Fecir | Konular | Kitaplar

3. Cenab-ı Hakk'ın İnsanlara Verdiği Belâlara, Musibetlere Karşı Sabır

3




3. Cenab-ı Hakk'ın
İnsanlara Verdiği
Belâ­lara, Musibetlere Karşı Sabır

 

Eğer müslüman sabrederse mükâfat vardır. Belâyı
ver­diği için mükâfat vardır.

İşte belâ iki sebepten gelir:

1. İmtihan için: Hastalık (Hz. Eyyüb) gibi. Bu
da sabra dayanır.

2. Sadakayı cariye: Yiyecek gibi. Çünkü yiyecek
bir insan ömrünün sonuna kadar yiyor, öldükten sonra bu da sona eriyor (geçici).



Erkek veya kadın olsun, dindar bir evlat
yetiştire­bil­mek (devamlı).

Cami veya Kur'an kursu yaptırmak ve kitap
yaz­makta da sürekli sevap vardır. Bunların da hepsi sabra dayalıdır. Bu konuda
söz ancak aşağıda belirttiğimiz kap­samlı ve faydalı prensiplerle tamamlanır.
Bunlar­dan:

Birinci Prensip:
Mü'mine isabet eden belâ, kafire isa­bet eden belâdan daha hafiftir.

Mü'mine isabet eden şerler, sıkıntılar ve
ezaların ta­mamı kafirlere isabet edenlerin çok aşağısındadır. Olay­lar da
bunlara şahittir. Aynı şekilde bu dünyada iyi insanla­rın başına gelen belâlar,
çoğu kez günahkar, fasık ve za­limle­rin başına gelenlerden daha azdır.

İkinci Prensip:
Mü'minin karşılaştığı belâlar, Allah (c.c.)'ın rızasına ve O'nun affına ulaşma
amacına yöne­liktir.

Allah (c.c.)'ın rızasını kaybettiklerinde, sabra
ve O'nun affına yönelmeleri gerekiyor. Böylece belâların ağırlığı ve sıkıntısı
üzerlerinden kalkar. Sabır ve af dile­ye­rek karşılığını ödediklerinde
üzerlerindeki meşakka­tin ağırlığı kalkar. Kafirlerde ise ne rıza amacı ve ne de
af ümidi vardır. Sabrederlerse ancak hayvanlar gibi sabre­derler. Allah Teâlâ
onların bu hâllerine şu sözle­riyle dik­kat çekmiştir:

"Düşmanınız olan kavmi arayıp takip etmekte
gev­şeklik göstermeyiniz. Şayet siz acı çekiyorsanız, aynı şe­kilde onlar da acı
çekiyorlar. Üstelik siz Allah (c.c.)'tan onların ümit edemedikleri şeyleri ümit
ediyorsunuz."[1]

Onlar mü'minlerle elem çekmek hususunda
birleşi­yorlar. Mü'minler ise onlardan Allah Teâlâ'dan af ve rıza ümitleriyle
ayrılıyorlar.

Üçüncü Prensip:
Akıbet (istikbal) müttakiler (Al­lah (c.c.)'tan hakkıyla korkanlar içindir.



Mü'min Allah (c.c.) yolunda eza gördüğü zaman
ita­ati, ihlası ve kalbinde bulunan imanî gerçekler ora­nında üzerindeki yükü
kaldırır. Bu yük, ondan başka hiçbir kim­senin çekemeyeceği kadar şiddetlidir.
Bunlar, Allah Teâlâ'nın mü'min kulundan belâları def etmesi­dir. Allah (c.c.)
böylece ondan birçok belâyı def eder, kaçınılması mümkün olmayan ağırlık,
sıkıntı, meşakkat ve bunlarla beraber gelen diğer dertlerin ağırlıklarını ondan
giderir.

Dördüncü Prensip:
Yüce sevgili..

Sevgi kalpte yerleşip orada derinleşince,
sevenin sev­diği uğrunda çektiği sıkıntılar dert olmaktan ziyade tat verir.
Aşıklar sevdiklerinin yanında bununla övü­nürler. Öyle ki, onlardan birisi şöyle
demiştir:

"Sana kavuşmak uğrunda karşılaştığım sıkıntılar
bana acı verse de senin için tehlikeye katlanmış olmam, beni sevindirir. O
hâlde, en yüksek sevgiliyi seven, onun rah­met ve ihsanını uman kişinin
düşüncesi nasıl olur ?"

