Fecir | Konular | Kitaplar

Sabrın Anlamı Ve Çeşitleri

Sabrın Anlamı Ve Çeşitleri




Sabrın Anlamı Ve
Çeşitleri

 

Lügatta:
Alıkoymak ve bağlanmaktır.

Istılahta:
Nefse haz veren şeyleri terk etmek, kaza ve kaderin tecellilerine karşı
şikayette bulunmamak, elem, belâ ve musibetler karşısında sızlanmamak gibi
mana­larda kullanılmıştır. Peygamber Efendimizin "İmanın ya­rısı" diye tavsif
buyurduğu sabır, mü'minin bütün haya­tını bahara çeviren ve onu mutluluğa boğan
bir haslettir. "Mü'minin her hâli hayret vericidir. Çünkü onun bütün işleri
kendisi için hayırlıdır. Bu yeryüzünde sadece müslümana has bir haslettir. Zira
o sevinirse şükreder, sevap kazanır. Bu onun için hayırlı­dır. Başına belâ
gelirse, sabreder, bu da onun için hayır­lıdır." Umumî manada "hâdiselere belâ,
felâket ve musi­betlere karşı dayanmayı ve dayanıklı bulunma"yı ifâde eden sabır
dört kısımdır:

1- Zihnî faaliyetlerde sabır ve sebat göstermek.



2- Yapmakla mükellef bulunulan ve kanun ile
ha­vale edilen işlerin icra ve ifasında sabırlı olmak.

3- Yasakların ve haramların aldatıcı tuzağına
düş­me­mek için sabretmek.

4- Musibet, belâ ve felâketler karşısında
kaderin hük­müne boyun bükerek teslim olmak.

Bir hadis-i şerifle konuya açıklık getirelim.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Allah (c.c.) buyuruyor ki: Mü'min kulumun
sa­mimi dostlarından birinin ruhunu aldığım zaman üzülür, fakat mükâfatını
Allah'tan beklerse onun için ancak cennet vardır."[1]

Diğer bir hadis-i şerifte; Enes b. Malik
(r.a.)'den Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edil­miş­tir:

"Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüne göredir.
Al­lah (c.c.) bir topluluğu sevdiği zaman, onları muh­telif mu­sibetlerle
imtihan eder. Kim bu musibetleri sa­bırla karşı­larsa Allah Teâlâ ondan hoşnut
olur. Ve kim mu­sibetleri sabır ve tevekkülle karşılamaz isyan ederse o da
Al­lah(c.c.)'ın gazabına müstahak olur."[2]  



Sabır; acıya, sıkıntıya katlanmak, nefse hoş
gelme­yen hâlleri tahammülle karşılamak ve zorluklara da­yanmak demektir. Bunda
insan hayatında karşılaşılan her şey gibi, güçlüklerle yüz yüze gelinmesinin
Al­lah'ın bilgi ve ira­desi dahilinde gerçekleştiğine olan inancı ve vuku bulan
her ne olursa olsun Allah'a tevek­külü bozmamak iradesi te­zahür eder.

Sabreden insan, olayları telâşa kapılmadan ve
mo­ra­lini bozmadan kar­şılamış ve sonunu bekleyerek işleri za­mana bırakmayı
seçmiştir. Dünya hayatının bir sı­navdan ibaret olduğu bilinciyle dav­ranmış ve
her şeyin ancak O'nun izniyle bir hikmet dairesinde cereyan et­tiğine inandığı
için istika­metini korumayı asıl kabul etmiştir. Vuku bulan geçici mahi­yetteki
zorluğa takıla­rak ümitsiz­liğe düşmemiş ve Al­lah'ın inayetine olan itimadını
kay­betmemiştir.

Böylece tabiri caiz ise, kriz zamanında Allah'a
olan teslimiye­tinden şaşmamıştır. Sarsılmış; fakat sürçme­miş­tir. Sabır
tamamen imanın eseridir ve imanın somut an­lamda, bilfiil yaşanarak teyidini
ifâde eden yüksek bir haslettir. Dünya süresince mutlaka gündemde var­dır ve
herkes kesinlikle sabır sınavı geçirecektir. İmanın sadece kuru bir sözden (kavl-ü
mücerret) ibaret olup olmadığı böylece ortaya çıkacaktır. Kur'an-ı Kerim'de:



"Muhakkak ki, Allah sabredenlerle beraberdir.
"[3]

"Sabredenleri müjdele!"
 [4]



"Sabrınıza karşılık selâm size! (Dünya)
yurdun(un) sonu ne güzel! "[5]

buyurulmuş ve daha pek çok yerde sabrın üstün
değe­rine işaret etmiştir.

