Fecir | Konular | Kitaplar

Uğursuzluk

Uğursuzluk



Uğursuzluk:



 

Hurâfe ve bâtıl inanışların, yanlış kabullerin,
doğrudan kaçışların cirit attığı tevhid bilincinden mahrum bir toplumda bazı
şeylerin uğuruna, bir çok şeyin de uğursuzluğuna hükmedileceği ve değer
kargaşasına düşüleceği gâyet doğaldır. İçinde yaşadığımız toplulumda ne
uğursuzluk vehimleri yok ki?! Evden çıkınca kedi ya da köpek görmek, köpek
uluması, baykuş ötmesi, 13 rakamı, elden sabun ve makas almanın ayrılık
getireceği gibi nice anlayışlar, uğursuz yerler, zamanlar, kişiler ve eşyalar...
Kuş uçurup veya ürkütüp gittikleri yöne göre hüküm çıkarmak, bacanın veya
sigaranın dumanının çıkışına ve gidiş yerine göre yorumlara girmek ve daha neler
neler...

Hatırladıkça, saydıkça insana bunaltı veren bu
tevhide ters yanlış ve uydurmaların günümüzde de hatta tesirini artırarak
yaşaması, toplumun çoğu kesimini etkisine alması karşısında, sığınılacak yer
Kur'an ve Sünnet olacaktır. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Uğursuzluk diye bir şey yoktur!" (Buhârî, Tıb 19, 25, 43-45; Müslim, Selâm
102). Kadın, ev ve binekte uğursuzluk bulunabileceğine dair bir rivâyeti Hz.
Âişe vâlidemiz; "Câhiliyye Arapları bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna inanırlardı"
demektir, diye katılmadığını kesin bir şekilde ortaya koymuştur. "Uğursuzluk
vehmiyle hiçbir niyet edilen işten geri dönülmemesi gerektiği" Taberânî'nin
rivâyet ettiği bir hadiste yer almaktadır. Halk arasında günlük konuşmalarda
duyduğumuz "uğurlu geldi", "uğursuz geldi", "aramızda uğursuz biri var" gibi
sözler ve hükümler birer zan ve vehimdir. O şeyin veya olayın aslında uğurlu
veya uğursuz olduğunu göstermez. Hiçbir şey doğuştan uğursuz değildir.
Uğursuzluk varsa, bu, kişilerin yorumunda ve anlayışında aranmalıdır.           

Uğursuzluk anlayışı, birçokları gibi İslâm'a
başka inanç sistemlerinden girmiştir. Dolayısıyla müslümanların İslâmî hiçbir
esasa dayanmayan ve Peygamberimiz tarafından "yoktur!" diye beyan
buyrulan uğursuzluk hurâfesine iltifat etmemeleri, aydınlık ufuklarını
karartmamaları, hüsn-i zan ve iyimser özelliklerini yitirmemeleri, zihnî ve
imanî sâfiyetlerini bozmamaları gerekir. Hurâfeler ve bâtıl inanışlarla sıkıntı
ve evhamdan başka bir yere varılamaz.