Beşinci Prensip:
Günahın verdiği alçaklık, imanın verdiği sıkıntıdan daha şiddetlidir.



Mü'minin ulaşamayıp, kafirin, facirin ve
münafığın ulaştığı şeref, zafer ve üstünlükler oldukça çoktur. Fa­kat bunlar,
görünüşleri aksine bile olsa, içlerinde büyük bir alçaklık ve adilik gizlerler.



Hasan Basrî (Allah (c.c.) ona rahmet etsin)
şöyle de­miştir:

"Onlar her ne kadar Türk atları gibi haşmetle
yürü­seler ve katırlar gibi takırtılar çıkarsalar da günahların ver­diği
alçaklık, kalplerinde gizlidir. Allah (c.c.) kendi­sine isyan edeni hakir
düşürmekten çekinmez."

Altıncı Prensip:
İmtihan zaferin tamamlanması için­dir.

Mü'minin belâlarla imtihanı, onu, içinde kaldığı
tak­dirde helak olacağı ve ecrinin azalacağı hastalıklar­dan kur­taracak olan
bir ilaçtır. Belâ ve sıkıntılarla imti­han onu bu hastalıklardan kurtarır.
Mükâfatının ta­mamlanmasını, dere­cesinin yükselmesini sağlar. Bilin­diği gibi
mü'min için bu imtihanın varlığı yokluğundan daha hayırlıdır. Resûlullah
(s.a.v.) de böyle buyur­muştur.

"Nefsim kudret elinde olan Allah (c.c.)'a yemin
ede­rim ki, O, bir mü'min için hayrına olmayan bir şeyle hükmetmez. Bu ancak
mü'minler içindir. Şayet mü'mine bir kötülük isabet ederse, o buna şükreder. Ve
ken­disi için hayırlı olur. Şayet bir sıkıntı isabet ederse yine sabreder. Bu da
kendisi için hayırlı olur."

Bu imtihanlar ve belâlarla sınanmalar zaferi,
şerefi ve afiyeti tamamlamak içindir. Bu sebeple insanlardan en çok sıkıntıyla
karşılaşanlar peygamberlerdir. Sonra derece ola­rak onlara yakın olanlar gelir.



Kişi dinine sahip çıktığı oranda belâlarla
sınanır, şayet imanı az ise belâlar hafifler. Hiçbir hata yapmasa bile
yer­yüzünde yaşadığı müddetçe mü'minin belâlarla sınan­ması son bulmaz.



Yedinci Prensip:
Belâlarla imtihan zaruri bir şey­dir. Bu dünyada mü'minin başına gelen belâlar,
düş­manları­nın kendisine saldırması, ona galebe çalması ve ara sıra onu zelil
düşürmeleri gerekli bir iştir. Ondan kaçınmak müm­kün değildir. Bunlar şiddetli
hastalıklar, sıcaklar, sıkıntılar ve kederler gibidir. Bunlar tabiat için
gerekli bir iştir. Bu insanlar için olduğu gibi çocuklar ve hayvanlar için de
ge­rekli bir iştir. Bunlar hikmet sahip­lerinin en hikmetlisi olan Allah
Teâlâ'nın hikmeti ge­reğidir. Şayet bu dünyada hayır şerden, fayda zarardan ve
lezzet elemden ayrılsaydı, bu dünya başka bir dünya olurdu. Bu hayat başka bir
hayat olurdu. Hayırla şerrin, elemle lezzetin, fayda ile zararın arasını
birleşti­ren ilahî hikmet zayi olurdu. Birinin öteki­sinden ayrıl­ması ve
ahirette herkesin yerini bulması müm­kün ol­mazdı. Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:

"Allah temizi kirliden ayırır, sonra
kirlileri bir­biri üs­tüne yığar ve hepsini birden cehenneme atar. İşte onlar
hüsrana uğrayanlardır."[2]



Sekizinci Prensip:
Belâlarla imtihanın hikmetleri.. Mü'minin zaman zaman düşman tarafından mağlup
edi­lip, ezilip kırılarak imtihan edilmesinde çok büyük hik­metler vardır.
Bunları tafsilatlı şekilde Allah (c.c.)'tan başka kimse bilemez.

Bunlardan birincisi: Allah'a karşı olan
kullukları­nın, O'nun huzurunda alçaklıklarının, O'na muhtaç oldukları­nın ve
düşmanlarına karşı O'ndan yardım dilemek zo­runda olduklarının ortaya çıkması
içindir. Allah Teâlâ hikmetiyle onların bazen galip bazen de mağlup olmala­rını
uygun gördü.

