kahinliği
birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Bunlar, her ne kadar birbirlerine yakın
şeylerse de aralarında farklılıklar vardır. İslâm dini bunların hepsini
reddetmiş ve yasaklamıştır.

Kâhin bir meseleye hükmederken, vereceği karara
razı olmaları için her iki taraftan teminat (ücret) alırdı. Kâhinin kararı kesin
olmasına rağmen, yerine getirilmesi zorunlu değildi. Haliyle bu karar örfî
hukukun (töre hukukunun) belirlediği bir karardır. Örfi hukukun belirlemesinde
mal ve oğulların etkisini düşünürsek, kâhinin vereceği hükümlerin kimin yararına
olduğu ortaya çıkar. Çünkü, Kâhin yaptığına karşılık ücret alırdı. Mal ve
oğulları daha çok olanın vereceği ücretin fazla olacağı bellidir. Böylece ezilen
insanlar yine malum, yine mahkumdur. Zâlimler zulümlerini meşrulaştıran
kurumları çağlar boyu sistemli bir şekilde geliştirmişlerdir. Bu kurumlar
asırlar önce nasıl bir işlev görüyorsa, simdi de aynı işlevi görmektedirler.
(Cemil Çiftçi, Şamil İsl. Ans.)