Fecir | Konular | Kitaplar

Daveti Allah İçin Yapmak.

Daveti Allah İçin Yapmak

Daveti Allah İçin
Yapmak

Davetçi yaptığı görevine karşılık kimseden bir
üc­ret beklememelidir. Davet ücretle yapılırsa, karşı taraf üzerin­deki etkisini
kaybeder ve ücret karşılığı yapılan bir iş du­rumuna düşmüş olur. Oysaki davet,
peygam­berlerin yap­mış olduğu kutsal bir görevdir.

Onlar yapmış oldukları bu göreve karşılık
kimse­den bir ücret beklememiş, yalnız Allah Teâlâ'nın rıza­sını
gözet­mişlerdir. "Buna karşılık sizden bir ecir iste­miyorum, benim ecrim
âlemlerin Rabbine aittir."[1]
mea­lindeki ayette belirtilmiş olduğu gibi pey­gamberler yapmış ol­dukları davet
karşılığında kimse­den bir ücret almamışlardır.[2]

Yalnız Allah rızası için yapmışlar ve mükâfatını
da O'ndan beklemişlerdir. İnsanlara doğru yolu gösterme işi o kadar yüce bir
görevdir ki, onun ücreti dünya malı ile karşılanacak bir şey değildir. Nitekim
daha önce de ifâde ettiğimiz gibi, Hayber'in fethinde Peygamber (s.a.v.) Hz.
Ali'ye şöyle demişti:

"Onların düşmanlarını İslam'a çağır ve
üzerlerine va­cip olan ilahî hakları onlara söyle. Allah'ın bir kim­seye senin
sayende hidayet vermesi, senin kırmızı de­ve­lere malik olmandan daha
hayırlıdır." diyerek, in­sanları doğru yola çağırmanın karşılığının maddî bir
mükâfat değil, Allah nezdindeki manevî mükâfat oldu­ğuna dik­kat çek­miştir.

Ne var ki davetin mahiyetini anlamayan
inkarcılar, Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in bu işi dünyevî bir menfaat sağ­lamak için
yaptığını zannederek O'nu davasından dön­dürmek için bazı teklifler ileri
sürmüş­lerdir.

Utbe b. Rebia, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek,
"Ye­ğenim, sen bizdensin, kavmimiz içindeki yerin ve soyun malumdur. Ama kendi
milletine büyük bir fena­lık yap­maktasın. Topluluğumuzu dağıttın, gençlerimizi
aldattın, dinimizi ve tanrılarımızı ayıpladın, geçmişle­rimize küf­rettin. Beni
iyi dinle! Sana kabul edebileceğin bazı teklifler söyleyeceğim." dedi. Sonra
sözüne şöyle devam etti:

"Yeğenim! Şu yaptığın şeylerle istediğin mal,
mülk ise, sana istediğin kadar mal toplarız. Bizden daha çok malın olur. Eğer
istediğin şeref ve şan ise, seni başımıza geçiririz ve hepimiz emrine uyarız..."

Bununla Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, daveti mal ve
mülk için yaptığını düşünmüşlerdi. Oysaki onların bu düşüncele­rine karşı Kur'an
davetin bir ücret karşılığı ya­pılmadığını belirtmişti:

"Ey Muhammed! De ki: Buna karşılık sizden bir
ücret istemiyorum.

Kendiliğin­den bir şey iddia eden kimseler­den
de de­ğilim."[3]

"Ben sizden bir ücret istersem, o sizin
olsun. Benim ecrim Allah'a aittir. O her şeye şahittir."[4]

Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu davet
vazife­sini hiçbir ücret almadan yapması, muhataplarının üze­rinde derin bir
etki yapacağı neticesini zaruri hâle ge­tirmiştir. Çünkü para, mal, mülk vs.
bunlardan hiçbirini kabul et­memesi, onları ister istemez şu düşün­ceye sevk
etmiştir: Onları uyarmakta ve dine davet et­mekte Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ne
maksadı nedir? Niçin bu çileli işi yapıyor? Bundan eline ne kazanç ge­çecek?
Onlar­dan para istemiyor, mal, mülk ve şöhret istemiyor. Söylediği söz­leri
yapan bir kimsenin zarara uğraması söz konusu değildir. O hâlde Allah
tarafın­dan gönde­rilmiş bir peygamber ve insanların yararına çalışan bir
davetçi ol­maktan başka ne olabilir?[5]

Bunun dışında geriye hangi ihtimal kalır? Onun
ak­lından mı şüphe ederler? Bunu da ayet-i kerimenin açık­ladığı gibi, birer
birer, ikişer ikişer düşünsünler, O'nda hiçbir hastalık olmadığını
göreceklerdir:

"O, şiddetli bir azap gelmeden önce bunu
insanlara haber veren bir pey­gamberden başkası değildir."[6]

Allah'ın ayetlerini açıklamayan, gizleyen ve onu
dünya menfaati ile değiştiren kimseleri Kur'an şöyle kına­maktadır:

"Hani Allah kendilerine kitap verilenlerden,
onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeye­ceksi­niz diye ahit almıştı.
Onlar ise bunu arkalarına attılar. Az bir değere değiştirdiler. Onların alış
verişleri ne kötüdür! "[7]

Fakat onlardan Allah'ın ayetlerini bir değere
değiş­tir­meyenler ise:

"Onların ecirleri Rablerinin katındadır."[8]

Bu ayetlerde konunun önemi açıklanmıştır.

