Fecir | Konular | Kitaplar

Atalar Kültü; Sosyal Çevre ve Geleneğin Putlaştırılması Sosyal Çevre

Atalar Kültü



Atalar Kültü; Sosyal Çevre ve Geleneğin
Putlaştırılması
 
Sosyal Çevre:
 
İnsan, her türlü zihinsel ve
duygusal yapıya sahip olarak gelişmeye hazır bir vaziyette dünyaya gelir. Bu
gelişim sürecini devam ettirebilmek için toplum içerisinde yaşamak ve diğer
insanlardan faydalanmak zorundadır. Bu yönüyle toplumsal bir varlık olarak
değerlendirilen insan; inancını, bakış açısını, her türlü değer yargısını,
kimlik ve kişiliğini içinde yaşadığı toplumdan alır. Fakat belirli bir noktaya
gelindiğinde toplum, insanın benliğini, irâdesini, idrâkini kuşatır, âdeta esir
alır, hapseder. İnsanın, toplumun koyduğu normları aşabilmesi bir mesele haline
gelir. Zira toplumlar kendi normlarını bireylere benimsetmek onların düşünce,
inanç ve davranışlarını yönlendirmek ister. Bu, toplumun putlaşması demektir.

Toplum, binlerce yıllık
birikimini, tecrübelerini, örf ve âdetlerini, inançlarını, değer yargılarını
bireylere aktardıktan sonra, bu sosyal değer ve normların eleştirilmesine
tahammül edemez, kendine mensup bireylerden mutlak itaat bekler. Bu normlar
karşısında şüpheye düşülmesini bile istemez. Sosyal çevre, insanın her yönüyle
gelişimine uygun bir ortam olmakla birlikte, belli bir aşamadan sonra yetersiz
kalmakta, hatta fertlere alternatif tanımadığı zaman da zararlı olmaktadır. Hür
düşünme ve araştırma imkânlarını ortadan kaldıran toplumsal çevre baskısı,
hiçbir zaman hoş karşılanmamaktadır.
Kur'an kültürüne dayalı bir
perspektiften baktığımızda, yapılarına göre iki tür toplumun varlığından söz
edebiliriz. Biri normları İlâhî öğretiye dayalı toplumlar (İslâmî toplum/ümmet),
diğeri normları câhilî öğretiye dayalı toplumlar (câhiliye). Câhiliye
toplumlarında insanı doğruluktan, iyilikten, güzellikten uzaklaştırıcı bir baskı
vardır. İşte böylesi toplumlarda toplumun yanlışlığına rağmen doğruyu görmek,
toplumun kötülüğüne ve çirkinliğine rağmen iyiyi ve güzeli tercih etmek, söz
konusu topluma ve toplumsal değerlere karşı çıkmayı, baskılara göğüs germeyi
gerektirir. Ayrıca kişiliğini içinde bulunduğu toplumla özdeşleştirmiş kimseler
için böyle bir durum geçerli değildir. Bunlar için, içinde yaşadıkları toplumu
reddetmek kendi kişiliğini reddetmek gibi imkânsızdır. Bu tip insanlar İlâhî bir
mesajla, hak sözle karşılaştıklarında kendilerine göre bir değerlendirme yapma
yeteneklerini işlevsiz hale getirmişlerdir. Böyle bir durumda zihinlerinin ilk
çağrıştırdığı şey, içinde yaşadıkları toplumun yaklaşımlarıdır. Doğru da olsa
yanlış da olsa toplumun reddettiği her şey, toplumun bireylerince kabul
edilemezdir; bu toplumun yazılı olmayan yasasıdır/nassıdır.
Hak bir sözle, İlâhî bir
mesajla câhiliye toplumunun karşısına çıkanlar şu tür sorulara muhâtap olurlar:
"Bu kadar insan bilmiyor da sen mi biliyorsun? Bunca insan yanlış yolda da, sen
mi doğru yoldasın, yani bu kadar insan aldatıldığının farkında değil de, bunu
bir sen mi farkettin? Daha senin yaşın kaç? Biz bu yaşa kadar atalarımızdan buna
benzer bir şey duymadık, böyle bir şey görmedik..."
Evet, bu kimselerin anlayışına
göre iyi ve doğru, çoğunluğun kabul ettikleridir. Peki nedir çoğunluğun
özellikleri? Kur'ân-ı Kerim, çoğunluğun "yoldan çıkmış, fısk ehli"[1],
"vahiy bilgisine karşı ilgisiz"[2],
"Allah'ın verdiği sayısız nimetlere nankörlük eden"[3]
ve "kâfir"[4]
kimseler olduğunu belirtir.
"Muhakkak ki Biz, bu
Kur'an'da insanlara her türlü misali, çeşitli şekillerde anlattık. Yine de
insanların çoğu küfürden/inkârcılıktan başkasını kabullenmediler." (İsrâ:
17/89)
"Andolsun ki eski
milletlerin çoğu dalâlete düştü." (Sâffât: 37/71)
"Sen iman etmelerine düşkün
olsan bile yine de insanların çoğu iman edecek değillerdir." (Yûsuf: 12/103)