Yenildiklerinde Rablerine yalvarıp O'na
sığınsınlar, O'na boyun eğsinler, O'na tevbe etsinler. Yendikle­rinde ise O'nun
dinini, prensiplerini yerine getirsinler. İyiliği emredip kötülüklerden
sakındırsınlar. O'nun düşmanla­rıyla cihad etsinler ve dostlarına yardım
et­sinler diye..

Diğer bir hikmet de şudur: Şayet daima muzaffer,
ga­lip ve üstün olsalardı, aralarına amacı din ve Pey­gamber'e uy­mak olmayan
kişiler de girerdi. Şeref ve üstünlükleri sebe­biyle müslümanların yanına
üşüşür­lerdi.

Hikmetlerden birisi de şudur: Allah Teâlâ'nın,
kulla­rının, sıkıntı ve bollukta, afiyet ve belâ hâlinde, galip ve mağlup
olduklarında kulluklarını tam yapma­larını sev­mesidir. Her iki hâlde de, Allah
Teâlâ'nın kulları üzerinde ilahlık hakkı vardır. Kulluk sadece bi­riyle
tamamlanmaz, kalp diğeri olmaksızın doğru­lan­mış olmaz. Tıpkı beden gibi, ki o
da ne sıcaksız, ne so­ğuksuz, ne açlıksız, ne su­suzluksuz, ne yorgunluk­suz, ne
de sıkıntısız edemez. Her iyiyle birlikte onun zıddının da bulunması şarttır.
İnsanın olgunlaşması ve istenilen doğru yola ulaşa­bilmesi için bu belâlar ve
sı­kıntılar şarttır.

Dokuzuncu Prensip:
Yaşamak ve ölmek hep kulun imtihanı içindir. Allah Teâlâ kullarını imtihan etmek
ve sınamak için yeri, göğü, ölümü ve hayatı yarattı. Yer­yü­zünü ve onun
üzerindekileri ziynetlerle bezedi. Al­lah (c.c.)'ı ve Allah  (c.c.)
katındakileri isteyenlerle, dünyayı ve dünyanın süsünü isteyenleri böylece
birbirin­den ayırmak istedi.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Allah hanginizin amel bakımından daha iyi
oldu­ğunu bilmek için yeri ve göğü altı günde yaratmış ve ar­şını suyun üstüne
oturtmuştur."[3]



"İçinizden cihad edenleri ve sabredenleri
bilmek için sizi deneyeceğiz, ve sizin haberlerinizi örnek göste­rece­ğiz."[4]



İster mü'min olsun isterse inkarcı, her kişinin
azap tatması kaçınılmazdır. Fakat mü'min önce dünyada acı çekse bile, sonuçta
ahirette mükâfatına kavuşur. Kafir, münafık, günahkar ise dünyada çeşitli nimet
ve lez­zetlere kavuşursa da bunlar henüz o dünyadayken de onu kur­tarmaya
cesaret edemezler.

Onuncu Prensip:
İnsanların birbirine karışması ka­çı­nılmazdır. Bu durumda kendimizi nasıl
muhafaza ede­riz? İnsan tabiî olarak toplumsaldır. İnsanlarla bera­ber yaşa­ması
kaçınılmazdır. İnsanların ise kendilerine has irade­leri, düşünceleri ve
inançları vardır. Diğer insanların ken­dilerine uymalarını isterler.

Onbirinci Prensip:
Belânın çeşitleri:

Allah yolunda mü'mine isabet eden belâlar en
fazla dört kısımdır. Bunlar ya canına, ya malına, ya ırzına ya da ailesine ve
sevdiklerine isabet eden belâlardır.

Canına gelen musibet ya onu telef eder veya
sa­dece eziyet verir. İşte Allah (c.c.)'ın kulunu imtihan edeceği belâların tümü
bunlardır.

Bu musibetlerin en şiddetlisi de cana isabet
eden belâ­lardır.

Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:

"Sabır ne güzeldir, sizin söylediklerinize
karşı an­cak Allah (c.c.)'a sığınılır."[5]




 




[1]
Nisa, 4/104




[2]
Enfal, 8/37




[3]
Hud, 11/7




[4]
Muhammed, 47/31




[5]
Yusuf, 12/18

Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.