Fecir | Konular | Kitaplar

Örf ve Âdet

Örf ve Âdet



Örf ve Âdet:



 

Örf, kanun olmadığı halde, halk tarafından
alışkanlık olarak uyulan, bulunulan yere ve hallerin icabına göre şekillenenakla
aykırı olmayan, dince kötü karşılanmayan davranış, töre ve âdettir. Âdet de,
halkın devam edegeldiği davranışlardır. Belirli bir şuur belirtmez, nesilden
nesile devredilir. Kâmil imana ulaşamamış herinsan, çevre şartlarından
etkilenir. Kısa bir sore sonra alışkanlıklar, din haline geliverir. "Biz bize
benzeriz" sözündeki mâhiyet budur. İslâm ulemâsı örf ve âdeti; "Akl-ı selîmin
üzerinde ittifak ettiği ve halkın devam edegeldiği şeylerdi ki, birçok kere
tekrar olunur" şeklinde tarif etmiştir. Ayrıca, örf ve âdette dikkat edilecek
husus; "şer'an ve alken müstahsen (güzel) olması, selim aklı sahipleri yanında
münker olmamasıdır." Tariflere dikkat edersek, örf ve âdetin oluşmasında emir
sahiplerinin (otoritenin) etkisini hemen kavrarız. Şöyle ki: Şer'an ve alken
müstahsen olan bir hususu halkı îfâ edebilmesi, emir sahiplerinin onu
yasaklaması ile yakından ilgilidir. Âdet, halkın bilinçsizce yapageldiği, eski
nesillerden devraldığı davranışlar olduğundan, eğer emir sahipleri müdâhale
ederse, kesinti ortaya çıkar. Meselâ, Osmanlı Devletinde II. Mahmud döneminde,
halkın kıyâfeti değiştirilmiştir. Sarık çıkartılmış, fes esas alınmış, şalvar
çıkarılmış, setre pantolona geçilmiştir. Bu âdete müdâhale, II. Mahmud'a "Gâvur
Padişah" sıfatının takılmasına sebep olmuştur. Ulemâ fes'in şiddetle
karşısındadır. Cumhuriyet döneminde bu defa fes'in çıkarılıp fötr şapka
giyilmesi korkunç tepkiyle karşılanmıştır. Ancak, her devirde, mesele ancak
ulemâ arasında ilmî olarak tartışılmış, halk da, âdetlerinin bozulmasına
üzülmüştür.

Demokratik laik toplumlarda örf ve âdetin,
"meclislerin çıkaracağı kanunlarla şekil değiştireceği" ifâdesi pek de abartılı
olmaz. Çünkü siyasî yönetim, hükümlerini uyguladığı sürece ayakta kalır. Halkın
bir kısmı isteyerek, bir kısmı da kerhen, meclislerin hükümlerine uyar. Halkın
devam edegeldiği birçok davranış, kanunen suç olmamak zorundadır. İşte bu,
cemiyetin şahsiyetinin, anayasa ve kanunların çizgisinde yeniden teşekkül
etmesidir. 1924'ten itibaren örf ve âdetler, yeni mâhiyetler kazanmıştır. Çünkü
selim akıl sahiplerini, şer'an ve alken güzel olup olmadığı hususunda tartışma
yapmaları mümkün değildir. Bu noktada herhangi bir meseleyi tartışırken
"atalarımızdan böyle gördük" deyip, haklı çıkmaya çalışmak yanlıştır. Zira şu
anda örf ve âdetle değil, alışkanlıklarla karşı karşıyayız (Y. Kerimoğlu,
Kelimeler Kavramlar, s. 278-279).