İşte davetçi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i örnek
edinen kim­sedir. O nasıl ki, yapmış olduğu davetine karşılık hiç kim­seden bir
ücret, bir iltifat ve bir teşekkür bekle­medi ise davetçi de aynı şekilde
beklememelidir. Yap­tığı bu görevi yalnız Allah için yapmalı ve karşılığını da
Al­lah'tan bekle­melidir. Eğer karşı taraf kendisine bir saygı ve minnet duygusu
beslerse, bunu da kendisinde bir hak olarak bil­memelidir. Gönlünü Allah'a
yaklaştır­dığı kimselerin bu durumunu onların fazi­letine ve an­layışına
atfetmeli ve asıl kendisi onlara minnet duygu­ları beslemelidir. Çünkü bu durum,
başkasının tarla­sını ödünç alıp, onu ekip biçen adamın durumuna benze­mektedir.
Ödünç alan adam, tarla sahibinden daha çok kâr etmektedir. Bunun gibi,
başkalarını Allah'a davet eden kimse de davet ettiği kim­seden daha kârlı bir
yerde bulun­maktadır. Davet­çinin Allah nezdinde ala­cağı mükâfat, davet edilen
kimsenin alacağı mükâfat­tan daha üstündür. Eğer davet edilen ol­ma­saydı,
da­vetçi bu mükâfata nasıl sahip olabilirdi? Dün­yevî bir menfaat ve bir ücret
karşılığı yapılan davet, gide­rek özelliğini ve etkinliğini kaybeder. Menfaat ve
ma­kam hırsı işin içine karışır, dinin esasları tevil ve tahrif edile­rek, idari
makamların istek ve arzularına çatışmala­rında bir malzeme olarak kullanılmaktan
başka insanla­rın üzerinde hiçbir etkisi bulunmaz. Bu­nun için davet­çinin,
diğer hu­suslarda olduğu gibi, bu noktada da ör­nek edine­ceği tek şahıs Hz.
Peygamber (s.a.v.)'dir.

Davetçide bulunması gerekli olan özellikler,
yalnız yukarıda maddeler hâlinde sıralanan özellikler değil­dir. Aynı zamanda Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in ta­şımış ol­duğu bütün özellikler, her davetçide bulunması
gerekli olan hususlardır. Diğer bir ifâdeyle davetçi, İslami­yet'in em­rettiği
bütün özellikleri taşıyıp, yasak etmiş olduğu kötü huylardan uzak bulunan bir
kimse olma­lıdır. Bu da İsla­miyet'in bütünüyle ilgili çok geniş bir gerçektir.
Biz bu­rada söz konusu olan özelliklerden yalnız Kur'an'da zik­redilen bir
bölümüne temas et­mekle yetinmiş bulun­mak­tayız.

Böylece davet metodunda yani İslam Dini'ni
insan­lara benimsetmede en etkili faktörlerden birinin, örnek bir şahsiyet
olması lüzumu belirtilmiştir. Örnek göster­meden yalnız anlatım yoluyla
başkalarını ikna etmek çok güçtür. Örneği bir defa insanlara canlı olarak
gös­termek, defa­larca anlatmaktan daha tesirlidir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) davet ettiği hususları
bizzat yaşar ve gösterirdi. Davete başlayınca örnek yaşantısını gören herkes,
İslamiyet'i benimsemeye ve kabul et­meye başladı. Demek ki önce örnek davetçi
ortaya ko­nulmalı, ondan sonra bu ör­nek davetçinin uygulaya­cağı metot
üze­rinde durulmalıdır. Metot ne kadar mü­kemmel olursa olsun metodu uygula­yan
örnek bir da­vetçi olmazsa, iyi bir netice alınması güç­tür.

Yüce Allah, önce Hz. Peygamber (s.a.v.)'i Kur'an
ah­lâkına göre terbiye etmiş ve örnek bir davetçi olarak or­taya koyduktan sonra
uygulayacağı metodu O'na bil­dir­miştir. Şimdi bu metodu Kur'an ortaya koyuyor:

"Ey insanlar! Andolsun ki, sizin için,
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok anan kimseler için
Resûlullah en güzel örnektir."[9]

Hz. Peygamber'in, Hendek savaşı sırasında
göster­miş olduğu sabır, metanet, Allah'a teslimiyet, mücadele ve diğer tüm
hususlarda mü'minlere en güzel örnek olduğu bu ayette belirtilmiştir.

[10]




[1]
Sebe, 34/47

[2]
Hud, 11/29; En'am, 6/90

[3]
Sad, 38/86

[4]
Sebe, 34/47

[5]
Geniş bilgi için bk. Mefâtîhu'l-ğayb, 29

[6]
Sebe, 34/46

[7]
Âl-i İmran, 3/187

[8]
Âl-i İmran, 3/199

[9]
Ahzab, 33/21

[10]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.