Günümüzde sabır sadece manevî nedenle gösteril-mez.
İnsanlar artık menfaatleri için bekleyip, so­nuçta ala­cakları mükâfat için
sabrediyorlar. Manevî anlamda sabır sadece birbirine güvenen in­sanlar ara­sında
olu­yor; diğer­lerinin, sonunda sadece maddî çıkar için sab­rettikleri
söylenebi­lir ve bu da genel olarak doğrudur.

Bu farklı değerlendirmelerin yanında sabrın
bizce en önemli ve göz ardı edilen tarafı, tasavvufi bakış açı­sıyla
aydınlanabilir.

Tasavvufta aslolan, günün her anında ve haya­tın
her safhasında Hakk'ı hatırda tutarak, O'nun huzurunday­mışçasına yaşamaktır. Bu
ise, Allah'ı isim ve sıfatla­rıyla her an şuurumuzda diri tutmaya bağlı bir
keyfi­yettir. Resûlullah'ın (ihsan) şeklinde ifâde bu­yurdukları bu Key­fiyetin,
kişilerde tahakku­kuna mani olan duy­gular, ilgi ve alakalar ya geç­mişe ya
geleceğe ya da içinde bulunduğu­muz anda ya­şanan hâdiselere yöne­liktir.

Sabır, gönül ve düşünce dünyamızın geç­mişe ve
ol­muşa takılıp kalmaması ve Al­lah'ı unutmaması için telkin edilen bir
haslettir. Zihnin ve şuurun geç­mişe bağımlılı­ğını ortadan kaldırmak,
demektir.  Biraz evvel meydana gelen hâdise artık ol­muştur (Ok yaydan
fır­lamıştır), ol­muşu film şeridi gibi geri getirip yönünü değiştirmek mümkün
değildir. Öyle ise, onlara hayıf­lanmak ve maziye bağlanmak ve bağlı kalmak
abesle iştigalden başka bir şey değildir.

Pratik hayatta hiçbir faydası olmayan, realitede
de değiştiril­mesi imkansız olan mazinin, kalp ve zihindeki dağıtıcı tesirini
silmek gerekir; zira çoğu zaman insanı isyana sürükleyen şey, geçmişte bitmiş
bir şeydir. Bunlar dikkat ve ilgimizi kendilerine çekerek, bizi Hak'tan gafil
kılar. Sabırla geçmişe sünger çekip, onla­rın faydasız cazi­besinden sıyrılıp,
Hak ile meşgul olmak lazımdır. Bu yüz­den sufî'ye (İbn'ül-Vakt) denilir. Sufî,
geçmiş ve gelecek endişelerini bir tarafa atarak içinde yaşadığı anı, en iyi
şekilde ihya eden ve değerlendi­rendir.

Tasavvuf, ruhun, masivaya kulluğu değil; tam
ter­sine bütün kud­retlerinin Cenab-ı Hakk'a doğru yo­ğunlaşması, zeka ve
iradenin en şiddetli ve en yoğun bir şekilde O'nu elde etmeye çalışması
demektir. Geç­mişte olan şeylerle ilgilenmek, arzularımızı hapse­dip bize rağmen
bizi ken­dine bağlarsa, gafletle sürüklenmiş oluruz. Bir örnek vere­rek konuyu
biraz daha açalım:

"Bahçıvan, elma ağacını yetiştirmek için toprağa
gübre verir, su döker. Alttan fışkıran dalları keser ta ki bütün kuvvet yukarı
dallardaki çiçeklere ve meyvelere gitsin. İşte sabır, ruhun gönlün ve şuurun
maziye doğru dağılımını önlemek ve onları Allah'a yöneltmek demek­tir.

Bu manada âlimlerin şu ifâdele­rini dikkatle
değer­len­direlim:

a- Acı şeyleri kaşlarınızı çatmadan yutunuz.

b- Sabır sanki sıhhatmiş gibi, dert ile
kaynaşarak ya­şamaktır.

c- Hakk'ın huzurunda mütevekkil olunuz, kaş
çat­mayınız ve gücenmeyiniz, onun darbelerini tebessümle karşılayı­nız.

d- Konuşmaksızın ve sızlanmaksızın, darbeler
al­tında eğiliniz.

