Fecir | Konular | Kitaplar

Rükû ve Düşündürdükleri

Rükû ve Düşündürdükleri




Rükû ve
Düşündürdükleri           

 
Rukû' yapmak, şüphesiz ki
mü'minler için son derece önemli bir iman borcudur ve mü'min olmalarının
göstergesidir. Mü'minler yalnızca Allah'ın huzurunda rukû' ederek, büyüklüğün ve
yüceliğin, ilâhlığın ve rabliğin sadece O'a ait olduğunu göstermiş olurlar. Bu
ibadet onlar hakkında bir özgürlük ilânıdır. Allah'tan başka herhangi bir gücün
önünde boyun eğmenin yanlışlığını kavramak ve bunu duyurmaktır rükû. Rükû,
insanın ancak Allah'ın önünde eğilerek izzet bulacağını, başka nesnelerin önünde
boyun bükmenin esâret ve zillet olacağını  kendi nefsine ve başkalarına
göstermektir.
Yüce Allah'ın yarattığı vücut
organları, yine Allah'ın yarattığı âciz yaratıkları tâzim etmek için
kullanılamaz. Bu, Yaratıcı'ya karşı nankörlük ve küfür demek olur. Allah'tan
başkasının huzurunda saygıyla divan durulamayacağı gibi, kula kulluk etmek için
rükû ve secdeyi hatırlatan, çağdaş tapınmalar, reveranslarda da bulunulamaz. Bu
tür davranışlar, eşref-i mahlûkat için bir züldür, alçalmadır.
Âlemlerin Rabbi Allah'a
samimiyetle rükû ve secde edenler, Allah'ın dışında hiç bir varlığın, makamın,
çıkarın, gücün önünde boyun eğmezler. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve
şereflerine sahip  olurlar.  İnsanlık  onurlarını  âciz,  güçsüz  ve zorba
karakterli varlıkların önünde harcamazlar. Allah'a gerçek anlamda ve gereği gibi
rükû ve secde eden kul, kula kul olmaktan kurtulur. Mü'min, yalnız yaratıcısı
Allah'ın huzurunda eğilir.
Allah'ın karşısında rükû ve
secde etmeyenler, ancak ‘kibirli', ‘burnu havada' olan kimselerdir. Onlar
Allah'a secde etmeyi gururlarına yediremezler; ama her türlü çıkarın, dünyalık
makamların ve zorba yönetimlerin önünde eğilirler, aşağı bir seviyeye düşerler.
Küçücük bir menfaat için ya da az bir çıkar veya maaş uğruna üstlerine 
süklüm-püklüm olurlar. Allah'ın kendisine rükû ve secde emrinden kaçınanlar,
kula kulluk için emre âmâdedirler. Bunlar, halk deyimiyle "emir kulu"dur;
âmirleri kim olursa olsun, hazırola geçmeye, boyun eğmeye hazırdırlar. Bütün
yaratıklar ve özellikle hayvanlar, aslında her durumda rükû halini
yaşamak-tadırlar. Rükû etmekten kaçınan insan, böylece hayvandan da aşağı
duruma, alçakların alçağına düşmüş olur (7/A'râf, 179; 95/Tîn, 5).
Allah'ın huzurunda eğilmeyen
insan, ne çarşıdaki ne gönlündeki putları devirebilir. Allah'ın önünde eğilmeyen
kimse, küfrün belini bükemez; tâğutun ve şeytanın belini kıramaz.
Rükû, namazdaki bir rükün
olmanın yanında, Allah'a her konuda ve tam manasıyla boyun eğişin somut
şeklidir. Rükûda asıl olan, kalbin bütün ilgilerden arınarak Allah'a yönelmesi,
samimi bir teveccüh ile O'na bağlılığını ve itaatini arzetmesidir. Rükûsu ve
secdesi çok olanlar, yeryüzünü tertemiz mescid haline getirenler, Rablerinin
katında yüceldikçe yücelirler. Allah, kendisi  için tevâzu gösterenleri, rükû
ederek boyun  büken  ve başını secdeye koyanları aziz kılar, yükseltir. Sadece
Allah'ın huzurunda eğilip O'na rükû ve secde edenler, bir anlamda ‘mirac'a
çıkarlar. Zaten namaz mü'minin miracı değil midir?
'Rükû'su ve 'secde'si uzun
tutulan namazlar daha faziletlidir. Bu iki makamda yapılan zikirler, edilen
dualar ve kunutlar kabul edilmeğe daha yakındır.
"Şühedâ göğdesi, bir baksana;
dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez
başlar." (Mehmed Âkif)
Ne mutlu sadece Allah'ın önünde
eğilip rükû ve secde eden, bu davranışıyla insan ve cin şeytanlarını kahredip
onların belini bükmek isteyenlere... Yazıklar olsun tâğutlar önünde basit çıkar
için yaltaklanıp iki büklüm olanlara!