"Elif Lâm Mîm Râ, Bunlar
Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu
iman etmezler." (Ra'd: 13/1)
Kur'an ölçülerine göre itikadî
ve ahlâkî açıdan olumsuz kimlik taşıyan, normları câhiliye esaslarına göre
belirlenmiş toplumlar, çoğunluğun câhil, gâfil ve kâfir olması sebebiyle
insanları Hak yoldan saptırabilecek bir etkinliğe sahiptir. Yüce Allah konu
üzerinde mü'minlerin dikkatini çekecek uyarılarda bulunur:
"Yeryüzünde bulunanların
çoğuna uyacak olursan; seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka
bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." (En'âm: 6/116).
Bu âyet, aynı zamanda, hakkın
tek, bâtılların ise birden fazla olduğuna, yerküre üzerinde yaşayanların
çoğunluğunun da kâfirler topluluğuna mensup olduğuna işaret eder. İnsanın bâtıl
inançlara mensup toplumla etkileşiminden genellikle bâtıl inançlar doğar. Her
insanda çoğunluğa ayak uydurma, çoğunluğun beğenisini kazanma eğilimi, çoğunluk
tarafından dışlanma korkusu vardır. İnsanın içerisinde yaşadığı toplum inanç
açısından Tevhid üzere ise, toplumun yapacağı etkileme olumlu olur. Fakat toplum
dalâlet ehli insanlardan oluşuyorsa etkileşim de bu doğrultuda olacağından,
dalâlet ehli toplum, inkâr motivi işlevini görür. Bu durumda İslâm, çoğunluğun
değer yargılarına değil, Kur'an öğretilerine itibar etmeyi öngörür.
Bireyin kimlik ve kişiliğinin
oluşmasında çoğunluğun, yani sosyal çevrenin rolü inkâr edilemez. Sosyal çevre,
doğrudan doğruya olmasa bile, dolaylı olarak etkide bulunur. İslâmî açıdan bozuk
bir çevre, öncelikle ruhu bozar. Ve bozulan ruhî ortamda, kutsal duyguların,
yüce düşüncelerin gelişimi zayıflar, âdi düşünceler güçlenir, bayağı duygular
revaç bulur. Böyle bir ortamda kişinin inkâra  düşmesi kolaylaşır. Hatta olumsuz
sosyal çevre, bireyin inkârcılığının bir motivi olur.

[5]  




 



[1]
Mâide: 5/59; A'râf: 7/102; Tevbe: 9/8.



[2]
A'râf: 7/187; Yûsuf: 12/21; Rûm: 30/6; Sebe': 34/28.



[3]
Bakara: 2/243; A'râf: 7/17; Yûsuf: 12/38; Mü'min: 40/61.



[4]
Yûsuf: 12/103; Ra'd: 13/1; İsrâ: 17/89.



[5]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.