Burada işaret etmeye çalıştığımız sabır,
yalnızca iba­det ve kullukta kemâl için değil; bir o kadar da yer­yü­zünde
yaşayan insanoğlunun huzur ve mutluluğu için lüzumludur. Geçmişteki olaylara
üzülmenin ve sinir­len­menin getirdiği stres, gerilim ve bunların sebep olduğu
devâsız hastalıklara karşı yegâne ilaç yine de sabrı öğ­renmek ve sa­bırlıca
yaşamaktır. Hayatımızı allak bullak eden şeyler, yaşadığımız hâdiselere karşı
duyduğumuz kaygı ve endişeler değil midir? Bunlar ancak sabırla sili­nebilir.



İmanın efdali sabır ile cömertliktir. Sabır her
işin başı­dır. Sab­redenler zafere nail olurlar. Sabrın iman­daki yeri, başın
cesetteki yeri gibidir. Sahibini cennete idhal eder, sevabı da köle azadından
efdaldir, buyurulmuştur. Sa­bır, gam ve kederlerden kurtulmayı, Allah'tan
bekle­mektir. Bu da amellerin efdali ve âlâsı­dır. Her şeyin bir cevheri vardır;
insanın cevheri akıl, aklın cevheri ise sabırdır. Sa­bır bir nevi nefsi
ovmaktır. Yani bir şey yumu­şatmak için nasıl ovulursa, nefsi de böyle, ıslah
edebilmek ve ondan lazım gelen faydaları elde etmek için ov­maktır. Yani onu
kendi hâline bı­rakmayıp, riyazetlerle Hakk'ın emirlerine inkıyâda ve rızasını
talebe alıştırmaktır. Nefeslerimizi na­sıl ki tabiî olarak, hiç yorulmadan,
zorlan­madan alıp veri­yorsak, sabırla da tıpkı böyle, her şeyi tabiî hâlde
karşıla­malı­yız.

Menfi olan mekruhlardan ve mezmum olan
şey­ler­den kaçınmada zahiren ve batınen sabretmelidir, yani yapmamak için
dayanmalıdır.  Her ne kadar bun­ların iyi olmadığı ilimle bilinirse de sabır
olmadıkça ilim kâfi gelmez. Bu sebepten ilimle sabır birbirlerinden ayrılma­yan
iki refik veya ruh ile ceset gibidir. Yani ruh­suz ceset gibi, cesetsiz ruh da
bir şeye yaramaz, kemâli ikisinin de birleşme­siyle mümkündür. Cenab-ı Allah
(c.c.) bütün peygamberlerine hep sabır tavsiye buyur­muştur.  Onla­rın,
ümmetlerinden görecekleri her türlü meşakkat ve sıkıntıları ancak sabırları
sayesinde yene­cekleri ve kendi nefisleri için değil; Allah için sabret­meleri
gerektiği duyu­rulmuştur.

Seriyy-i Sekati (k.s.) Hazretlerinden sabrın
mahi­yeti sorulmuş, O da lazım gelen malûmatı verirken, ayağını bir akrep
ısırmaya başlamış. Kendisine, efen­dim niçin öldürmüyorsunuz veya
defetmiyorsunuz? denilince:

- Allah'tan haya ederim, hem sabırdan bahsedeyim
hem de bir akrebin ısırmasından dolayı feryat ve figan ede­yim, olacak şey
değildir, demiştir.

Cüneyd (r.a.), Allah Teâlâ Hazretleri'nin
mü'minlere iman ile ikram ettiğini; imanın, mü'minin ziyneti; akılın, imanın
ziyneti, sabırın da aklın ziyneti olduğunu beyan etmiştir.

Şu hâlde sabır, imanda en mühim mevkiyi ihraz
et­miş ola­caktır. Ahlâk umumiyetiyle iki kısımdır. Bir kısmı pey­gamberlerde ve
velilerde olduğu gibi vehbîdir. Allah Teâlâ Hazretleri'nin bir lütuf ve
ihsa­nıdır, onun için on­larda katiyen yorulmadan ve zor­lanmadan tabiî hâliyle
cereyan etmektedir; çünkü onlar bize numune olacaklar­dır. Bu numunelerin her
hâlde noksansız ve en güzel, en iyi şekilde, kemâl derece­sinde olanları
matluptur ve böyle ol­ması tabiîdir. Allah Teâlâ'nın sabırlıları sevmesi ve
on­larla olmanın şere­fiyle bahsetmesi, hangi tada ve lezzete denk olabi­lir.

[6]




 




[1]
  Camiu'l-Usûl, Kitabu's-Sabr, 6/434; Sahîh-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, 6.






[2]
  Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, 57; Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, 23. 






[3]
   Enfâl, 8/46




[4]
   Bakara, 2/155




[5]
   Ra'd, 13/24



[6]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.